sohbetlerözlü sözleryazarlarmakalelervideolartefsir derslerikavram derslerimedaricus salikin

EBU’L A’LÂ MEVDUDİ’NİN BAKIŞ AÇISIYLA ARAF SURESİ 196. VE 202. AYETLER ARASI

EBU’L A’LÂ MEVDUDİ’NİN BAKIŞ AÇISIYLA ARAF SURESİ 196. VE 202. AYETLER ARASI
29.02.2020
629
A+
A-

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM

Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.

196- Hiç şüphesiz, benim velim Kitabı indiren Allah’tır ve O salihlerin koruyuculuğunu (veliliğini) yapıyor.(149)
197- O’ndan başka taptıklarınız ise size yardıma güç yetiremezler, kendilerine de.
198- Eğer onları doğru yola çağırırsanız işitmezler. Onları sana bakar (gibi) görürsün, oysa onlar görmezler bile.
199- Sen af (veya kolaylık) yolunu benimse, (İslâm’a) uygun olanı (örfü) emret ve cahillerden yüz çevir.
200- Eğer sana şeytandan yana bir kışkırtma (vesvese veya iğva) gelirse, hemen Allah’a sığın. Çünkü O, işitendir, bilendir.
201- (Allah’tan) Sakınanlara şeytandan bir vesvese eriştiğinde (önce) iyice düşünürler (Allah’ı zikredip-anarlar) , sonra hemen bakarsın ki görüp bilmişlerdir.
202- (Şeytan’ın) Kardeşleri(149/a) ise, onları sapıklığa sürüklerler, sonra peşlerini bırakmazlar.(150)

AÇIKLAMA

149. Bu, putperest Arapların, “Eğer ilâhlarımıza karşı gelmekten, onlar aleyhinde konuşmaktan vazgeçmezsen onların gazabına uğrayacak ve helâk olacaksın” diyerek Hz. Peygamber’e (s.a) yönelttikleri tehditlerinin cevabıdır.
149/a. Yani, “Şeytanların tesiri altında olanlar” demektir.
150. Bu bölümde Allah Teala, Rasûlün’e (s.a) ; İslam’ı yayma, insanları bu davete çağırma, onları hidayete sevketme ve onları ıslah etme usulleri hususunda çok önemli bazı şeyler öğretmiştir. Hedef, önce Yüce Peygamber’i (s.a) ve onun vasıtasıyla da sonra gelen izleyicilerini yüklenecekleri davet yükünü taşıyabilmeleri için eğitmektedir. Bu eğitimin bazı önemli hususları aşağıda anlatılmakta olup bunlar verilen sıraya göre düşünülmelidir.
a) Herşeyden önce en önemli husus, hakka davet eden kişi, geniş ve müşfik bir kalbe sahip olmalı ayrıca da sabırlı ve bağışlayıcı bir özelliği taşımalıdır. Davetçi, dava arkadaşlarına karşı samimi, insanlara karşı nazik olmalı ve muhaliflerine de tahammül edebilmelidir. Dava arkadaşlarının zaaflarını hoş görmeli ve düşmanların eziyetlerine sabırla karşılık vermelidir. En şiddetli tahriklerde bile soğukkanlılığını korumalı ve en nahoş şeylere bile aldırış etmemelidir. En acı sözlere, en insafsız iftiralara ve en acımasız işkencelere sabırla katlanmalıdır. Kaba kuvvet, katı kalblilik, kötü konuşmak ve öç almaya yönelik kinci davranışlar, bu hususta zehir kadar zararlıdır ve davete hiçbir fayda sağlamadığı gibi aksine zarar da verir.
Hz. Peygamber’in (s.a) bu konuda bir hadisi vardır. “Allah Teâlâ bana, ister sinirli olayım ister neşeli olayım, daima doğruyu söylemeyi, hasımlarına karşı bile olsa samimi ilişkiler kurmak için elimden geleni yapmamı, hakkımı gaspedenlere bile kendi haklarını vermeyi ve hatta bana eziyet edenleri bile bağışlamayı emretti” ve kendisi de bu vazifeyle görevlendirdiği kimselere şu tavsiyelerde bulundu: “Nereye giderseniz gidiniz, nefret ettirici değil, müjdeleyici olunuz, insanlar için zorluk ve sıkıntı kaynağı değil, bilâkis huzur ve kolaylık kaynağı olunuz.” Allah Teâlâ, Peygamberi’nin (s.a) bu özelliğini şöyle övmektedir: “(Ey Allah’ın Rasûlü) senin onlara yumuşak davranman Allah’ın rahmetinden idi. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın çevrenden dağılır, giderlerdi. Öyleyse onlar(ın kusurları) na bakma, onlar için mağfiret dile…” (Al-i İmran, 159) .
b) Bu görevin başarıyla yerine getirilebilmesi için gerekli olan ikinci husus: Felsefeleştirmekten kaçınmak ve evrensel erdemler olarak kabul edilen ve normal bir insanın sahip olduğu selim akıl ile kolayca anlaşılabilen basit, sade faziletleri emretmektir. Böylece hakka davet edenin çağrısı herkesi ikna eder. Bu tutumun en büyük faydası, şüphesiz, düşmanlarına karşı halkı İslam’a davet edenlerin safına katmada görülür. Halk yığınları, peşin hükümlerine rağmen, bir tarafta, kendilerini kolayca anlayıp tatbik edebilecekleri erdemlere çağıran sade, kibar insanları, diğer tarafta, gayri insanî ve gayri ahlakî tavırlarla, onların bu yüce görevine karşı gelen düşmanları görünce, o rezil muhaliflerden yavaş yavaş yüz çevirip, hakka davet edenlerin saflarına geçerler. Sonunda, “meydanda sadece çıkarları sıkı sıkıya bâtıla bağlı olanlarla cahili adetlerinin ya da atalarının geleneklerinin kölesi olanlardan başka kimse kalmaz. Hz. Peygamber (s.a) Arap yarımadasındaki büyük başarısını, bu hikmetli siyasetine borçludur. Daha sonraları, Hz. Peygamber’in (s.a) halefleri de İslam’ın hızla yayıldığı ve süratle halkının ezici çoğunluğu tarafından “din” olarak kabul edildiği ülkelerin fetihlerinde de aynı başarıyı devam ettirmişlerdir.
c) İslâm’ın neşri konusunda verilmiş olan üçüncü talimat da, cahil kimselerle faydasız tartışmalara girmekten kaçınmak hakkındadır. Hakka davet eden kişinin, art niyetli ve bozguncu insanlarla yapacağı konuşmaların faydasız münakaşa ve tartışmaları içermemesine çok dikkat etmesi gerekir. Davetçi, bu insanlardan sadece makul bir tavır takınan akıl sahibi kimselere yanaşmak ve konuşmak için elinden gelen gayreti göstermelidir. Muhataplarının hafife alıcı ve alay edici bir tavır takındıklarını ve faydasız münakaşa ve tartışmaya başvurduklarını hisseder hissetmez, onurlu bir şekilde hemen geri çekilmelidir. Bu gibi şeylerle uğraşmak sadece faydasız olmakla kalmayıp, aynı zamanda daha yararlı şekilde kullanılması mümkün olan değerli vakti ve emeği boş yere harcamaya neden olduğu için zararlıdır da.
d) Gerçeğe davet eden kişi, ifrit insanlardan gelen tahriklerin artık tahammül sınırını aştığını ve artık daha fazla onların zorbalıklarına, kötülüklerine, aptalca karşı koyuşlarına ve suçlamalarına dayanamayacağını hissettiği anda, şeytanın fısıldadığı o kimselere aynı şekilde misliyle mukabelede bulunarak ağızlarının payını vermeyi, iyi bilmelidir. En iyisi, Allah’a sığınmak ve kulunun kendini kaybedip kızarak O’nun davasına zarar verecek herhangi bir şey yapmasından korumasını yine O’ndan talep etmektir. Böyle bir tutum ancak, en ağır tahrikler karşısında bile soğukkanlılığını, sükûnetini muhafaza edebilmeyi başaranlar için mümkündür. Çünkü, eğer bir insan, kızgınlık, hakaret, haksızlık ve kabalık vs. karşısında hemencecik heyecanlanıp galeyana gelirse, ne aklı başında düşünebilir ve ne de aklı başında hareket edebilir.
Oysa ki, bu mesajın gerçekleşmesini istemeyen ve onu geriletip mağlup etmek için sürekli planlar kurmakta olan Şeytan, ilk önce kendi yandaşlarını, hakka davet eden kişiye saldırmaları için tahrik eder, sonra da karşı saldırıda bulunmak için davetçiyi teşvik eder. Şeytan’ın telkini oldukça cazibeli kelimeler ve dindarene tabirlerle olduğu için kolay kolay karşı konması mümkün olamaz. Bundan dolayı 201 ve 202. ayetlerde muttaki (sakınan) kimseler, bu ciddi tehlike hakkında önceden uyarılmış ve eğer günahtan kaçınmak istiyorlarsa, Şeytan’ın kandırışının kötü tesirlerini ve kalblerindeki kışkırtmayı hisseder etmez derhal hazır ola geçip, kendilerini savunmaları gerektiği talimatı verilmiştir. Sonra, davaları uğruna, böyle durum ve şartlarda takınmaları gereken uygun tavrı net bir şekilde göreceklerdir.
“Şeytanların kardeşleri”ne gelince, böyle kimseler onların etkisiyle menfaatperestler haline gelir ve onların kışkırtmalarına direnemezler. Böylece, bunlar intikam almak ve tıpkı düşmanlarının yaptığı gibi her türlü sahtakârlık ve fesada başvurmak için kendilerini azıttıran şeytanlara uyarlar.
Bu paragraf, yukarda zikredilen hususî anlamların yanında, umumi bir mânâ da taşımaktadır. Bu da, muttaki kimselerin yollarını, tavırlarını takva üzere olmayanlarınkinden ayırmaya yardımcı olmaktır. Gerçekten Allah’tan korkan ve samimiyetle günahtan sakınan kimseler, kalblerine kötü bir düşünce gelse, vicdanlarını rahatsız etse ve yüreklerinde acısını hissettikleri anda derhal, Allah’tan Şeytan’ın kandırmalarına karşı kendilerini korumasını isteyecek duyarlılığa sahiptirler. Çünkü onlar bu tip kötü düşüncelere, kötü arzulara ve kötü niyetlere alışkın insanlar değillerdir, bu hususlar onların fıtratlarına, tabiatlarına yabancıdır. Bu gibi düşüncelerin akıllarına girdiğini fark eder etmez, hemen akılları başlarına gelir, vicdanları bu kötü düşünceleri tanır ve sonra da kalblerini bu gibi kötü şeylerden temizlemesi için Şeytan’dan Allah’a sığınırlar. Bunlara karşılık ne Allah’tan korkan ve ne de günahlardan kaçınmayı arzulayanlar ve kardeşleri olarak da şeytanları seçenler, kalblerinde herhangi bir anormallik hissetmeden, habis fikir, habis maksad ve habis tasarımları beslemeye devam edip giderler. Ta ki artık temiz hiçbir duyguya kalblerinde yer kalmayıncaya kadar. Vakti gelince de bu kirli düşünceler pratiğe tezahür ederek dünya hayatında kendilerini yer yer gösterirler.

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.