sohbetlerözlü sözleryazarlarmakalelervideolartefsir derslerikavram derslerimedaricus salikin

SEYYİD KUTUB’UN BAKIŞ AÇISIYLA MAİDE SURESİ 33. VE 34. AYETLER

SEYYİD KUTUB’UN BAKIŞ AÇISIYLA MAİDE SURESİ 33. VE 34. AYETLER
20.03.2020
728
A+
A-

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM

Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.

TERÖR VE ANARŞİ

33- Allah’a ve peygambere savaş açanların ve yeryüzünde kargaşa çıkaranları onlara ya öldürmeleri ya idam etmeleri ya sağlı-sollu birer el ve ayaklarının kesilmesi ya da yaşadıkları yerlerden sürülmeleridir. Bu onların dünyadaki perişanlıklarıdır. Ahirette ise, kendilerini ağır bir azap beklemektedir.

34- Yalnız bunların içinde tarafınızdan yakalanmadan önce tevbe edenler olursa biliniz ki Allah affedicidir ve merhametlidir.

Ayette sözü edilen bu suç müslüman hükümdara karşı ayaklanma, bu hükümdarın otoritesine karşı çıkma “İslâm yurdu” halkını yıldırmak, mallarına ve namuslarına saldırmak için örgüt oluşturmaktadır. Kimi fıkıh bilginleri, bunun hükümdarın otoritesinin dışında gerek merkezde gerekse taşrada olsun bu tür bir örgütün “İslam yurdu” halkına karşı kuvvet kullanarak saldırıya geçmesini yeterli bulur ve ayetin bu eylemlerle uyum içerisinde olduğu fikrini ileri sürerler.

Allah’ın şeriatı ile hükmeden hükümdara karşı ayaklanan ve şeriatın uygulandığı İslâm yurdunun müslüman zımmî veya anlaşmalı olan halkına saldıran bu kişilere, sadece hükümdara veya yalnızca halka karşı ayaklanıyorlar. Onlar aynı zamanda Allah ve peygamberi ile savaşıyorlar. Çünkü onlar, O’nun şeriatıyla savaşıyorlar, bu şeriatı uygulayan ümmete saldırıyorlar ve bu şeriat ile hükmedilen İslâm yurdunu tehdit ediyorlar. Allah peygamberi ile savaştıkları ve Allah’ın şeriatı, onu uygulayan toplum ve uygulandığı yurda karşı savaştıkları gibi, yeryüzünde kargaşa çıkarmaya çalışıyorlar. Allah’ın şeriatını yürürlükten kaldırmaya kalkışma ve bu şeriatın uygulandığı yurda saldırmaktan daha büyük bir bozgunculuk olamaz. Sadece müslüman toplum ve müslüman hükümdara karşı savaşmış olsalar bile, aslında Allah ve peygamberi ile savaşmaktadırlar. Gerçi onlar Allah ile kılıçla savaşmazlar. -Vefat ettikten sonra peygamberine şahsı ile de savaşmaktan Allah ve peygamberi ile savaşları Allah’ın peygamberinin şeriatine Allah ve peygamberinin emirlerini uygulayan bir topluma karşı ve Allah peygamberinin şeriatı uygulanan yurda karşı savaşmalar ile gerçekleşmektedir.

Bu şekliyle ayet bu anlama geldiği gibi, başka bir anlamı daha içermektedir.

Hükümdar, kendisine karşı ayaklanmalara, suçlarına karşılık belirlenen bu cezaları verme yetkisini taşır. Fakat bu hükümdar, Allah’ın ve peygamberinin kanunlarını uygulayan ve Allah’ın ve peygamberinin şeriatı uygulanan İslâm yurdunda yerleşen bir hükümdar olması gerekmektedir. Yoksa bu özellikleri barındırmayan herhangi bir hükümdar, bu yetkiyi de taşımaz. Bu gerçeği açıkça vurgulamamız zorunludur. Çünkü her dönemde müslüman olduklarını iddia etseler bile otoriteleri Allah’ın şeriatına dayanmayan, otoriteleri bu şeriatı uygulamayan ve yurtlarında İslâm yurdunun varlığını gerçekleştirmeyen kimi sultanların zalim efendilerinin de bu yetkiye sahip olduklarına dair fetvalar verirler. Ayaklananlar Allah ve peygamberi ile savaşmadığı, aksine Allah ve peygamberinden kaynaklanmayan bir otorite ile savaşa giriştikleri halde kendilerine karşı ayaklananlar -Allah’ın şeriatı adına- bu cezaları uygularlar. İslâm yurdunda Allah’ın şeriatını uygulamayan bir otoritenin kendisine karşı ayaklananlara Allah’ın şeriatı adına bu cezaları uygulama yetkisi kesinlikle yoktur. Böyle bir otoritenin Allah’ın şeriatına sığınması boşunadır. O ancak ilahlık hakkını gasba kalkışana ve onu iddia eden bir otoritedir. Bunların Allah’ın kanununa uygulamaya ve bu iddiada bulunmaya ne hakları var?

Allah’ın şeriatını uygulayan müslüman hükümdarın otoritesine karşı ayaklanan Allah’ın İslâm yurdunda yaşayan kullarına korku salan ve mallarına, canlarına ve ırzlarına saldıran bu silahlı örgüt mensuplarının cezası:

1- Ya normal bir şekilde öldürülmeli.

2- Veya asılarak öldürülmelidir.

(Kimi fıkıh bilginleri ayeti ibret olması ve korku salması için öldürdükten sonra asılmalı şeklinde yorumlamışlardır.)

3- Ya da sağlı-sollu el ve ayaklarının kesilmesidir. Fıkıh bilginleri bu ayet çevresindeki hükümdar, bu cezalardan birini tercihe yetkilimidir yoksa ayaklananlar belirli suçlarına karşılık buradaki cezaların herhangi birinin mi uygulayacaktır? Sorununda geniş çaplı fikir ayrılıklarına düşmüşlerdir. İmam Ebu Hanife,İmam Şafii ve İmam Ahmed’in (Allah onlardan razı olsun) mezhebindeki fıkıh bilginleri işlenilen cinayete göre bir yol izlemektedir. Ve adam öldüren fakat hırsızlık yapmayan öldürülür. Mal çalan fakat cinayet işlemeyen sağlı-sollu el ve ayakları kesilir, hem cinayet işleyen hem de hırsızlık yapan öldürülür ve asılır. Yollarda terör yapan fakat cinayet işlemiyen ve de hırsızlık yapan ise sürülür.

“İmam Malik ise asi, cinayet işlediğinde öldürülmesi gerekir. Hükümdarın kesme veya sürgüne gönderme cezalarını tercih yetkisi yoktur. Tercih etme hakkı, öldürme veya asma arasındadır. Hırsızlık yapması fakat cinayet işlemez ise, sürgün cezasını tercih yetkisi yoktur. Öldürme, asma veya sağlı-sollu el ayak kesme cezaları arasında tercih etme yetkisine sahiptir.

Eğer anarşist sadece yollarda terör estirirken hükümdar öldürme, asma, el ve ayak kesme ve sürgün etme cezalarından herhangi birini uygulama yetkisine sahiptir.

İmam Malike göre cezalardan birini tercih etme hakkı, bu işin hükümdarın içtihadına bırakılması anlamına gelmektedir. Eğer anarşist akıllı ve tecrübeli biri ise, içtihadı onu öldürmek veya asmak şeklinde olur. Çünkü el ayak kesme onun zararını engellemez. Eğer akıllı biri değilse de yalnızca kuvvetli ve çevik biri ise, el ayak kesme cezasını uygular. Eğer bu iki özelliği de taşımıyorsa, o zaman sürgün ya da ta’zir cezasını uygular.

Biz, İmam Malik’in son paragrafta yer alan görüşünü tercih ediyoruz. Daha sonra cezalar, uygulananlar ve ayaklanmaya uygulananlar yollar terör salmaya olmak üzere iki kısma ayrılır. Çünkü ceza öncelikle, suçun meydana gelmesini önlemek amacı güden korunmaya yönelik bir uygulamadır. Bu yüzden, İslâm yurdunda dehşet saçan, yeryüzünde bozgunculuk çıkaranlar şiddetle cezalandırılır ve yurda yerleşip Allah’ın şeriatını uygulayan müslüman topluma korku salamaz. çünkü bu toplum ve bu yurt, huzur ve emniyete en layık toplum ve yurttur. Fıkıh bilginleri, sürgün cezasının anlamında fikir ayrılığına düşmüşlerdir. Bu suçu işlediği yerden sürülmesi midir? Yoksa hapse atılmak anlamında mıdır? Hürriyetini elinden almak (hapsedilmesi) demek midir? Ya da bütün yeryüzünden sürülmek, yani öldürülmek anlamına mı gelmektedir? Biz bunlardan, suç işlediği yerden gurbet, ayrılık, perişanlık duygularını tadacağı bir yere sürülmesini görüşünü tercih ediyoruz. Bu, insanlara yaptığı kötülük, saldığı korku ve gösterdiği zorbalığın cezasıdır. O sürüldüğü yerlerde psikolojik durumun zayıf olması veya taraftarlarından ayrı düşmesi sebebiyle aynı suçu tekrar işleyecek yeterli gücü bulamaz.

“Bu onların dünyadaki perişanlıklarıdır. Ahirette ise kendilerini ağır bir azap beklemektedir.”

Dünyada başlarına gelen bu ceza, ahiretteki azap kendilerinden uzaklaştırmıyor, diğer bazı hadlerde olduğu gibi suçun birini temizlemiyor. Bu cezanın büyüklüğü ve suçun şiddeti sebebiyle böyledir. Çünkü, müslüman toplumun İslâm yurdunda güvenlik içerisinde yaşaması gerekmektedir. Allah’ın şeriatını uygulayan müslüman hükümdarda itaat etmek gereklidir. Gelişmesi için bütün güvencelerini sağlanması gereken, yüce ve hayırlı bir çözümdür. Onu kemirecek şeylerden korunması gereken olgun adil bir sistemdir. Bu terörist, anarşistlerin, suçlarının kötülüğünün bilincine varmaları ve doğru yola dönerek henüz güçlerini korudukları ve hükümdarın eline esir düşmedikleri bir durumda iken, Allah’a tevbe etmeleri sonucunda vazgeçerlerse hem suçları, hem de cezaları düşer. Artık hükümdarların onları cezalandırma yetkisi yoktur. Allah ahirette de onlara karşı affedici ve merhametlidir.

“Yalnız bunların içinde tarafınızdan yakalanmadan önce tevbe edenler olursa biliniz ki Allah affedici ve merhametlidir.”

Bu durumda iken, onlardan suç ve cezasının kalkmasının iki açık gerekçesi (hikmeti) vardır.

1- Saldırılarını sürdürebilecekleri halde, tevbe etmeleri ve bunun islah olup, doğru yola girdikleri delil kabul edilmesi.

2- Tevbeye teşvik edilmeleri, böylece onlarla savaşmak için gereken yardımın en kolay yoldan sağlanması.

İslâm sistemi, insan tabiatını, bütün duyguları, bütün gizliliklerini ve bütün ihtimallerini göz önünde bulundurarak değerlendirir. Bu sistemi müslümanlara seçen Allah, bu tabiatı yaratan ondan haberdar olan ve onu düzelten ve bilendir. Herşeyden haberdar olan, yarattığı şeyi bilmez mi?

İlahi sistem, insanları sadece kanun karşısında sorumlu tutmaktadır. O, kanun kılıcını yalnızca, kılıcını başkasının kendilerine engel olamayan kimselere karşı kullanmaktadır. Gerçekte ise, bu sistemin temel dayanağı, gönül eğitimi, huy güzelliği ve ruhlara doğru yolu iletmektir. Yanısıra hayır toplumlarının gelişip sapık bileceği şer tohumlarının ise koruyup çürüyebileceği bir toplumu kurmaktadır.

Kur’an üslubu bu cezalarla korkutmayı bitirir bitirmez, gönüllerde, vicdanlarda ve ruhlarda takva duygularını coşturuyor.

Kurtuluş umuduyla Allah’a ulaştıran vesileler aramaya ve yolunda cihada teşvik ediyor. Kafirlerin ahiretteki durumlarını ibret ve korku duygularını güzel bir şekilde tasvir ediyor.

 

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.