AKAİD İLMİNİ ELDE ETMENİN VASITALARI; (AKIL – HABER-İ SÂDIK)
AKAİD İLMİNİ ELDE ETMENİN VASITALARI;
(AKIL – HABER-İ SÂDIK)
AKIL: Akıl insanı öteki varlıklardan ayıran en önemli özelliklerden biridir. Aklın mahiyetini bilemeyiz. Ancak, onun yaşayışımızdaki tesirlerini bilebiliriz.
Akıl, dinin emir ve yasaklarına muhatap olma ehliyetini isbat için, muteberdir. Zira, akıl olmadan dinin hükümleri anlaşılamaz. Dinin emir ve yasakları akla hitap eder.
Akıl, insana verilmiş olan nimetlerin en büyüğüdür. İnsan, bu özelliği sebebiyle hayvanlardan ayrılır. Akıl, bütün kainatın yaratıcısı Allah-u Teâlâ’yı, din ve dünya meselelerini bilmek için bir vasıtadır. Allah’ı bilmek ise, bir mü’min için nimetlerin en büyüğüdür.[1]
Allah (c.c.) aklı insanlara vermiştir. Fakat her insan aklını aynı ölçüde kullanamamaktadır. Allah (c.c.) bu hususta şöyle buyurmuştur:
“Onların ardından yerlerine kitaba mirasçı olan bir takım ‘kötü kimseler’ geçti. (Bunlar) Şu değersiz olan (dünya)ın geçici yararını alıyor ve: “Yakında bağışlanacağız” diyorlar. Bunun benzeri bir yarar gelince onu da alıyorlar. Kendilerinden Allah’a karşı hakkı söylemekten başka bir şeyi söylemeyeceklerine ilişkin Kitap sözü alınmamış mıydı? Oysa içinde olanı okudular. (Allah’tan) Korkanlar için ahiret yurdu daha hayırlıdır. Hâlâ akıl erdirmeyecek misiniz?” [2]
Allah-u Teala bu Ayet-i Kerime’de aklını doğru bir şekilde kullanamayanları kınamaktadır. Esasen akıl duyu organları vasıtasıyla işlevini görür. Nitekim Allah-u Teala şöyle buyurmaktadır:
“Şu halde yüzükoyun sürünerek yürüyen mi daha çok hidayete erer, yoksa dosdoğru yol üzerinde dümdüz yürümekte olan mı? De ki: “Sizi inşa eden (yaratan), size kulak, gözler ve gönüller veren O’dur. Ne az şükrediyorsunuz?” [3]
Bil ki Allah-u Teala burada akli delili getirmiştir. İşte bu da, bu ayette anlatılmaktadır. Allah-u Teala burada, duyma, görme ve kalbin hallerinde bulunan enteresanlıklara dikkat çekmiştir. Bil ki bunların bu ayette ele alınışında, şöyle bir inceliğe dikkat çekme vardır:
Hak Teâla sanki “size kendilerinde çok kıymetli özellikler bulunan şu üç bağışta bulundum. Fakat sizler, onları zayi ettiniz, dolayısıyla duyduğunuzu kabul etmediniz, gördüğünüze itibar etmediniz, anlayıp-aklettiğiniz şeylerin neticesini de düşünmediniz. Böylece sizler adeta bu nimetleri ve bağışları, zayi etmiş oldunuz.” Demek istemiştir.
Cenab-ı Hak işte bundan ötürü, “siz ne kadar da az şükrediyorsunuz?” buyurmuştur. Bu böyledir. Çünkü Allah’ın nimetlerine şükretmek demek, bu nimetleri onun rızasına uygun yerlere yöneltmek demektir. Ama sizler, bu görme, duyma ve akletme nimetlerini, onun rızasının olduğu yerlere sarfetmediniz ve böylece onun nimetlerine şükretmemiş oldunuz.” [4]
Haber: Bir şey hakkında bilgi sahibi olmak, tecrübe, deneme, tashihsiz bilgidir. İlim elde etmenin zaruri şartlarından biri de haberdir. Haber kendisine doğruluk veya yalan girebilen sözdür. Allah (c.c.) bir ayet-i Kerimede şöyle buyuruyor:
“Rabbimiz, biz: “Rabbinize iman edin” diye imana çağrıda bulunan bir çağırıcıyı işittik, hemen iman ettik. Rabbimiz, bizim günahlarımızı bağışla, kötülüklerimizi ört ve bizi de iyilik yapanlarla birlikte öldür.” [5]
Allah (c.c.)’ın kelamı için yalan sözkonusu olmadığı gibi imkânsızlardan verilen haber için de doğrulama kesinlikle söz konusu değildir. İlme vasıta olan haber doğru ve sadık olan haberdir. Doğru haber; olanı olduğu gibi tam ve eksiksiz anlatmaktır. İlmin vasıtası olan haber-i sadık hakikatın ifadesidir. Haber-i sadık olmayan haber ilmin vasıtası olarak kabul edilemez.
İslam dininin ilimleri Hz Peygamber (s.a.s)’in vahiyle Allah-u Teala (c.c.)’dan aldığı ve insanlara tebliğ ettiği haberlere dayanır. Bu ise şüphesiz haber-i sadıktır. Haber-i sadık 2 kısımdır:
- Haberi Mütevatir
- Haberi Resul
Haber-i Mütevatir: Elde edilmesi zaruri ve kesin olan bir bilginin, yalan üzere birleşip anlaşmaları aklen mümkün olmayan bir topluluğun diliyle haber olarak sabit olmasıdır. Haberin mütevatir olması için topluluğun az veya çok olması şart değil, verilen haberin asla şüpheye mahal vermeden baki olmasının sağlanmasıdır. Zamanımızda ve geçmişte yaşamış olan padişahlar, ülkeler ve şehirler gibi… Tevatür yoluyla elde edilen bilgi zaruridir. Haberi olanın alim olması şart değildir. İstanbul diye bir şehir vardır. Bu haberi alan çocuk, yaşlı, alim cahil herkes kesin bir bilgiye sahip olur. Haber-i mütevatirin 3 şartı vardır:
- Haberi verenlerin aklen ve adaleten, yalan üzere birleşmelerinin mümkün olmaması.
- Haberin kendis imkânsız olmayıp, aklen olması mümkün olan hususlardan olması
- Verilen haberin müşahade ile bilinen cinsten olup hayali, nazari veya teoride olmamasıdır.
Bu şartları ihtiva etmeyen haberler mütevatir olamazlar. Hristiyanların Hz İsa (a.s.)’ın katline, Yahudilerin Hz Musa (as)’ın şeriatının ebediliğine dair olan haberler kabul edilemez.
Haber-i mütevatir, akaid meselelerinde delil olarak kullanılır. Mütevatir haberler kesinlik ifade ederler ve bu hususlarda ihtilaf söz konusu olamaz.
Haber-i Resul: Peygamberliği mucize ile teyid olunan Allah-u Teala (c.c.) tarafından vahiy ile kendisine nazil olan şeriatı olduğu gibi insanlara tebliğ etmek üzere verdiği haberdir. Allah-u Teala (c.c.) şöyle buyuruyor:
“Elif, Lam, Mim. Rum (orduları) yenilgiye uğradı. Yakın bir yerde. Ama onlar, yenilgilerinden sonra yeneceklerdir. Birkaç yıl içinde. Bundan önce de, sonra da emir Allah’ındır. Ve o gün mü’minler sevineceklerdir. Allah’ın yardımıyla. O, dilediğine yardım eder. O, güçlü ve üstün olandır, esirgeyendir. (Bu,) Allah’ın va’didir; Allah, vadinden geri dönmez. Ancak insanların çoğu bilmezler. Onlar, dünya hayatından (yalnızca) dışta olanı bilirler. Ahiretten ise gafil olanlardır.” [6]
Resulallah (s.a.s)’i ya da herhangi bir peygamberi reddetmek veya kendisinden sabit olan bir sözü dahi hafife almak küfürdür, Allah-u Teala’yı yalanlamak demektir. Nitekim Allah-u Teala (c.c.) Kuran-ı Kerimde şöyle buyurmuştur:
“Kesin olarak biliyoruz ki, onların söyledikleri seni gerçekten üzüyor. Doğrusu onlar, seni yalanlamıyorlar, ancak zalimler, Allah’ın ayetlerini inkar ediyorlar.” [7]
Dikkat edilirse Hz. Muhammed (s.a.s)’i yalanlamak direkt olarak Allah-u Teala (c.c.)’yı yalanlamakla eşdeğer tutulmaktadır. Hz Muhammed (s.a.v)’in doğruluğuna bizzat müşrikler bile şahitlerdi. Onun sözlerini reddetmeleri kesinlikle aklî gerekçelere sığdırılabilecek bir şey değildir. Hz Muhammed (s.a.v)’i reddetmeleri, hevalarına muhalefet edememeleri ve Allah-u Teala’dan başka ilahları kabul etmelerinden kaynaklanıyordu. Allah-u Teâla (c.c.) göndermiş olduğu peygamberin mutlak olarak doğru söylediğini ve sözlerinin içerisinde asla bir batılın olamayacağını şu ifadelerle açıklamaktadır:
“Eğer o, bize karşı bazı sözleri uydurup-söylemiş olsaydı. Muhakkak onun sağ-elini (bütün güç ve kudretini) çekip-alıverirdik. Sonra onun can damarını elbette keserdik. O zaman, sizden hiç kimse araya girerek bunu kendisinden engelleyip-uzaklaştıramazdı. Çünkü o (Kur’an, Allah’tan sakınan) muttakiler için bir öğüttür.” [8]
Bütün peygamberler ilahi murakabe altındadırlar ve asla yalan söylemeleri veya haberlerinin yalan çıkma ihtimali bulunmamaktadır.[9]
[1] İslam Akaidi – Ömer Nesefi
[2] Araf – 169
[3] Mülk 22-23
[4] Fahreddin Razi – Tefsiri Kebir (Mülk Suresi 22. Ve 23. Ayetin tefsiri)
[5] Ali imran -193
[6] Rum 1-7
[7] En’am – 33
[8] Hakka – 44-48
[9] İslam Akaidi – Şahımerdan SARI 1,cilt – 291 ve 313. Sayfalar arası