EBU’L A’LÂ MEVDUDİ’NİN BAKIŞ AÇISIYLA ARAF SURESİ 9. VE 11. AYETLER ARASI
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
9- Kimin de tartıları hafif kalırsa, bunlar da ayetlerimize zulmedegeldiklerinden dolayı nefislerini hüsrana(9) uğratanlardır.
10- Andolsun, sizi yeryüzünde ‘yerleşik kıldık’ ve orda size geçimlikler yarattık. Ne de az şükrediyorsunuz?
11- Andolsun, biz sizi yarattık, sonra size suret (biçim-şekil) verdik, sonra meleklere: “Adem’e secde edin”(10) dedik. Onlar da İblis’in dışında secde ettiler; o secde edenlerden olmadı.
AÇIKLAMA
9. Başka bir ifade ile, insanın amelleri iki sınıfa ayrılır, olumlu ve olumsuz. Hakkı bilmek, tanımak, onu izlemek ve onun gerektirdiği eylemlerde bulunmak olumlu tarafta yer alacaktır. Nitekim ahirette bir değer ve öneme haiz fiiller de yalnız bunlar olacaktır. Buna karşılık gerçeği, görmezlikten gelmek veya reddetmek, ya da başka bir yaratığın veya şeytanların isteklerine uymak ve bu yanlış yola kendini vermek, olumsuz ameller zümresine dahildir. Bir tarafta olan eylem ve hareketler sadece değersiz olmakla kalmayacak, aynı zamanda diğer doğru ve hak amellerin de değerini düşürecektir.
Yukardaki ifadeden, ahiretteki kurtuluşun, insanın işlediği salih amellerin kötü amellerinden daha ağır basmasına bağlı olduğu açıkça anlaşılmaktadır. Kötü işleri, salih amellerinden daha ağır gelen kimsenin hali, bütün varını yoğunu, borçlarını ödemek için verip de hâlâ borçlu kalan bir müflisin durumuna benzer.
10. Karşılaştırmak için, Bakara Suresi’nin 30 ile 36 arasındaki ayetlerine bakınız.
Bakara 34’deki ifade, Adem’in önünde eğilmeleri için meleklere verilen emir, bizzat Hz. Adem’in şahsına bunu yapmaları emrediliyormuş gibi yanlış bir kanaat uyandırmış olabilir. Fakat onu takip eden ayetin anlatım şekli bunu açıklamaktadır.
Emirden önce geçen kelimeler, meleklerin Hz. Adem’e, tüm insanlığın temsilcisi olarak secde etmeleri gerektiğini gösterir.
İnsanın yaradılışına gelince, herşeyden önce, Allah, o işi takdir etti ve bu maksat için gerekli olan maddeleri hazırladı, bilâhere ona insan şeklini verdikten sonra Adem, canlı bir varlık olarak vücud bulduğunda ona, bütün insanlığın temsilcisi olarak secde edilmesi gerektiğini meleklere emretti.
Ayetin yukarıda geçen açıklaması, Kur’an’ın diğer bazı bölümlerine dayanmaktadır. Meselâ, Sa’d suresinin 71-72. ayetlerine baktığımızda “Hani Rabbin meleklere: Gerçekten ben çamurdan bir beşer yaratacağım, ona biçimini verip ruhumdan da üflediğim zaman, siz ona hemen secde edin demişti” emrini görmekteyiz.
Bu ayette de, aynı üç merhale (yaradılış, mükemmelleştiriş ve hayata getiriş) , değişik yolla ifadelendirilmiştir. İlk önce, çamurdan bir adam yaratıldı, sonra ona bir biçim ile mütenasib uzuv ve yetenekler verildi. Ve daha sonra Onun ruhu üflenip Adem olarak hayata getirildi.
Hicr suresi, 28 ve 29. ayetlere bir bakalım şimdi de:
“Hani Rabbin meleklere: Ben, kuru çamurdan bir beşer yaratacağım. Ona bir biçim verip ruhumdan üfürdüğümde hemen ona secde ediciler olarak kapanın.”
Bizim için ilk insanın yaradılışını, tam olarak anlamak çok zor. Çünkü insanın yeryüzü materyallerinden nasıl yapıldığını, ona nasıl şekil verilip mükemmelleştirildiğini ve ruhun ona nasıl üflenildiğini kavrayabilmekten aciziz. Ayrıca, Kur’an’da anlatıldığı şekliyle insanın yaratılış anlatımı, Darwincilikten tümüyle farklıdır. Bu doktrine göre insanın evrimi, insan olmayan ve yarım-insan bir varlığın sürekli değişme, ayıklanma ve uyarlanma süreciyle olmuştur ki bu durumda, insanın “İnsan cinsi” olarak arzı endam edişi ile insanın insan olmadığı zaman döneminin sonu arasında bir ayırım sınırı da yoktur. Bunun aksine Kur’an insanoğlunun hayata “insan” olarak başladığını ve bütün tarih boyunca insanın, insanlık öncesi veya dışı bir hâl ile hiçbir ilişkisi olmadığını söylemektedir. Allah onu yerküre üstündeki hayatının daha ilk gününde bir insan olarak yaratmış ve hayatının henüz daha başlangıcında onu idrak ve şuur ile techiz etmiştir.
Yukarıdaki insanlık hikâyesinin iki ayrı anlatımı, insan ile ilgili olarak birbirine zıt iki ayrı telâkki doğurmakta. Darwinci telâkkinin uygulanması halinde insan, hayvan türlerinden birine indirgenir, yani insan yaşantısının tüm prensipleri (buna ahlâkî prensipler de dahil) hayvanlar alemine hakim olan prensipler çıkışlı olacak ve onun hayvan benzeri bir davranışı da doğal karşılanacaktır. Bu durumda, insan ile hayvan arasındaki biricik fark, ihtiyaçları ve refahı sağlamak için birincisinin alet edevat vs. kullanabilme yeteneğinin olmasıdır. Aksine, ilahî telâkkiyi kabul etmesi halinde insan, hayvanî düşüklükten insanî olan yüceliğe, eşrefî mahlukat derecesine çıkarılır. Artık o salt bir “konuşan hayvan” ya da “toplumsal hayvan” değil, aynı zamanda Allah’ın yeryüzündeki halifesidir de.
Böylece, onu diğer yaratıklardan ayıran şey, yalnız konuşma yeteneği ve toplumsal oluşu değil, bununla birlikte ahlâkî sorumlulukları, Allah’ın kendisine verdiği irade, iktidar ve bunlardan Allah’a karşı hesaba çekilmesi olacaktır. Bu, insanın bu dünyadaki hayatı konusundaki görüşünü tüm olarak değiştirecek, netice olarak insan, farklı bir hayat anlayışına, ahlâk sistemine, hukuk ve medeniyete talib olacaktır. O zaman insan, kendisi için hayatını bayağılaştıran sefil faktörler yerine, hayatına anlam verecek olan yüce prensipleri arayacaktır.
Şimdi bir an, her ne kadar ulvî ve yüce gözüküyorsa da bu “İnsanın İlâhî telâkkisi”nin salt ahlâkî ve psikolojik olduğunu varsayarak, “Nasıl olur da bu konudaki “Bilimsel” Darwinci telakkiyi reddebiliriz diye bir soru sorulsa, cevaben biz de bir karşıt soru sorarız: “Peki, Darwin’in ‘Türlerin Kökeni’ hakkındaki teorisi bilimsel olarak ispatlanmış mıdır?” Yalnızca, bilim hakkında yüzeysel bilgilere sahip olanlar, bu teorinin bilimsel olarak ispatlandığını ileri sürerler. Fakat bilim adamlarının çoğunluğu, her ne kadar şa’şaalı bazı teknik terimlere sahipse de bunun yalnızca bir “teori” olduğunu, hakkındaki tartışmaların daha henüz neticelenmediğini ve bir “varsayımdan” ibaret olduğunu bilirler. Bu bağlamda ileri gidilebilecek en son nokta, türlerin yaratılışı konusunda her iki tezin de, eşit şekilde mümkün olabilirliğidir. Yani, türlerin yaratılışı, Darwinci evrim teorisine göre meydana gelmiş olabileceği gibi her tür varlık alemine ayrı ayrı da getirilmiş olabilir.