sohbetlerözlü sözleryazarlarmakalelervideolartefsir derslerikavram derslerimedaricus salikin

EBU’L A’LÂ MEVDUDİ BAKIŞ AÇISIYLA BAKARA SURESİ 169 VE 178. AYETLER ARASI

EBU’L A’LÂ MEVDUDİ BAKIŞ AÇISIYLA BAKARA SURESİ 169 VE 178. AYETLER ARASI
29.07.2019
708
A+
A-

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM

 

Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.

169- O, size yalnızca, kötülüğü, çirkin-hayasızlığı ve Allah’a karşı bilmediğiniz şeyi söylemenizi emreder.(167)
170- Ne zaman onlara: “Allah’ın indirdiklerine uyun” denilse, onlar: “Hayır, biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye (geleneğe) uyarız” derler.(168) (Peki) Ya atalarının aklı bir şeye ermez ve doğru yolu da bulmamış idiyseler?
171- Küfre sapanların örneği çağırma ve bağırmadan başka bir şeyi duymayan (duyduğu şeyin anlamını bilmeyen hayvan) a haykıranın örneği gibidir.(169) Onlar, sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler; bundan dolayı akıl erdiremezler.
172- Ey iman edenler size rızık olarak verdiklerimizin temiz olanlarından yiyin ve yalnızca O’na kulluk ediyorsanız,(170) (yine yalnızca) Allah’a şükredin.
173- O, size ölüyü (leşi) , kanı, domuz etini ve Allah’tan başkası adına kesilmiş olan (hayvan) ı kesin olarak haram kıldı.(171) Fakat kim kaçınılmaz olarak muhtaç kalırsa, taşkınlık (ve saldırı) yapmamak ve haddi aşmamak şartıyla (ölmeyecek oranda yiyebilir) , ona bir günah yoktur. Gerçekten Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.(172)
174- Allah’ın indirdiği Kitaptan bir şeyi gözardı edip saklayanlar ve onunla değeri az (bir şeyi) satın alanlar; onların yedikleri, karınlarında ateşten başkası değildir.(173) Allah kıyamet günü onlarla konuşmaz ve onları arındırmaz.(174) Ve onlar için acıklı bir azab vardır.

AÇIKLAMA

167. Yani, “Şeytan, insanları, yiyecek ve içeceklerle ilgili bu tür hurafelerin dinin bir parçası olduğuna inandırarak kandırır. Oysa bunların Allah’tan olduğunu gösteren hiç bir otorite yoktur.”
168. Onların bu bâtıl gelenekleri ile ilgili tek otoriteleri bunların, atalarının da gelenekleri olmasıdır. Ahmak izleyiciler bu tür bir geleneği uyulması gereken bir otorite olarak kabul ederler.
169. Bu misalin iki veçhesi vardır:
1) Bu insanlar, çobanlarının nida ve çağrısını duyan ve kelimelerin anlamını anlamaksızın onların nidasına doğru giden sığır sürüleri gibidirler.
2) Onlara nasihat etmek, sadece sesleri duyan, fakat kendilerine söylenen sözlerin anlamını ve ifade ettiklerini kavrayamayan bir sığıra nasihat etmek gibidir.
170. İnananlara, rahipler, hahamlar, din bilginleri ve atalar tarafından konulan her tür gereksiz, yanlış ve gayri meşru yasağı kaldırmaları emredilmektedir.
Eğer söyledikleri gibi gerçekten Allah’a inanıyorlarsa, Allah’ın yasakladığı şeyleri yemekten kaçınmalı ve O’nun helâl kıldıklarını, hiç tereddüt etmeksizin yemelidirler.
Bir hadis-i şerifte, Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur: “Bizim kıldığımız gibi namaz kılan, yüzünü bizim kıblemize çeviren ve bizim boğazladığımızı yiyen kimseler müslümandır.” Bu nedenle eğer bir kimse Allah’ın helâl ettiği şeyleri yemekte şüpheye düşerse, Kâbe’ye yönelerek namaz kılsa bile henüz gerçek bir müslüman olmamış demektir. Eğer gerçekten ve samimiyetle müslüman olmuşsa, cahiliye inançlarını ve önyargılarını bir tarafa bırakmalıdır. Eski âdet ve geleneklere devam etmesi o kişinin hâlâ cahiliye zehiri ile zehirlenmekte olduğuna bir delildir.
171. Bu, hem Allah’tan başkası adına kesilen hayvanın eti, hem de Allah’tan başkasına sunulan yiyeceği ihtiva eder. Gerçekte her şey Allah’ındır ve her şeyi veren O’dur; bu nedenle O’na şükrün bir nişanesi olarak her şey Allah’ın adı anılarak yapılmalıdır. Eğer Allah’tan başkasının adı anılarak yapılırsa, bu, o kişi veya şeyin, en azından bu niteliklerle Allah’a ortak olarak kabul edilmesi anlamına gelir.
172. Bu ayette temiz olmayan bir şeyin şu üç şartla kullanılmasına izin verilmektedir: 1) Aşırı bir ihtiyaç durumunda. Örneğin, eğer bir kişi açlıktan veya susuzluktan ölmek üzereyse veya bir hastalık nedeniyle hayatı tehlikedeyse ve pis olan şeyden başka kullanabileceği başka şey yoksa, o zaman onu kullanmasına izin verilir. 2) Kişi böyle yaparken kalbinden Allah’ın kanununu çiğnemek gibi bir istek geçirmemelidir. 3) Kişi gerekli olandan bir lokma bile fazla kullanmamalıdır. Meselâ böyle bir durumda, eğer haram olan şeyden bir-iki lokma veya damla hayatı kurtarmaya yetecekse, kesinlikle bundan fazlası alınmamalıdır.
173. Bunlar, ilâhî kitapları bildikleri halde onları halktan gizleyen ve aralarında yaygın olan tüm bâtıl inanç, kötü gelenek ve gereksiz kısıtlamalardan sorumlu, yeni yeni kurallar uyduran bilginlerdi. Ayrıca onların bir suçu daha vardı. Halk arasında kasten yaygınlaştırılan cahillik nedeniyle ortaya çıkan kötü davranış ve geleneklere karşı bir tek kelime bile söylememişlerdi. Sadece bununla da kalmamış, çoğunluğun bu üzücü durumunu kendileri için avantajlı bulmuş ve bu nedenle Allah’ın emirlerini halktan gizli tutmaya devam etmişlerdi.
174. Burada “ruhani önderler” ve “azizler” denilen kişiler hakkındaki yanlış inanç ve iddialar reddedilmektedir. Bu kimseler kendilerini halka çok dindar ve kutsal olarak göstermeye çalışmışlar ve halk da onlara her zaman inanmıştı. Onlar, Allah katında, hak adına şefaat edip onların bağışlanmasını sağlayabileceklerini sanıyor, halk da bunlara inanıyordu. Allah burada bu “ruhani önderler”e değil şefaat yetkisi vermek, onlarla konuşmayacağını onları dindar ve kutsal olarak kabul etmeyeceğini bildirmektedir.

175- Onlar, hidayete karşılık sapıklığı, bağışlanmaya karşılık azabı satın almışlardır. Ateşe karşı ne kadar dayanıklıdırlar.
176- Bu, Allah’ın Kitabı şüphesiz hak olarak indirmesindendir. Kitap konusunda anlaşmazlığa düşenler ise uzak bir ayrılık içindedirler.
177- Yüzlerinizi doğudan ve batıdan yana çevirmeniz iyilik(175) değildir. Ama iyilik, Allah’a, ahiret gününe, meleklere, Kitaba ve peygamberlere iman eden; ona olan sevgisine rağmen, malı yakınlara, yetimlere, yoksullara, yol oğluna (yolda kalmışa) , isteyip-dilenene ve kölelere (özgürlükleri için) veren; namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren ve ahidleştiklerinde ahidlerine vefa gösterenler ile zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda (direnip) sabredenler(in tutum ve davranışıdır) . İşte bunlar, doğru olanlardır ve müttaki olanlar da bunlardır.
178- Ey iman edenler, öldürülenler hakkında size kısas(176) yazıldı (farz kılındı) . Özgüre karşı özgür, köleye karşı köle ve dişiye karşı dişi.(177) Fakat kimin (hangi katilin) lehinde, onun (maktulün) kardeşi(178) (varisi veya velisi) tarafından bağışlanırsa, artık (yapılması gereken) örfe uymak (179) (ve) ona (maktulün varis veya velisine) güzellikle (diyet) ödemektir. Bu, Rabbinizden (size) bir hafifletme ve bir rahmettir. Artık kim de bundan sonra tecavüzde bulunursa, onun için elem verici bir azab vardır.(180)

AÇIKLAMA

175. İbadetlerin dış formlarına verilen önemin anlamsızlığını göstermek üzere, örnek olarak, yüzünü doğuya veya batıya döndürmenin gerçek iyilik (birr) olmadığına işaret edilmektedir. Burada, bazı dinî formalite ve törenleri icra etmenin veya dindarlık gösterisinin gerçek iyilik olmadığı ve Allah katında önem ve değeri bulunmadığı anlatılmak istenmektedir.
176. Arapça kısas kelimesi, adam öldürme olaylarında cana karşılık can kuralını ifade eder. Bununla birlikte, öldüren kişinin cinayeti işlediği şekilde öldürülmesi gerektiği anlamına gelmez. Sadece, diğerinin canını aldığı için, onun da canının alınması gerektiği anlamına gelir.
177. Adalet taleplerine cevap vermek üzere, burada, insan hayatının taşıdığı değerin eşitliği ilkesi ortaya konulmaktadır. Kan bedeli ve cezası, ne öldürenin, ne de öldürülenin sınıfına bakarak belirlenemez. Bu nedenle öldüren kimsenin, kendisinin kan cezasını ödemekle sorumlu olduğu açıkça bildirilmektedir.
İslâm’dan önce insanlar kendi kabilelerinden öldürülen biri için çok yüksek bir diyet belirliyorlar ve öldürenin kabilesinden aynı değerde bir üyenin veya öldürülenin değerine göre diğer kabileden birçok, bazen de yüzlerce adamın canını istiyorlardı.
Diğer taraftan eğer öldüren, öldürülenden daha yüksek bir toplumsal sınıfa dahilse, o zaman onların “adaletleri” öldürenin canının alınmamasını gerektiriyordu. Bu kan bedelinin belirlenmesindeki eşitsizlik sadece o cahiliye dönemi ile sınırlı değildir. Bugün bile “medenî” uluslar kendi ülkelerinden bir kişinin öldürülmesine karşılık, katilin ülkesinden elli kişiyi öldüreceklerini açıkça söylemekten utanmamaktadırlar. Bu tehditleri pratikte uygulamaya da koymaktadırlar. Çoğu zaman köle ülkeye mensup yüzlerce kişinin, yöneten ülkeye mensup bir kişinin öldürülmesine karşılık öldürüldüğünü duyuyoruz. Örneğin 20. yüzyılda bile, Sör Lee Astek adlı bir İngiliz’in öldürülmesi üzerine, medeniyet havarisi İngilizler tüm Mısır halkından bunun intikamını almışlardır. Fakat katil eğer “medenî” yöneten bir ülkeye mensupsa ve öldürülen de “medenî olmayan” köleleştirilmiş bir ülkeye mensupsa, onların hâkimleri katile ölüm cezası vermemektedirler. Bu adaletsiz kanunlara karşı önlem almak için Allah, ikisinin de sınıf seviyelerine bakılmaksızın öldüren kimseye karşılık, sadece ve sadece öldüren kişinin canının alınması gerektiğini bildirmektedir.
178. Burada “kardeş” kelimesinin kullanılması bir tür tavsiye içerir. “Öldüren kişinin size çok büyük zarar verip incitmiş olmasına rağmen, yine de o her şeyin ötesinde sizin insan olarak kardeşinizdir. Bu nedenle yanılan kardeşinize karşı hiddetinizi yener, intikam almaktan vazgeçer ve ölüm cezasını kaldırırsanız, insan olarak derecenizi yükseltmiş olursunuz.”
Bu ayet aynı zamanda, İslâm Ceza Hukuku’na göre, cinayetin bağışlanabilir bir suç olduğunu göstermektedir. Bu ayet, eğer dilerlerse öldürülen kişinin ailesinin katili bağışlamalarına izin verir. Bu durumda mahkeme, katile ölüm cezası vermek konusunda diretemez. Tabii ki eğer veliler isterse katil, öldürülenin ailesine diyet vermek zorundadır.
179. Arapça ma’ruf kelimesi Kur’an’ın birçok yerinde kulanılmıştır. Bu kelime genelde bilinen ve tüm dengeli insanların kabul edeceği âdil ve aklî davranış kalıplarıdır. Bunlar o denli açık ve yaygındır ki, ön yargı ve şahsî çıkar nedeniyle gözü körelmemiş herkes bunları doğru ve âdil diye kabul edecektir. İslâm hukuku, hakkında düzenleme yapılıp kural konmayan bütün meseleleri bu kavram altında inceler. Bu tür genel kullanım ve yaygın kurallara “ma’ruf” denir.
180. Örneğin, eğer öldürülenin akrabaları diyeti (para cezası) kabul ettikten sonra, yine katili öldürmeye çalışırlarsa veya katil (veya arkadaşları) diyeti tam anlamıyla ödemekten kaçınır veya kötü bir şekilde karşılık verirlerse, bu, sınırı aşma olarak değerlendirilir. Her iki grup da eşit derecede lütufkâr davranmalı ve karşı tarafın gösterdiği iyi niyeti değerlendirmelidir.

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.