BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd Alemrin Rabbi dalalet yollarından hidayete sevk eden Allah c.c’a mahsustur. Salat ve selam Hidayet yolunun öncüsü son peygamber Hz. Muhammed sav’e aline ashabına ve onların izini takip edenlerin üzerine olsun inşallah.
Hidayeti isteyen bir insanın onun zıttı olan dalaleti de bilmesi gerekiyor ki istediği şeye ulaşmasına engel teşkil edecek meseleleri hayatından çıkarta bilsin. Zira her şey zıddı ile kaimdir. Gece varsa gündüz vardır hak varsa batıl vardır hidayet varsa karşısında mutlaka dalalet te vardır. insan ahirete uzanan şu dünya yolculuğunda yürüyeceği yolu iyi seçmelidir. Zira kaybettiği takdirde tekrar yürümeye imkan bulamayacaktır. Bu gerçekten üzerinde çok düşünülmesi gereken bir hakikattir. İnsan şunu unutmamalıdır ki Ahiret hayatında ki karşılık bu dünyada ki gitmeyi tercih ettiği yola göre verilecektir. Bu sebeple aklını vahye tabi tutan her insanın yapması gereken her namazda da Rabbinden günde beş sefer tekrar edip istediği gibi hidayet üzere olmak ve o yol üzere ölmek için mücadele etmektir.
Dalalet ise; Yolunu şaşırma; kaybolma; azma; sapkınlık ve batıla yönelme. Ayrıca, helâk olmak, batıl şey ve unutmak mânâlarına geldiği gibi bilerek veya bilmeyerek, az veya çok doğru yoldan sapmak anlamlarına da gelir. Nitekim “dâll” ve “dalâl” hem peygamberler hem de kâfirler için kullanılmıştır: ” (Kardeşleri) dediler ki: Yusuf’la kardeşi babamıza bizden daha sevgilidir. halbuki bizler birbirine bağlı bir toplumuz. Herhalde babamız apaçık bir hata (dalâl) içindedir” (Yusuf, 12/8).
Âyette görüldüğü gibi, hata kelimesi “dalâl” ile ifade edilmiştir.
Duhâ sûresinde de peygambere hitaben; “Seni şaşırmış bulup da yol göstermedi mi?” (ed-Duhâ, 93/7) buyurulmaktadır. Buradaki şaşırma kelimesi de Kur’ân’da “dâll”, yani yolunu kaybetmiş, şaşırmış demektir.
Dilimizde dalâlete, sapmak, sapıklık ve sapkınlık denir. Dalâl, bazen gafletten ve şaşkınlıktan doğar. Bu münasebetle dalâl; gaflet, şaşkınlık, kaybolma ve helâk olma manalarına da kullanılır.
Aslında dalâl, yoldan sapmak demek olduğu gibi, aklî sapma anlamlarında da kullanılmıştır. Biz de dalâlet ve sapkınlığı batıla düşmeyi sadece dinde; dalâl ve sapıklığı da akıl ve sözde kullanırız. Dâll kelimesinin çoğulu olan “dâllîn”, tam manasıyla, sapkınlar demektir.
“Kim imanı küfürle değiştirirse şüphesiz dosdoğru yoldan sapmış olur” (el-Bakara, 2/108)
“Allah’a ortak koşan kimse şüphesiz derin bir sapıklığa düşmüştür” (en-Nisâ, 4/116)
“Allah ve Rasülü bir işe hüküm verdiği zaman, mümin kadın ve erkeğin o işlerinde seçme hakkı yoktur. Kim Allah ve-Rasülü’ne karşı gelirse apaçık bir sapıklığa düşmüş olur” (el-Ahzâb, 33/36)
Yukardaki âyetler, ister mümin olsun ister kâfir, Allah’ın ve Rasûlü’nün emir ve teklifleri karşısında inat edip ondan deliller ve harikulâde şeyler istemek suretiyle Peygamber’i müşkül durumda bırakmaya çalışmalarının onları doğru yoldan sapmış kimseler olarak nitelendirmeye götüreceğini ihtar etmektedir.
“İbrahim, babası Âzer’e: Sen bir takım putları ilâhlar mı ediniyorsun? Doğrusu ben seni ve milletini apaçık bir sapıklık içinde görüyorum demişti. ” (el-En’am, 6/74).
Halbuki Hz. İbrahim Kur’ân ifadesiyle yumuşak, müsamahakâr, temiz huylu ve halîm birisidir. Fakat akîde söz konusu olunca, ne babalık kalır ne de evlâtlık… Dalâleti seçenlere karşı tavır budur.
“…Allah, müminlere lütufta bulunmuştur. Halbuki daha önce apaçık bir (dalâl) sapıklık içindeydiler. ” (Âli İmrân, 3/164).
Daha önce, tasavvurda, itikatta, hayatî mefhumlarda, gaye ve yönelişlerde, âdet ve gidişatta, nizam ve prensiplerde dalâlet; sosyal ve ahlâkî yaşayışta da sapıklık içindeydiler. Allah, lütufta bulunarak onları, sapıklıktan doğru yola çıkarmıştır:
“Ey Muhammed! Sana indirilen Kur’ân’a ve senden önce indirilenlere inandıklarını iddia edenleri görmüyor musun? Tâğutun önünde muhakeme olunmalarını isterler. Oysa onu reddetmekle emr olunmuşlardı. Şeytan onları derin bir sapıklıkla saptırmak ister. ” (en-Nisâ, 4/60)
İşte iman ettiğini söyleyip; Hakk’ın önünde muhakeme edilmeye çağrılınca, tâğutun hükmünü Hakk’ın hükmüne tercih edenler, gerçekte şirk ve apaçık bir sapıklık içindedirler. Şeytan da, onların, bu sapıklıklarında daha da derinleşmelerini ister ve nitekim çoğu zaman başarır.
Dalâlet kelimesinden geçişli olarak türetilen “idlâl” da saptırmak anlamına gelir. Şöyle ki: “Onlardan bir güruh seni saptırmaya yeltenmişti. Onlar yalnızca kendilerini saptırırlar, sana hiçbir zarar veremezler. ” (en-Nisâ, 4/113)
Tirmizî, Hakim ve İbni Cerir’in Katade b. Numan’dan rivayet ettiklerine göre “Bu ayetler Tu’me b. Ubeyrık hakkında nazil olmuştu. Tu’me ensarın Zafe-roğullan kolundan bir kimse idi. Yanında emanet olarak bulunan amcasının zırhını çalmıştı. Bu zırhı bir un çuvalının içine saklamıştı. Un zırhhın açtığı deliklerden dökülüyordu. Bu un çuvalını da Zeyd b. Semîn adlı bir Yahudiye vermişti. Zırhı Tu’me’nin evinde aradıklarında bulamadılar. Tu’me bu zırhı almadığına ve bunun hakkında hiçbir bilgisi olmadığına dair yemin etti. Unun izini takip ettiler. Nihayet Yahudinin evine ulaşıp zırhı aldılar. Yahudi:
– Bu çuvalı bana Tu’me verdi, dedi. Yahudilerden bir grup da buna şahitlik ettiler. Fakat Tu’me bunu inkâr etti. Tu’me’nin kabilesi olan Zaferoğulları:
– “Resulullah (s.a.)’a gidelim,” dediler ve Peygamberimiz (s.a.)’den arkadaşlarını savunmasını istediler. Peygamberimiz’e:
– “Bunu yapmazsan arkadaşımız helak olur, rezil olur. Yahudi suçsuz olur.” dediler.
Peygamberimiz (s.a.) de olayın bu şekilde olmuş olacağını umuyordu. Gönlü onlarla beraber olup Yahudinin cezalandırılması şeklinde idi. Bunun üzerine bu ayet indi.
Müfessirlerden bir grubun görüşü budur,
Dalâletin unutma ve yanılma anlamına geldiği de olur. Aşağıdaki âyet buna bir örnektir: Borç verirken yazılmasını ve şahit getirilmesini isteyen âyet, devamla; “Eğer iki erkek bulunamazsa rıza göstereceğiniz şahitlerden olmak üzere bir erkekle iki kadın gösterin ki, onlardan biri yanılırsa diğeri onu düzeltsin. ” (el-Bakara, 2/282). Görüldüğü gibi burada yanılma olarak tercüme edilen kelime Kur’ân’da “dalâlet “ten türeyen, “dallet” sözcüğüdür.
Peygamber (s.a.s.)’in hadislerinde de, sapıklığın dalâlet olarak geçtiğini görmek mümkündür. Bir örnek olmak üzere aşağıdaki hadisle yetinelim:
“Sonradan uydurulan şeylerden sakınınız. Çünkü sonradan uydurulan her şey bid’attır. Ve her bid’at sapıklık (dalâlet)tır. ” (Ebû Dâvûd, es-Sünne, 5)
Rabbim sapıklığın her çeşidinden bizleri muhafaza etsin. AMİN.
VELHAMDULİLLAHİRABBİLALEMİN..