Hamd Alemlerin Rabbi Rahman ve Rahim Din gününün sahibi olan Allah (C.C)’a mahsustur. Salat ve selam Alemlere Rahmet olarak gönderilen mahlukatın ekmeli ve önderi kendisine tabi olunmadığı müddetçe kurtuluşun mümkün olmadığı Hz. Muhammed sav’e aline ashabına ve onları takip edenlerin üzerine olsun.
İnsan yeryüzüne kulluk yapmak gayesiyle gönderilmiştir. Fakat bu kulluğu kendi benceleriyle “kıl beşi kurtar başı, oku kuranı gir cennete” gibi zanlarla ve sanılarla yerine getiremez. Hedefi Allahc.c’ı razı etmek olan bir insan bunu akıl mahsulü düşüncelerle gerçekleştiremez!
Evvela bu dinin bir sahibi olduğunu ve dini nasıl ve ne şekilde yaşanacağını gönderdiği ilahi kitapla bildirdiğini onu razı etmenin yolunun ise o kitabı anlamaktan geçtiğini yani dini herkesin kendi kafasına göre yaşayamayacağını insanın çok iyi idrak etmesi gerekiyor. Bu sebeple dini yani islamı yaşamak isteyen bir kimse öncelikle islamın delillerini çok iyi bilmelidir ki, yapacağı yada yapmayacağı şeyi ne için , kime ve neye göre yapmalı yada yapmamalı bunun bilincinde bir itaat gerçekleştirebilsin. Falanca şöyle dedi filanca böyle dediler insanın hayatına yön vermemeli çünkü falancalar filancalar bu dinin delilleri değildirler.
Şer’î deliller, şer’î hükümleri çıkarma yolları. Edille, delil kelimesinin çoğuludur. Delil de, kendisiyle, arzulanan bir amaca ulaşılan rehber, kaynak, dayanak demektir. Usûl-i Erbaa, Edille-i Erbaa da denir.
Edille-i Şer’iyye, yahut şer’î deliller, en genel anlamda İslâm hukukunun kaynaklarını teşkil eder. Diğer bir ifadeyle, edille-i şer’iyye, hüküm çıkarmada başvurulan esaslar olarak ifade edilebilir. Kavramın ortaya çıkışı Etbau’t-Tâbiin devrinden sonradır. Üzerinde düşünülmesi veya kavranılmasıyla, istenilen hükme ve sonuca ulâştırân şeydir (Hayreddin Karaman, Fıkıh Usûlü, 42). Kesin veya zannı olarak genel hüküm ifâde eder.[1]
Edille-i Şeriyye sırasıyla; “Kitap, Sünnet, İcma, Kıyas”tır.
Edille-i Şer’iyye’nin dört ile sınırlândırılmasının gerekçeleri için şunlar söylenir: Delil, menşe itibariyle ya vahiy kaynaklıdır ya da değildir. Eğer vahiy kaynaklı ise, bu vahiy ya “metlüvv” ki bu Kur’an’dır veya “gâyr-i metlüvv” olur ki bu dâ Sünnettir.
Delilin vâhiy kaynaklı olmaması durumunda ise şu iki ihtimal söz konusudur: Bu delil, bir asırdaki bütün müctehidlerin ortak görüşü ise “icmâ”, her müctehidin ferdî görüşü ise “kıyas” adını alır (Büyük Haydar Efendi, Usûl-i Fıkıh Dersleri, 20).
Şurası muhakkaktır ki; bir mükellefin, lehindeki ve aleyhindeki haklarını tesbit kat’i delillerle mümkündür. İmam-ı Şafii (rha): “Kat’i bir habere dayanmadan veya ictihad yapmadan bir söz söylemek günaha çok yakındır. Allahû Teâla (cc) Resûl-i Ekrem (sav)’den başka hiç kimseye ilmi bir delile dayanmadan “Din” hususunda herhangi bir söz söyleme hakkı tanımamıştır. İlmi delil ise: Kitab, sünnet, icma-i ümmet, asar ve mahiyetini beyana gayret ettiğim kıyas-ı fukaha’dır”buyuruyor. Dolayısıyla; şer’i herhangi bir delile dayanmadan din hususunda “Şahsi kanaat belirtmek” büyük bir vebaldir.
islam heva dini değildir. “Hevasını islama tabi kılmayan tam manasıyla iman etmiş sayılmaz.” Buyuruyor Allah Rasulu (sav). İslam söz konusu olduğunda “ama” lar “bence” ler “bana göre” ler “bu çağ, bu devirde” gibi Cümleler rafa kalkmak zorunda.
“Eğer sana cevap vermezlerse, bil ki onlar, sırf heveslerine uymaktadırlar. Allah’tan bir yol gösterici olmaksızın kendi hevesine uyandan daha sapık kim olabilir? Elbette Allah zalim kavmi doğru yola iletmez.” (Kasas 50)
Tefsirül Münir: ““Eğer onlar senin sözüne icabet etmezlerse bil ki onlar sırf heva ve heveslerine uymaktadırlar.” Yani onlar senin söylediğin şeyi kabul etmezler ve hakka uymazlarsa ve onlara teklifte bulunduğun Kur’an’a ve senin peygamberliğine iman esasını yerine getirmezlerse bil ki onlar bu batıl inançlarında hiçbir delil ve hüccet olmaksızın sadece heva ve heveslerine uymaktadırlar. Onlar bu halleriyle heva ve heves topluluğudurlar.
“Allah’ın hidayetinden mahrum olarak kendi heva ve heveslerine uyanlardan daha sapık kim vardır?” Yani nefsî arzusuyla hareket eden, Allah’ın kitabından alınmış bir hüccet olmaksızın şehvetlerine tabi olan, Allah tarafından isabetli bir delili bulunmayan kimseden başka hidayet ve hak yoldan ayrılan daha sapık kim vardır? Bu ayet inançlar hususunda taklitçiliğin batıl ve fasit olduğuna, mutlaka hüccet ve delil getirmenin gerekli olduğuna delâlet etmektedir.
“Şüphesiz ki Allah zalim kavmi doğru yola iletmez.” Yani Allah şirk koşmaları, isyankârlık etmeleri, peygamberleri yalanlamaları ve nefsî arzulara tabi olmaları sebebiyle kendi nefislerine zulmeden kimseleri hakka ve hidayete muvaffak kılmaz. Bu hüküm bütün kâfirleri içine alan genel bir hükümdür.
Kur’an’ın parça parça indirilmesinin hikmetine gelince, bu konuda şöyle buyuruluyor:
“Gerçekten biz iyice düşünsünler diye onlara vahyi peşpeşe yetiştirdik.” Yani biz
Kureyşliler ve diğer insanlar Kur’an’da bulunan hayırları ve salahına dair hükümlere dikkat edip ibret alsınlar, Kur’an’a, onu indirene ve kendisine Kur’an indirilene iman etsinler, Kur’an’ın kendisinden önceki kitapların bazı hükümlerini tasdik edip bazı hükümlerini nesh ettiğini görsünler diye ilâhî hikmetin ve maslahatın delâlet ettiği şekilde, her asra ve zamana uygun olarak Kur’anı parça parça ve art arda indirdik.”
Kılavuzsuz yola çıkan insan yolunu doğrultamayacağı gibi, dinde delilsiz yola çıkanda yolunu doğrultamaz. Batılın, bidatlerin ,her türlü cahiliyenin karanlıklarında bocalar durur.
(Bu gün insanlar bilmedikleri herhangi bir ilim dalı ile ilgili görüş bildiremeyeceklerini çok iyi biliyorlar. Mesela kalp cerrahı olmayan biri kalp ameliyatıyla ilgili herhangi bir şey söyleyemez, söylese de akıl sahibi biri buna ne kadar itibar eder? Ancak söz konusu Allah’ın dini islam olunca herkes kendini söz sahibi zannedebiliyor. Herkesin mutlaka bilse de bilmese de elinde bir delili olsa da olmasa da söylecek çok şeyi var. Ancak şurası iyi anlaşılmalıdır ki islam herkesin kendi görüşünü beyan edebileceği canı nasıl isterse o şekilde yorumlayabileceği bir din değildir. Bu dinin sahibi alemlerin Rabbi Allah c.c’dır. Ve o dini konusunda delilsiz söz söyleme hakkını Rasulullah sav’den başkasına tanımamıştır. O zaman din hakkında konuşulacaksa bunlar mutlaka şer’i bir delile dayanmak zorundadır. Kaynaksız, delilsiz şeylerle amel etmek insanı şeytanın oyununa düşürür. Ki bizler bir su içeceğimiz zaman dahi o suyun kaynağına bakıyorsak yani sağlığımız hakkında çok titiz davranıyorsak Allah’ın dini söz konusu olduğunda aynı hassasiyeti göstermek zorundayız. Zira birinde sağlığımız diğerinde Ahiretimiz söz konusudur. Bu sebeple bu gün islam adına her ağızdan çıkan sese kulak kabartılmamalı, din hususunda titiz davranılmalı söylenenlerin delili olup olmadığı araştırılmalı. Bir bakıyoruz ki islam adına birçok şey yapılıyor bunu neye göre yaptın dediğimiz kişiler “işte herkes yapıyor diyor, çoğunluk bu dinde delil değildir. Ya da falanca hoca şöyle dedi filanca kişi böyle dedi” diyerek karşılık veriyor. Peki bunu neye göre dedi? İşte adam bilmez mi yıllardır tanınıyor vs. gibi cümlelerle karşılaşılıyor maalesef. Ancak daha falancanın filancanın bu dinin delili olmadığını islam fıkhının kendine ait delilleri olduğunu bilmiyor islamı yaşamayı çok arzulayan biri! Ozaman islamı yaşamakta samimi olan biri önce islamı tanıyacak. Ve tanımaya doğru yerden başlayacak. İslam da ilk öğrenilmesi gereken ilim “Tevhid ilmidir.” Cündüp b. Abdullah (ra) şöyle demektedir.
“Biz ergenlik çağına yaklaşmış bir grup genç, Resulullah (sav) ile beraberdik. Kur’anı öğrenmezden önce imanı öğrendik. Sonra da kura’anı öğrendik. Kur’an sayesinde imanımız daha da arttı.” (İbni mace) )
Rabbim dinini doğu tanımayı ve yaşamayı bizlere nasip etsin AMİN…
VELHAMDULİLLAHİRABBİLALEMİN…