Allah(cc)’nun El-Melik Sıfatı
El-Melik
Melik: kökünden türeyen feilun vezninde mübalağa manası içeren bir ism-i faildir. Kelime olarak Melik; hükümdar, sahip, emir, yönetici, mülkü elinde tutan (malikel mülk), mülkü idare eden ve muktedir olan, İcad, İbda’, öldürme ve diriltme ile eşyada mutasamf gibi manalara gelir. Bu takdirde fiili isimlerindendir. Fiili sıfatlardan olan Halık ismi gibi anılır.
Yüce Allah’ın sıfat olarak el-Melik; bütün varlıkların sahibi, bütün varlıklara alemler olarak yaratıp yöneten, dilediğini dilediği gibi yapıp, dilediği şekilde hükmeden, mülkün hakiki hükümdarı ve bütün tasarrufu elinde olandır. Yine bu ismin farklı bir okunuşu olan “Malik”te sahip manasındadır. Allahu Teala (cc) kendisini Kur’an-ı Kerim’de ilk önce “ahiret gününün” Maliki olarak ifade etmiştir. Ahiret günü insanın gözünden bütün perdelerin kaldırıldığı bir gündür.
Melik olan Allah (c.c) öyle bir varlıktır ki, ne zatında ve ne de sıfatında hiç bir varlığa ihtiyacı yoktur. Bilakis her şey zatında, sıfatında, mevcudiyetinde daima ona muhtaçtır! O halde ondan başka her şey O’nun mülküdür. Her şey O’na muhtaçtır. İşte Melik-i mutlak O’dur! Bu itibarla Allah’tan başkasına mutlak manada melik denilmez.
Kul, mutlak manada melik olamaz. Çünkü kulun her şeyden müstağni olduğu söylenemez. Allah’dan başkasına ihtiyacı olmasa bile, mutlaka daima Allah’a muhtacdır. Melik ismi kullar içinde bazen kullanılır. Zira Kur’an-ı Kerim’de de Allah’tan başkası içinde melik denilmiştir.”( Bakara Suresi 246 ayetinde talut için, Yusuf suresinde mısır hükümdarı için melik ismi kullanılmıştır.) Ancak kullardaki meliklik sıfatı Allah’tan müstağni manasında değildir. Meliklerde her yönüyle Allah (c.c)’a muhtaçtırlar.
Bu hususta İmam Gazali kullardaki melikliği şöyle izah etmiştir; “Kullardan gerçek Melik o kişidir ki; Allah’dan başka kimsesi olmaz. Allah’dan gayri her şeyden alakasını keser. O, bununla beraber asker ve halkının kendisine itaat ettiği boyun eğdiği ülkeye sahih olur … (Nasıl mı?)
Şöyle: Çünkü onun öz ülkesi kalbi ve kalıbıdır. Askerleri ise, gazabı, şehveti, heva ve hevesidir. Halkı ise; dili, gözleri elleri ve sair azalandır.
O, bütün bunlara hakim olup da kendisine boyun eğdirirse, işte kendi iç dünyasında sultanlık derecesine yükselmiş demektir … Bir de buna insanlara karşı olan ihtiyaçsızlığı ve herkesin – gerek dünya hayatında ve gerekse ahiret hayatında – kendisine, muhtaç olduğu hususu eklenirse işte o zaman yeryüzünün sultanı olmuş demektir ki bu, Peygamberlerin (Allan’ın selamı üzerlerine olsun.) rütbesidir. Çünkü O’nlar, ahiret hayatına hidayet etme hususunda Allah’dan başka hiç kimseye ihtiyaçları yoktur, herkes kendilerine muhtaçtır …
Meliklik hususunda; Peygamberleri, onların varisleri olan alimler takib ederler, onların sultanlık derecesi de, kullara irşat edebilmek yeteneğiyle ölçülür.
Evet, bu niteliklerle kul melekler derecesine ulaşır ve Allah’a yaklaşabilir. Bu mülk – hakimiyet – kendilerine gerçek melik olan, mülkünde ortağı bulunmayan Allah tarafından ihsan edilmiştir.
Emirlerden biri, ariflerden birine: – Ne ihtiyacın varsa söyle.
Dediği zaman, arifin kendine verdiği cevab ne de arifanedir.
-Ben senden ne istiyeceğim ki, benim iki kölem vardır ki onlar
senin efendindir.
-Neymiş onlar bakalım?
– Biri hırs, diğeri heva ve heves … işte ben bu ikisinin sırtını yere getirip onlara hakim oldum, sen ise bunlara yenildin. Onlar sana hakim oldular. Demiştir.
Adamın biri, bir alimden kendisine nasihatta bulunmasını rica edince alim ona dedi ki:
-Dünyada da, ahirette de melik ol. Adam bu sözü duyunca şaşırdı ve tekrar sordu:
-Nasıl yani?
-Dünyaya karşı olan hırs ve şehvetini kesersen, hem dünyada
hem ahirette sultan olursun. Çünkü sultanlık hürriyet ve ihtiyaçsızlıkta görülebilir; esaret ve zillette değil…”( Esma-i hüsna şerhi İmam Gazali)
Bu hususta bir ayet-i kerime ve bir hadis-i şerif okuyalım;
فَتَعَالَى اللَّهُ الْمَلِكُ الْحَقُّ لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ رَبُّ الْعَرْشِ الْكَرِيمِ
Hak melik olan Allah pek yücedir, Ondan başka ilah yoktur; Kerim olan Arş’ın Rabbidir.( Mü’minün Suresi: 116)
Melik-i Hak ancak Allah (cc)’dır. Arşı azamda dahil zerreden kürreye, kainatta ne var ise hepsi Allah’ındır. Atomdan, Güneş sistemine, canlı hücrelerden, meleklere, gökler, yer, kürsi ve arş dahil her şey Yüce Allah’ın mülkündedir. Her şeyin meliki Allah (cc)’dur. Gerek malikiyet gerekse melikiyet mutlak manada ancak Allah’ındır, başka şeyde ise bu sıfatlar sadece izafidir.
Yukarıda okuduğumuz ayet-i kerimeden sonra Yüce Allah’ın Melik ism-i şerifi ile ilgili bir tanede hadis-i şerif okuyalım. İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) anlatıyor: “Resülullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: “Allahu Zülcelal Hazretleri, semavatı kıyamet günü dürer, sonra onları sağ eliyle alır, sonra der ki: “Ben Melik’im cebbarlar nerede? Büyüklük taslayanlar (mütekebbirler) nerede? “Sonra sol eliyle arzı dürer, sonra: “Ben Melik’im, cebbarlar, mütekebbirler nerede? der.”( Buhari, Tevhid 19; Müslim, Sıfatu’l-Münafikun 24; Ebu Davud, Sünne 21)
Nasıl ki mülkün tamamı Yüce Allah’a mahsus ise onun mülkünde olan kullarında hamdi sadece O’na mahsusdur. Mülkün sahibinin sadece Yüce Allah olduğunu bilenler, elindeki imkanlarla şımarmaz, mülkün gerçek sahibinin kendisini murakabe ve imtihan etmekte olduğunu anlar. Hesap gününü düşünür ve ancak Allah’a boyun eğerek teslimiyet ve kulluk vazifelerini yapar ve elindeki imkanları ancak sevap aracı olarak kullanmaya gayret eder.