EBU’L A’LÂ MEVDUDİ’NİN BAKIŞ AÇISIYLA AL-İ İMRAN SURESİ 156. VE 167. AYETLER ARASI
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
156- Ey iman edenler, küfre sapanlar ile yer yüzünde gezip dolaşırken veya savaşta bulundukları sırada (ölen) kardeşleri için: “Yanımızda olsalardı, ölmezlerdi, öldürülmezlerdi” diyenler gibi olmayın. Allah, bunu(113) onların kalplerinde onulmaz bir hasret olarak kıldı. Dirilten ve öldüren Allah’tır. Allah, yapmakta olduklarınızı görendir.
157- Andolsun, eğer Allah yolunda öldürülür ya da ölürseniz, Allah’tan olan bir bağışlanma ve rahmet, onların bütün toplamakta olduklarından daha hayırlıdır.
158- Andolsun, ölseniz de, öldürülseniz de şüphesiz Allah’a (varıp) toplanacaksınız.
159- Allah’tan bir rahmet dolasıyla, onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın onar çevrenden dağılır giderlerdi. Öyleyse onları bağışla, onlar için bağışlanma dile ve iş konusunda onlarla müşavere et. Eğer azmedersen artık Allah’a tevekkül et. Şüphesiz Allah, tevekkül edenleri sever.
160- Eğer Allah size yardım ederse, artık sizi yenilgiye uğratacak yoktur ve eğer sizi ‘yapayalnız ve yardımsız’ bırakacak olursa, ondan sonra size yardım edecek kimdir? Öyleyse mü’minler, yalnızca Allah’a tevekkül etsinler.
161- Hiç bir peygambere, emanete ihanet yaraşmaz.(114) Kim ihanet ederse, kıyamet günü ihanet ettiğiyle gelir. Sonra her nefis ne kazandıysa, (ona) eksiksiz olarak ödenir. Onlar haksızlığa uğratılmazlar.
AÇIKLAMA
113. Bunlar, onların hatalı düşüncelerinin sonucu olan üzüntü ve kuruntulardı. Allah’ın iradesinden kaçılamayacağı bir gerçektir. Bu tür kuruntular sadece, Allah’a değil, kendi plan ve programlarına güvenen kimselerin kalbinde keder ve acı yaratır. Bununla birlikte çabaları başarısızlıkla sonuçlandığında ellerini büküp yine de “Of! Şöyle şöyle yapılsaydı, şu şu sonuçlar elde edilebilirdi” derler.
114. Bu, Hz. Peygamber’in (s.a) ganimetleri dağıtırken adil davranıp davranmadığı konusunda okçuların zihninde uyanan şüphelere bir cevap niteliğindedir. Okçular diğer arkadaşlarının ganimetleri toplamaya başladığını görünce, kendileri toplama işinde rol almadıkları için dağıtımda, toplayanlardan daha az ganimet almaktan korktular. Yerlerinden aniden ayrılmaya kalkışmalarının nedeni işte buydu. Daha sonraları bazı özürler öne sürmeye çalıştılar, ama bu özürler kabul edilmedi. O zaman Hz. Peygamber (s.a) şöyle dedi: “Aslında siz bana güvenmediniz. Size adaletli davranmayacağımı ve gerçek hakkınız olan payı vermeyeceğimi düşündünüz.” Bu ayette Allah, Allah’ın Peygamberi (s.a) hakkında bu tip yanlış düşüncelere kapılmayı sorguluyor ve şöyle diyor: “Siz kendi çıkarlarınızın, Allah’ın Peygamberi elinde güven içinde olduğundan nasıl şüphe ediyorsunuz? Allah’ın Rasûlü’nün kendine emanet edilen serveti adaletsizce dağıtacağını nasıl düşünebilirsiniz?”
162- Allah’ın rızasına uyan kişi, Alah’tan bir gazaba uğrayan ve barınma yeri cehennem olan kişi gibi mi? Ne kötü barınaktır o?
163- Allah katında onlar derece derecedir. Allah yapmakta olduklarını görendir.
164- Andolsun ki Allah, mü’minlere, içlerinde kendilerinden onlara bir peygamber göndermekle lutufta bulunmuştur. (Ki o) Onlara ayetlerini okuyor, onları arındırıyor ve onlara Kitabı ve hikmeti öğretiyor. Ondan önce ise onlar apaçık bir sapıklık içindeydiler.
165- Başınıza bir belâ gelince niçin: “Bu nereden?” diyorsunuz?(115) Halbuki siz (Bedir’de) onların (düşmanların) başlarına bunun iki katı belâ getirmiştiniz.(116) Ey Peygamber, onlara de ki: “Bu belâyı kendi başınıza siz getirdiniz.”(117) Şüphesiz Allah her şeye kâdirdir.(118)
166- İki topluluğun karşı karşıya geldiği gün, size isabet eden ancak Allah’ın izniyle idi. (Bu, Allah’ın) mü’minleri ayırdetmesi;
167- Münafıklık yapanları da belirtmesi içindi. Onlara: “Gelin, Allah’ın yolunda savaşın ya da savunma yapın” denildiğinde, “Biz savaşmayı bilseydik elbette sizi izlerdik” dediler.(119) O gün onlar, imandan çok küfre daha yakındılar. Kalplerinde olmayanı ağızlarıyla söylüyorlardı. Allah, onların gizli tuttuklarını daha iyi bilir.
AÇIKLAMA
115. Bu ayet, Uhud’daki yenilgi nedeniyle müslümanların çoğunun zihninde beliren karışıklıkları ortadan kaldırmayı amaçlıyordu. Hz. Peygamber’e (a.s) yakın olan samimi müslümanlar için, sadece peygamberin varlığı kendileri için bir başarı garantisi idi. Fakat müslümanların çoğu bu yanlış anlayış içine düşmüşlerdi. Hz. Peygamber (s.a) kendi aralarında bulunduğu ve Allah’ın yardım ve desteğine sahip oldukları için, kâfirlerin hiçbir şekilde kendilerini yenmemelerinin gerektiğini düşünüyorardı. Bu nedenle beklentilerinin aksine Uhud’da bir yenilgi ile karşılaştıklarında, kendi kendilerine şöyle demeye başladılar: Allah adına savaştığımız halde, İslâm’ı yıkmak için savaşan kâfirler karşısında bu yenilgiye uğramamızın sebebi ne? Bunu anlayamamalarının bir nedeni de, Allah’ın yardım edip destekleyeceğini vaadetmesi ve Hz. Peygamber’in (s.a) savaş alanında bulunmasıydı. Onlara bu felâkete kendilerinin neden olduğu söyleniyor.
116. Uhud savaşında 70 müslüman şehit olmuştu, oysa Bedir savaşında 70 kâfir öldürülmüş, 70 kâfir de esir alınmıştı.
117. Yani, “Bu sizin zayıflığınız ve yanlış davranışlarınızın bir sonucudur; siz sabretmediniz, takvaya aykırı şeyler yaptınız; komutanlarınızın tertibatına aykırı davrandınız, açgözlülüğün kurbanı oldunuz ve birbirinizle tartışmaya başladınız. Bir de kalkmış, ‘Bu felâket nasıl başımıza geldi?’ diye soruyorsunuz.”
118. “Allah zafer vermeye de, yenilgiye uğratmaya da muktedirdir.”
119. Abdullah İbn Ubey’in 300 adamıyla savaş alanından ayrılmasının bahanesi buydu. Müslümanlar onun ordudan ayrılmak üzere olduğunu görünce, onu kendileriyle birlikte kalmaya ikna etmeye çalıştılar; fakat o şu cevabı verdi: “Bugün hiç çarpışma olmayacağından eminiz. Geri dönmemizin nedeni bu; eğer bugün bir savaş olacağını ummuş olsaydık, muhakkak sizinle kalırdık.”