sohbetlerözlü sözleryazarlarmakalelervideolartefsir derslerikavram derslerimedaricus salikin

EBU’L A’LÂ MEVDUDİ BAKIŞ AÇISIYLA BAKARA SURESİ 252 VE 258. AYETLER ARASI

EBU’L A’LÂ MEVDUDİ BAKIŞ AÇISIYLA BAKARA SURESİ 252 VE 258. AYETLER ARASI
21.08.2019
674
A+
A-

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM

 

Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.

252- İşte bunlar, Allah’ın ayetleridir; onları sana hak olarak okuyoruz. Sen de gönderilen elçilerdensin.
253- İşte bu peygamberler; bir kısmını bir kısmına üstün kıldık. Onlardan, Allah’ın kendileriyle konuştuğu ve derecelerle yükselttiği vardır. Meryem oğlu İsa’ya apaçık belgeler verdik ve onu Ruhu’l-Kudûs’le destekledik. Şayet Allah dileseydi, kendilerine apaçık belgeler geldikten sonra, onların peşinden gelen (ümmet) ler, birbirlerini öldürmezdi. Ancak ihtilafa düştüler; onlardan kimi inandı, kimi de küfretti. Allah dileseydi birbirlerini öldürmezlerdi. Ama Allah dilediğini yapandır.(275)
254- Ey iman edenler, hiç bir alış-verişin, hiç bir dostluğun ve hiç bir şefaatin olmadığı gün gelmezden evvel, size rızık olarak verdiklerimizden infak edin.(276) Kâfirler, onlar zulmedenlerdir.(277)
255- Allah. O’ndan başka ilah yoktur. Diridir, kaimdir.(278) O’nu uyuklama ve uyku tutmaz.(279) Göklerde de, yerde de ne varsa hepsi O’nundur.(280) İzni olmaksızın O’nun katında şefaatte bulunacak kimdir?(281) O, önlerindekini ve, arkalarındakini bilir. Dilediği kadarının dışında, O’nun ilminden hiç bir şeyi kavrayıp-kuşatamazlar.(282) . O’nun kürsüsü,(283) bütün gökleri ve yeri kaplayıp-kuşatmıştır. Onların korunması O’na güç gelmez. O, pek yücedir, pek büyüktür.(284)

AÇIKLAMA

275. Tabiî olarak akla şu soru gelir: Peki neden Allah bunu dilemiyor? Neden hatalarla, hatta savaşla sonuçlanan ayrılıklara izin veriyor? O, bunları durdurmaktan aciz midir? Elbette O her şeye gücü yetendir. Bunları istese durdurabilir ve hiç kimse O’nun rasûlleri aracılığıyla gönderdiği hidayetten yüz çeviremez. Fakat insanları belirlenmiş bir yoldan gitmeye zorlamak O’nun dileği değildir. Çünkü O, insanı yeryüzüne denemek için göndermiştir. Eğer O, insandan davranış özgürlüğünü kaldırırsa, imtihan anlamını yitirir. O, peygamberlerini insanları doğru yola davet etmeleri ve onları ayetler ve tartışmalarla ikna etmeleri için göndermiştir. Peygamberler insanları Allah’a imana ve itaate zorlamak üzere gönderilmemişlerdir. İhtilâflar ve savaşlar ortaya çıkmaktadır; çünkü, insanlar Allah tarafından kendilerine verilen sınırlı düşünce ve eylem özgürlüğünü kötüye kullanmışlar ve Allah tarafından belirlenen hayat tarzından bambaşka hayat tarzları icat etmişlerdir. O halde farklılık ve ihtilâf-ların, Allah’ın insanları doğru yola zorlamaya (istediği halde) gücü yetmediği için ortaya çıkmadığı meydandadır. Elbette Allah, dilediğini yapmaya gücü yetendir.
276. Müminler, inandıkları gayeye ulaşabilmeleri için mâlî fedakârlıkta bulunmaya teşvik ediliyorlar.
277. “Küfür yolunu benimseyenler”, Allah’ın emirlerine uymayı reddedenlerin ve servet biriktirmeyi Allah rızasını kazanmaya tercih edenleri veya burada uyarılan kıyamet gününe inanmayan ya da ahiret’te şu veya bu şekilde bir kimsenin dostluğu ya da şefaati sayesinde kurtuluşa ereceklerini sananları kastetmektedir.
278. Her ne kadar cahil insanlar birçok tanrılar ve mâbudlar icat etmişlerse de, bütün yaratıkların, hiçbir ortağı olmayan Ezelî ve Ebedî olan Allah’a ait olduğu gerçeği değişmez. O, bütün evrenin hâkimi olan diri (Hayy) Allah’tır. O, bütün mülkün tek sahibidir. Sıfatlarında, özelliklerinde, güçlerinde ve haklarında hiç kimse O’na ortak değildir. Bu nedenle yerde veya gökte ne zaman Allah’tan başka bir ilâh icat edilse yalan söylenmiş ve Hakk’a karşı savaş açılmış olur.
279. Bu, eksik ve muhtaç insanoğulları gibi bazı zayıflık ve sınırlılıklara sahip bir Allah fikrini reddetmektedir. Örneğin Kitab-ı Mukaddes şöyle der: “Ve yedinci gün Allah yaptığı işi bitirdi. Ve yaptığı işlerin hepsini bırakarak yedinci günde dinlendi.” (Tekvin, 2:2) , “Rab sanki uykudan uyanır gibi ve güçlü bir adamın şarap nedeniyle nara atması gibi uyandı.” (Psalms 78:65.) Elbette Allah tüm bu zayıflıklardan uzaktır.
280. O, yerde, gökte ve ikisi arasıda olan her şeyin Sahibi ve Mâliki’dir. Ve hiç kimse hakimiyetinde, otoritesinde, mülkünde ve yönetiminde O’na ortak değildir. İlâh olarak kabul edilen her şey ve herkes mutlaka evrenin bir parçasıdır ve evrenin her parçası da Allah’ındır; o halde hiçbir şey O’na rakip veya eş olamaz.
281. Bu, peygamberlerin, meleklerin vs. Allah’tan şefaat dileyeceklerini ve O’nu bağışlamaya zorlayacaklarını sanan kimselerin yanlış fikirlerini reddederler. Bu tür kimseler, yaratıklarının hiçbirinin, değil O’nu bağışlamaya zorlamak, O’nun önünde duramayacağı ve şefaat edemeyeceği konusunda uyarılmaktadırlar. Evrenin Hakimi’nin izni olmaksızın hiçbir peygamber, hiçbir melek ve hiçbir aziz (velî) O’nun önünde bir tek söz bile söyleyemeyecektir.
282. Kur’an’a göre, Allah’a ortak veya eş koşmak veya O’nun hak veya sıfatlarını herhangi bir şekilde kendininmiş gibi benimsemek, bağışlanamayacak bir günahtır. Bu olaya şirk adı verilir. Bir önceki ayette Kur’an, Allah’ın hakimiyetinin sınırsız ve gücünün mutlak olduğunu ilân ederek şirki kökünden kesmektedir.
Bu ayette de aynı şey başka bir yönden ele alınmaktadır: Gerekli olan bilgiye hiç kimse sahip olmadığı halde kim evrenin yönetiminde ortaklık iddia edebilir? İnsanların ve meleklerin bilgisi o kadar yetersizdir ki, hiçbirisi evrenin sistemini anlayamaz ve bu nedenle onun yönetilmesine yapılan herhangi bir müdahale karışıklık ve kaosa neden olur. Evrenin yönetimi bir yana, insanlar kendileri için neyin iyi olup, neyin kötü olduğunu bile ayırdedemezler. Bu nedenle insanlar, her tür bilginin kaynağı olan ve insanlar için hayırlı olanı bilen Allah’ın hidayetine inanmalıdırlar.
283. Arapça “kürsî” (sandalye) kelimesi burada iktidar ve otorite olarak çevrilmiştir; çünkü kürsî burada iktidarın sembolü olarak kulanılmıştır. Dilimizdeki koltuk kelimesi bile iktidar yerine kullanılmaktadır.
284. Bu ayet, ayet’el-kürsî olarak bilinir. Bu ayet Allah hakkında öyle yetkin bir bilgi verir ki, buna hiçbir yerde rastlanamaz. İşte bu nedenle hadisler bunu, Kur’an’ın en üstün ayeti olarak tanımlar.
Burada şöyle bir soru akla gelmektedir: Allah ve sıfatları burada hangi bağlamda anılmıştır? Bu soruyu cevaplayabilmek için 243. ayet ile başlayan bölümü baştan ele almamız gerekir. İlk önce müminler Allah yolunda ellerinden gelen çabayı sarfetmeye ve bu yolda canlarını ve mallarını feda etmeye teşvik edilmişlerdi. Aynı zamanda İsrailoğulları’nın düştükleri zayıflıklara karşı da uyarılmışlardı. Daha sonra başarının sadece sayıya, silahlara ve teçhizata dayanmadığı, bilâkis, iman, sabır, disiplin ve kararlılığa bağlı olduğu vurgulanmıştı. Daha sonra Allah’ın, savaşı, bir grubu diğer bir gurupla ortadan kaldırma aracı olarak kullanmasındaki hikmete değinilmişti. Yani eğer sadece bir grup veya bölük hakimiyeti elinde tutmaya devam ederse, karşıtları ve muhalifleri için hayat çekilmez olurdu. Daha sonra Allah’ın insanlar arasındaki ihtilâfları gidermekten aciz olmadığı, fakat bunları zorla yok etmenin O’nun dileği olmadığı bildirilmişti. Bu amaçla, O, peygamberini Hakk’a davet etmek üzere gönderir; fakat, insanları kabul edip etmeme konusunda serbest bırakır. Bu bölümün başında olduğu gibi müslümanlara yine Allah yolunda harcamaları emredilmişti. En sonunda bu ayete insanların inançlarındaki ve dinlerindeki farklılıklara rağmen Allah’ın tüm evrenin hâkimi ve sahibi olduğu gerçeği ilân edilmektedir. Elbette, insanları kendisine inanmaya zorlamak O’nun dileği değildir. Fakat O sadece, peygamberleri aracılığıyla, kendisine inanan, O’nu razı etmek için canlarını ve mallarını O’nun yolunda feda edenlerin kazançlı çıkacaklarını ve kendisine inanmayanların zarara uğrayacaklarını bildirir.

256- Dinde zorlama (ve baskı) yoktur.(285) Gerçek şu ki, doğruluk (rüşd) sapıklıktan apaçık ayrılmıştır. Artık kim tağutu(286) tanımayıp Allah’a inanırsa, o, sapasağlam bir kulpa yapışmıştır; bunun kopması yoktur. Allah, işitendir, bilendir.
257- Allah, iman edenlerin velisi (dostu ve destekçisi) dir. Onları karanlıklardan(287) nura çıkarır; küfredenlerin velileri ise tağut’tur.(288) Onları da nurdan karanlıklara çıkarırlar. İşte onlar, ateşin halkıdırlar, onda süreki olarak kalacaklardır.
258- Allah, kendisine mülk(289) verdi, diye rabbi konusunda İbrahim’le(290) tartışmaya gireni görmedin mi?(291) Hani İbrahim: “Benim Rabbim diriltir ve öldürür” demişti; o da: “Ben de öldürür ve diriltirim” demişti. (O zaman) İbrahim: “Şüphe yok, Allah güneşi doğudan getirir, (hadi) sen de onu batıdan getir” deyince, o küfre sapan böylece afallayıp kalmıştı.(292) Allah, zalimler topluluğunu hidayete erdirmez.

AÇIKLAMA

285. Arapça “din” kelimesi hem inancı, hem de bu inanç üzerine kurulan hayat tarzını ifade eder. Burada, önceki ayetlerde ortaya konulan inanç ifade edilmektedir. Bu ayete göre İslâm, iman ve onun hayat tarzı hiç kimseye zorla kabul ettirilemez demektir.
286. Arapça “tağut” kelimesi sözlük anlamıyla sınırları aşan herkes için kullanılır. Kur’an bu kelimeyi Allah’a isyan eden, Allah’ın kullarının hâkimi ve mâliki olduğunu iddia eden ve onları kendi kulu olmaya zorlayan kimse için kullanır.
Allah’a isyan üç derecede olabilir: 1) Eğer bir kimse Alah’ın kulu olduğunu kabul eder, fakat pratikte O’nun emirlerinin aksini yaparsa buna fasık denir. 2) Bir kimse Allah ile irtibatı koparır ve başka birisine bağlanırsa o zaman kâfir olur. 3) Eğer bir kimse Allah’a isyan eder ve O’nun kullarını kendisine boyun eğmeye zorlarsa, o zaman tağut’tur. Böyle bir kimse şeytan, rahip, dinî veya politik lider, kral veya bir devlet olabilir. Bu nedenle bir kimse tağut’u reddetmedikçe Allah’a inanmış sayılamaz.
287. Burada karanlık, kişinin doğru yoldan sapmasına tüm çaba ve enerjisini yanlış yollarda kullanmasına neden olan cahiliye karanlığı anlamında kullanılmıştır. Bunun tersine ışık, kişinin gerçeği apaçık görmesini, hayatın gerçek anlamının farkına varmasını ve bilinçli bir şekilde, kararlı olarak doğru yolu takip etmesini sağlayan Hakk’ı görmeye yarayan ışık anlamında kullanılmıştır.
288. Tağut kelime olarak tekil olmasına rağmen burada anlamı çoğuldur. Çünkü Allah’ı inkâr eden kimse, sadece bir tek değil binlerce tağut’un kölesi olur. Bunlardan birisi kişiyi sürekli yanlış yapmaya teşvik eden ve ayağını kaydıran şeytandır. Diğeri ise kişiyi kendi arzu ve şehvetlerinin kölesi yapan ve sapık yollara yönelten nefsidir. Daha sonra başkaları, karısı, çocukları, akrabaları, kabilesi, ailesi, arkadaşları, milleti, politik ve dinî liderleri ve hükümeti gelir. Bütün bunlar o kimse için tağut’tur ve onu kendi istek ve arzularının esiri yapmak isterler. Bütün bu efendilerin kölesi olan kimse, bütün hayatını imkânsız olan bir şey için, yani tüm bu efendilerin hepsini de teker teker hoşnut etmek uğruna harcar.
289. Bir önceki ayette Allah’ın müminlerin yardımcısı ve koruyucusu olduğu, onları karanlıklardan çıkardığı; tağut’un ise kâfirlerin yardımcısı olduğu ve onları karanlığa yönelttiği bildirilmişti. Burada ise buna delil olacak nitelikte üç olay ele alınmaktadır: Birincisi, Hakk’ın apaçık gösterildiği ve buna karşı hiçbir şey söyleyecek halde olmayan bir kimsenin hikâyesidir. Bu kimse Hakk’ın kendisine apaçık gösterilmesine rağmen O’nu kabul etmemiştir. Çünkü o tağut tarafından saptırılmış ve karanlıklar içinde başıboş gezinmeye bırakılmıştır. Diğer iki olay ise, kendilerini sadece karanlıktan kurtarmakla kalmayıp, onlara görünmeyen gerçeklikleri de müşahede ettiren Allah’a tam anlamıyla ve yakinen inanan iki kimsenin hikâyesidir.
290. Burada değinilen kimse Hz. İbrahim’in (a.s) doğduğu ülke olan Irak’ın kralı Nemrud’dur. Kitab-ı Mukaddes bu tartışmadan bahsetmez; fakat Talmud, ayrıntılarıyla ele alır ve özde Kur’andaki pasaja çok benzemektedir. Talmud, Hz. İbrahim’in (a.s) babasının Nemrud’un baş memurlarından biri ve efendisinin gözde kulu olduğunu bildirmektedir. Oğlu Hz. İbrahim (a.s) ise çok küçük yaşından beri derin bir Allah sevgisi taşımaktaydı. Büyüdüğünde açıktan Allah’ın “Birliğini” ilân etmeye ve Allah’a koşulan ortak ve eşleri kötülemeye başladı. Bu inancını göstermek amacıyla putları kırdı. Babası aceleyle kralın huzuruna çıktı ve Hz. İbrahim’i (a.s) ihbar etti: “O şöyle şöyle yaptı, hüküm vermen için senin huzuruna çıkarılsın” dedi. Hz. ibrahim (a.s) , kralın huzuruna çıkarıldı ve aralarında burada bahsedilen tartışma geçti.
291. Tartışmanın asıl konusu şuydu: Hz. İbrahim (a.s) Rab olarak kimi kabul ediyordu: Allah’ı mı, Nemrud’u mu? Bu tartışma, tebaasını Rab olarak Allah’ı değil de, kendisini kabul etmeye zorlayan Nemrud’un zorbalığından kaynaklanıyordu. Tabiî onun bu iddiası yanlıştı. Kendisine bu mülkü veren Allah’a şükreden bir kul olarak, Rab diye Allah’ı kabul etmeliydi. Şükreden bir kul olmak yerine o, öyle nankör oldu ki, tebaasının Rabbi olduğunu iddia etmeye başladı. Hz. İbrahim (a.s) bu durumu kabul edemeyeceği için aralarında bir tartışma meydana geldi.
Bu tartışmanın asıl mahiyetini anlayabilmek için aşağıdaki noktaları gözönünde bulundurmalıyız.
1) Allah’ı ilâhlar ilahı ve rabler rabbi olarak kabul edip, bununla birlikte O’nu tek Rab ve Mâbud olarak kabul etmediklerini gösterir bir şekilde O’na başka ilâhlar ve rableri ortak koşmak, hemen hemen tüm müşrik toplumların özelliğidir.
2) Onlar her zaman ilâhlığı ikiye ayırmışlardır: Tabiatüstü ilâhlık ve hükümde ilâhlık. Bir sonuç doğuran her tür sebebi kontrol eden tabiatüstü ilâhlığı, Allah’a atfetmişlerdir. Bu nedenle ihtiyaç duyduklarında veya zorluk anlarında O’ndan yardım dilerler; fakat cahillikleri nedeniyle ruhları, melekleri, cinleri, yıldızları ve daha bir çok şeyi Yüce Allah’a eş koşarlar ve onlara dua ederler, onlara ibadet ederler ve onlar için yapılmış tapınaklara adaklar sunarlar.
Sadece Allah’a ait olan ve hayat tarzını belirleme emirlerine uyulmasını isteme ve dünyadaki bütün işler üzerinde mutlak otorite sahibi olma hakkını sadece O’na veren hakimiyette ilâhlığa gelince, her çağdaki müşrikler bu hakkı Allah’tan alıp, kral soyundan gelenlere veya gruplara vermişler veya Allah’la diğer putlar arasında paylaştırmışlardır. Kral soyundan gelenlerin ikinci kategorideki anlamıyla ilâhlık iddia etmelerin nedeni budur. Bu soylular grubu, iddialarına destek bulabilmek için birinci anlamda ilâhların soyundan geldiklerini iddia etmişlerdir. Rahipleri ve din adamları ise onları bu konuda destekleyip savunmuşlardır.
3) Nemrud, hakimiyete sahip olduğu anlamında ilâhlık iddiasında bulunmuştur. O ne Allah’ın varlığını reddetmiş ne göklerin ve yerin yaratıcısı ne de evrenin yöneticisi olduğunu iddia etmiştir. O sadece Irak’ın ve Irak’ta yaşayanların mutlak efendisi ve hâkimi olduğunu iddia ediyordu. O’nun iddiası şuydu: Ben ne dersem kanundur ve ben, söylediklerim nedeniyle benden başka hiç kimseye karşı sorumlu değilim. Bu nedenle beni efendi (rab) olarak kabul etmeyen her Irak’lı asîdir.
4) Burada değinilen tartışma, Hz. İbrahim (a.s) : “Ben Alemlerin Rabbini Rab olarak ve ibadet edilecek ilâh olarak kabul ediyorum. O’ndan başka her şeyin rabliğini ve ilâhlığını reddediyorum.” deyince ortaya çıkmıştır. Bu açıklama sadece kutsal din ve ulusal ilâhları kökünden reddetmekle kalmıyor, aynı zamanda ulusal devletin ve onun merkezî gücü olup, Irak’ın tek efendisi olduğunu iddia eden Nemrud’un varlığını tehdit ediyordu. Buna müsamaha gösterilmemesinin ve Hz. İbrahim’in (a.s) sorguya çekilmek üzere Nemrud’un önüne getirilmesinin nedeni işte bu tehdittir.
292. Hz. İbrahim (a.s) ilk cümlesinden itibaren Allah’tan başka Rab olamayacağını apaçık ortaya koyduysa da, Nemrud yine de O’nun iddiasını çürütmeye çalıştı. Fakat ikinci delilden sonra Nemrud o denli köşeye sıkıştırılmıştı ki, başka bir sebep öne sürecek gücü kalmamıştı. Çünkü kendisi de, güneşin Hz. İbrahim’in (a.s) Rab olarak kabul ettiği Allah’ın emrinde olduğunu biliyordu. Fakat buna rağmen O, bu apaçık gerçeği kabul edemezdi; çünkü bunu kabul etmesi, despotluk yönetiminden vazgeçmesi demek olurdu. İçindeki isyan buna hazır olmadığı için, apaçık farkına vardığı halde Nemrud, nefse tapınmanın karanlığından Hakk’ın aydınlığına çıkmadı. Eğer nefsi yerine, Allah’ı ilâh olarak kabul etseydi, Hz. İbrahim’in (a.s) davetiyle doğru yolu bulurdu.
Talmud’da bu tartışmadan sonra Nemrud’un Hz. İbrahim’i (a.s) hapse gönderdiği ve Hz. İbrahim’in (a.s) orada on gün kaldığı yazılıdır. Daha sonra kral ve adamları O’na canlı canlı yanma cezası verdiler. Bu olaya Kur’an’da da değinilmektedir. (Bkz. Enbiya: 51-74, Ankebut: 16-24, Saffat: 85-98.)

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.