EBU’L A’LÂ MEVDUDİ’NİN BAKIŞ AÇISIYLA ARAF SURESİ 103. VE 107. AYETLER ARASI
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
103- Sonra bunların (peygamberlerin) ardından Musa’yı ayetlerimizle Firavun’a ve önde gelen-çevresine gönderdik;(83) Onlar ona (ayetlerimize) haksızlık ettiler.(84) İşte bozgunculuk çıkaranların nasıl bir sona uğradıklarına bir bak.
104- Musa dedi ki: “Ey Firavun,(85) gerçekten, ben alemlerin Rabbinden (gönderilme) bir peygamberim.”
105- “Benim üzerimdeki yükümlülük, Allah’a karşı ancak gerçeği söylemektir. Rabbinizden size apaçık bir belge ile geldim. Artık İsrailoğullarını benimle gönder.”(86)
106- (Firavun) Dedi ki: “Eğer gerçekten bir ayet getirmişsen ve doğru sözlülerden isen, bu durumda onu getir (bakalım) .”
107- Böylelikle (Musa) asasını fırlatınca, anında apaçık bir ejderha oluverdi.
AÇIKLAMA
83. Daha önce geçen hikâyeler, hakikatte Allah’ın çağrısına mülâki olup sonra bunu reddeden bir topluluğun helâkinin artık onlar için kaçınılmaz olduğunu Mekke halkına anlatmak ve onları ikna etmek içindi. Daha sonra, Musa (a.s) , Firavun ve İsrailoğullarının kıssaları da gene bu amaçla zikredilmekte. Bunların yanında, diğer başka ayetler de hem Kureyş’in kâfirleri, hem inananları ve hem de Yahudileri için pek çok ibret alınan dersler vardır.
Bu ayetteki kıssada, Kureyşli kâfirlere, hak ile batıl arasındaki mücadelenin hemen daha başlarında sahip oldukları kuvvetlerinin, görünen büyüklüğüne bakarak kendilerini kandırmamaları salık verilmekte.Bütün bir mücadele tarihi de göstermektedir ki, mücadele, halkı için ve hatta tüm insanlık için doğru olanın yerleşmesi uğruna, herhangi bir maddî vesile peşinde koşmadan, kendinden çok büyük ve güçlü insanlar ya da devletler tarafından korunan, batıla karşı küçük bir grubun savaşımı ile başlar. Nihayetinde de bu mücadeleden bir zafer elde edilir. Hakkın peygamberinin tebliğine engel olmak için kâfirlerin yaptıkları planların, kötülüklerin nasıl neticede kendilerine geri döndüğünü, Kureyşlilerin görüp de ders almaları uyarısı yapılmakta. Allah, haklarındaki son kararı uygulamadan evvel, belki kendilerine bir çeki-düzen verirler diye kâfirlere uzunca bir mühlet verir. Ayrıca bir uyarıdan, açık bir işaretten ve olaydan hiç ders almayanlara ibret-i alem için bir ceza verir.
Muhaliflerin eziyet ve işkencelerinin hedefi haline gelmiş müminler için iki ders vardı alınması gereken. Birincisi; sayıca düşmandan az olmaları, güçsüz oluşları, kendilerinin mücadele azimlerini kırmamalı, onları yıldırmamalı, ayrıca “yardım” nerede kaldı diyerek kalblerinde en ufak bir burukluk hasıl olmamalıdır. İkincisi; Yahudiler, hakka inandıklarını ikrar etmelerinden sonra bundan cayarak takındıkları tavra karşı da dikkat etmeleri için uyarıldılar. Aksi halde aynı Yahudiler gibi onlar da lanetleneceklerdi. İsrailoğulları’nın geçmiş kıssaları onların da kendi menfaatleri için burada anılmaktadır. Onlar, bâtıla ibadet etmenin sonuçları konusunda uyarılmakta ve geçmiş peygamberlerin getirdiği hak dini katışıklardan ayıklayıp yeniden saflaştıran Hz. Peygambere de iman etmeleri tavsiye edilmektedir.
84. Reddederek ve birer büyüdür diyerek “Onlar da bizim ayetlerimize zulüm ettiler”. Haksızlık, bir bakıma ayetlere karşı adilce yanaşmamaları ve hatta onları birer büyü olarak görmeleri ve hafife alıp gülüp geçmelerindendir. Apaçık deliller, bu ayetlerin Allah’tan olduğunu gösterirken ve hiçbir aklı başında insanın da “evet, bunlar büyü işi olabilir” demiş olmamasına rağmen bu ayetleri açıkça inkâr etmekten daha büyük bir zulüm var mıdır?
Üstelik, bizzat büyücü ve efsuncuların kendileri bunların meydana gelmesinin bir büyünün gücünün çok çok ötesinde olduğunu söylediklerinde, bunların hâlâ birer tılsım olduklarını söyleyip, gerçeği kabul etmemek zulümden başka bir şey değildi. Bu şekilde gerçekten ne kadar hikmetsiz ve bayağı kişiler olduklarını da göstermiş oluyorlardı.
85. “Firavun” kelimesi “güneş tanrısının oğlu” anlamına gelir. Eski Mısır’lılar güneşe “Ra” adını vermiş ona “Yüce Tanrı” diye tapmışlar, daha sonra da “Firavun” ismini vermişlerdir. Eski Mısırlıların inancına göre, her kral iktidarını, tanrı “Ra” ile olan ilişkisine dayandırır ve kendisinin Ra’nın canlı bir örneği ve yeryüzündeki temsilcisi olduğunu iddia ederdi. Bundan dolayı, iktidara geçen her krallık hanedanı, kendilerinin güneş soyundan gelen kimseler olduğunu ileri sürdüler ve bütün krallar, kendilerinin “Yüce Rabb” olduklarını halka kabul ettirmek için “Firavun” ünvanını aldılar.
Bununla ilgili olarak, Kur’an-ı Kerim’de rivayet edilen, Hz. Musa’nın (a.s.) kıssasında iki ayrı Firavun’un zikredilmiş olduğuna da dikkat edilmelidir. Biri, Hz. Musa doğduğu zaman Mısır’ı idare etmekte olan ve Hz. Musa’yı kendi evine götürüp büyüten Firavun; ikincisi ise, Allah’ın ilâhî mesajını kabul etmesi için İsrailoğulları’nı serbest bırakması Hz. Musa (a.s.) tarafından istenen ve Kızıldeniz’de, boğulan Firavun’dur.
Günümüz araştırmacıları iki Firavun’dan birincisinin İsrailoğulları’nı baskı ve esaret altında tutan ve M.Ö. 1292-1225 yılları arasında Mısır’da hüküm süren Ramses II olduğu görüşündedirler. Aynı ayetlerde zikredilen ikinci Firavun’un ise, babası II. Ramses’e hükümet işlerinde yardım eden ve ölümünden sonra da kral olarak, yerine geçen, oğlu Mineftah olduğu kanaatindeydiler. Fakat Hz. Musa’nın ölüm yılı için, İsrailoğulları’nın takvimine göre, M.Ö. 1272 senesi düşürülmüş olması nedeniyle bu tarihler kesinlik arzetmez. Dolayısıyla bütün bunlar sadece tarihi birer tahmindir. Çünkü İsrail, Mısır ve Hıristiyan takvimlerinin tarihlerini uzlaştırmak çok zordur.
86. Hz. Musa (a.s) Firavun’a misyon ile gönderilmişti. Hz. Musa’nın ilk görevi Firavun’u, İslâm’ı kabul ederek, Allah’a teslim olmaya davet etmekti. İkincisi; Firavun’dan, köleliklerine son verip, tahakkümünü kaldırarak İsrailoğullarını serbest bırakmasını istemekti. Kur’an-ı Kerim, Hz. Musa’nın her iki görevini bazen bir ve aynı yerde, gerektiğinde de ayrı ayrı yerde zikreder.