BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
DİNDE DELİLİN ÖNEMİ :SÜNNET (3)
Rasûlüllah (s.a.s)’in emrine aykırı davranmanın sonuçlarına bir âyette şöyle yer verilir: “Peygamberin çağırmasını; kendi aranızda birbirinizi çağırmanız gibi saymayın. Allah, içinizden bir diğerini siper ederek sıvışıp gidenleri muhakkak bilir. Onun buyruğuna aykırı hareket edenler, başlarına bir belâ gelmesinden veya elîm bir azaba uğramaktan sakınsınlar.” (Nûr, 24/63).
İbni kesir:
“İbn Abbâs’tan rivayetle D&hhâk der ki: Onlar: Ey Muhammed, ey Ebul-Kâsım, derlerdi, tşte Allah Teâlâ Peygamberi (s.a.)nin sânını yücelterek onlara bunu yasakladı. Onlar: Ey Allah’ın elçisi, ey Allah’ın peygamberi, dediler. Mücâhid ve Caîd İbn Cübeyr de böyle söylemiştir. Katâde der ki: Allah Teâlâ peygamberi (s.a.)ne ta’zînıde bulunulmasını, tebcil olunmasını ve riyasetinin kabul edilmesini emretmiştir. «Peygamberin çağırmasını; kendi aranızda birbirinizi çağırmanız gibi saymayın.» âyeti hakkında Mukâtil (İbn Hayyân) der ki: Âyet-i kerîme’de şöyle buyruluyor: Onu çağırdığınız zaman; ey Muhammed, diye isimlendirmeyin, ey Abdullah’ın oğlu, demeyin. Fakat ona değer verip yücelterek; ey Allah’ın peygamberi, ey Allah’ın elçisi, deyin, Mâlik, «Peygamberin çağırmasını; kendi aranızda birbirinizi çağırmanız gibi saymayın.» âyeti hakkında Zeyd İbn Eslem’in şöyle dediğini nakleder: Allah Teâlâ onlara, Allah Rasûlüne değer vermelerini ve onu yüceltmelerini emretmiştir. Bu, açıklamalardan biridir ve âyetin akışından anlaşılan da budur. Nitekim Allah Teâlâ başka âyet-i kerîmelerde şöyle buyurur: cEy îmân edenler; bizi de dinle, demeyin, bizi de gözet, deyin ve dinleyin.» (Bakara, 104), «Ey îmân edenler; seslerinizi peygamberin sesinden yüksek çıkarmayın. Birbirinize bağırdığınız gibi peygambere bağırmayın. Yoksa siz farkına varmadan amelleriniz boşa gider… Sana hücrelerin ötesinden seslenenlerin çoğunun akıllan ermez. Eğer onlar sen yanlarına çıkıncaya kadar sabretselerdi, kendileri için elbette daha hayırlı olurdu. Allah Gafûr’dur, Rahîm’dir.» (Hucurât, 2, 4-5). Bütün bunlar Hz. Peygamber (s.a.) ile karşılıklı konuşma, onunla ve onun yanında konuşma âdâbındandır. Nitekim ona bir istekte bulunulmadan önce sadaka takdim etmekle de emrolunmuşlardır.
Bu konudaki ikinci görüşe göre; «Peygamberin çağırmasını; kendi aranızda birbirinizi çağırmanız gibi saymayın.» âyetinin anlamı şudur: Onun bir başkasına bedduasının bir başkasının duası gibi olduğunu sanmayın. Şüphesiz onun duası makbuldür, onun duasına icabet olunur. O halde onun bedduasından sakının ki helake uğramayasmız. îbn Ebu Hatim bu görüşü İbn Abbâs, Hasan el-Basrî ve Atiyye el-Avfî’den nakleder ki, en doğrusunu Allah bilir.
Mukâtil ibn Hayyân, «Allah içinizden bir diğerini siper ederek sıvışıp gidenleri muhakkak bilir.» âyeti hakkında şöyle diyor: Bunlar münafıklardır. Cum’a günkü konuşma —bu konuşma ile hutbeyi kasdedi-yor—onlara ağır gelirdi de, Allah Rasûlü (s.a.)nün ashabından bazılarının arkasına saklanarak mescidden çıkarlardı. Allah Rasûlü (s.a.), cum’a günü hutbeye başladıktan sonra Hz. Peygamber (s.a.) in izin vermesi dışında mescidden kimsenin çıkması doğru değildi. Onlardan birisi çıkmak istediği zaman parmağı ile Hz. Peygamber (s.a.)e İşaret eder ve I?z. Peygamber ona konuşmaksızın izin verirdi. Zîrâ Hz. Peygamber (s.a.) hutbe okurken onlardan birisi konuştuğu takdirde cum’ası boşa giderdi. Süddî der ki: Onlar, Hz. Peygamber ile beraber bir cemaatta bulundukları zaman birbirlerinin arkasına saklanırlardı ki, Hz. Peygamberin görüş alanından çıksınlar ve onları görmesin. «Allah içinizden bir diğerini siper ederek sıvışıp gidenleri muhakkak bilir.» âyeti hakkında Katâde der ki: Yani Allah’ın peygamberi ve kitabından saklanıp gizlenerek sıvışıp gidenler. Süfyân ise «Allah, içinizden bir diğerini siper ederek sıvışıp gidenleri muhakkak bilir.» âyetinde saftan ayrılarak sıvışıp gidenleri, demiştir. Mücâhid, âyetteki kelimesini; zıddına, tersine, olarak anlamıştır.
O’nun buyruğuna aykırı hareket edenler, başlarına bir belâ gelmesinden sakınsınlar.» Allah Rasûlü (s.a.) nün emrine, yoluna, metoduna, sünnetine ve şeriatına aykırı hareket edenler bundan sakınsın. Zîrâ sözler ve ameller, onun sözleri ve amelleri ile ölçülüp değerlendirilir. Ona uygun olanlar kabul olunur, ona zıd olanlar ise söyleyen veya yapanı her kim olursa olsun kendisine geri çevrilir. Nitekim Buhârî ve Müslim’in Sahîh’lerinde ve başka eserlerde Allah Rasûlü (s.a.)nden rivayetle sabit olduğuna göre o, şöyle buyurmuştur:
Her kim ki bizim işimizin üzerinde olmadığı bir iş işlerse, o merdûd-dur. Yani gizlide veya açıklıkta Allah Rasûlünün şeriatına aykırı hareket edenler; kalblerine küfür, nifak veya bid’at gibi bir fitnenin gelmesinden veya dünyada öldürme, hadd cezası uygulanma veya hapis veya benzeri şekilde can yakıcı bir azaba uğramaktan sakınsınlar, tmâm Ahmed der ki: Bize Abdürrezzâk’ın… Ebu Hüreyre’den rivayetinde Allah Rasûlü (s.a.) söyle t>uyurmuştur:..Benim ve sizin benzeriniz, ateş yakan bir-ada-mını benzeri gibidir. Etrafım aydınlattığı zaman kelebekler ve ateşin ışığına gelen hayvancıklar ateşin içine düşerler. Adam onları engellemeye başlar ve fakat ona üstün gelip kendilerini ateşin içine atarlar, tşte benim ve sizin benzeriniz budur. Ben sizin bellerinizden (kuşaklanmadan) tutmuş ateşten alıkoyuyorum ve: Ateşten bana gelin, diyorum. Siz ise bana üstün gelip kendinizi ona atıyorsunuz. Buhâri ve Müslim hadîsi Abdürrezzâk kanalıyla tahrîc etmişlerdir.”
Hz. Peygamber’in hayatında ve vefatından sonra ashab-ı kiram onun sünnetine uymak gerektiğinde birleşmişlerdir. Sahabe, Allah elçisinin emir ve yasaklarına uyuyor, helal dediğini helal, haram dediğini haram olarak kabul ediyordu. Nitekim Muaz b. Cebel (r.a) Yemen’e vali olarak giderken, orada; Allah’ın kitabı ile hüküm vereceğini, bunda bulamazsa Rasûlünün sünnetine başvuracağını belirtmiştir. Bunu işiten Hz. Peygamber’in rızasını açıkladığı nakledilir (Tirmizi, Ahkâm, 3; Ahmed b. Hanbel, V, 230, 236, 242; Şâfıî, el-Ümm, VII, 273). Diğer sahabiler de, herhangi bir mesele hakkında Kur’ân’da bir hüküm bulamadıkları zaman Hz. Peygamber’in sünnetine başvuruyordu. Hz. Ebû Bekir, bir olay hakkında bildiği bir hadis yoksa, bunu sahabe topluluğuna arz eder, o konuda bir hadis bilenin olup olmadığını öğrenmeye çalışırdı. Hz. Ömer’in, tabiılerin ve bunları izleyen Tebe-i tâbiîn’in metodu da böyledir.”
Kur’ân-ı Kerîm’de, Peygamber (s.a.s)’in Allah’tan vahiy alarak konuştuğu belirtilir. “O, kendiliğinden konuşmamaktadır. O’nun konuşması ancak indirilen bir vahiy iledir” (en-Necm, 53/3, 4). “Sana Allah’ın bol nimet ve rahmeti olmasaydı, onlardan bir takımı seni saptırmaya çalışırdı. Halbuki onlar, kendilerinden başkasını saptıramazlar, sana da bir zarar veremezler. Allah sana Kitap ve Hikmeti indirmiş ve bilmediğini öğretmiştir. Allah’ın sana olan nimeti büyüktür” (en-Nisâ’, 4/113).
Diğer yandan Kur’ân âyetleri, Hz. Peygamber’e iman edilmesini açıkça bildirir. Şu âyette Allah’a ve Rasûlüne imanın yan yana zikredildiği görülür: “Âllah’a ve okuyup yazması olmayan (ümmî) Peygamber’e iman edin; o Peygamber de Allah’a ve O’nun sözlerine iman etmiştir ve ona uyun ki hidayete eresiniz” (el-A’râf, 7/158). Başka bir âyette de şöyle buyurulur: “Âllah ve peygamberine iman eden mü’minler peygamberlerle birlikte bir işe karar vermek için toplandıklarında, ondan izin almaksızın gitmezler” (en-Nûr, 24/62).