EBU’L A’LÂ MEVDUDİ’NİN BAKIŞ AÇISIYLA ARAF SURESİ 37. VE 38. AYETLER
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
37- Öyleyse, Allah hakkında yalan uydurup iftira eden veya ayetlerini yalanlayanlardan daha zalim kimdir? Kitap’tan kendilerine bir pay(29) erişecek olanlar bunlardır. Nihayet elçilerimiz, hayatlarına son vermek üzere kendilerine gittiklerinde onlara diyecekler ki: “Allah’tan başka tapmakta olduklarınız nerede?” “Onlar bizi (yüzüstü) bırakıp-kayboldular” diyecekler. (Böylelikle) Bunlar, gerçekten kâfirler olduklarına kendi aleyhlerinde şehadet ettiler. AÇIKLAMA
29. Yani, “bu dünyada onlar, kendilerine takdir edilen muayyen bir süre kadar yaşayacaklardır ve bu hayatı sürdürmek için iyi ve kötüden paylarına düşeni alacaklardır.”
38- (Allah) diyecek: “Cinlerden ve insanlardan sizden önce geçmiş ümmetlerle birlikte ateşe girin.” Her bir ümmet girişinde kardeşini (kendi benzerini) lanetler. Nitekim hepsi birbiri ardınca orada toplanınca, en sonra yer alanlar, en önde gelenler için: “Rabbimiz, işte bunlar bizi saptırdı; öyleyse ateşten kat kat arttırılmış bir azab ver diyecekler. (Allah da:) “Hepsi için kat kattır. Ancak siz bilmezsiniz” diyecek.(30)
30. Ayrı ayrı her kuşak için işledikleri günahlardan dolayı iki kat ceza vardır, çünkü önce geçmiş olanlar için, işledikleri günahı bizzat işlemiş olduklarından dolayı bir, daha sonra gelenlerin bu günahları örnek alıp işlemelerine vesile oldukları için de bir olmak üzere, iki kat ceza verilecektir. Bundan dolayı, önce gelenler (selefler) yaptıkları günahlardan sorumlu olacakları gibi sonrakilere (halefler) günah işlemede kötü bir miras bıraktıklarından dolayı da ikinci bir defa sorumlu tutulacaklardır.
Bu gerçeğe işaret eden şöyle bir hadisî şerif görmekteyiz:
“Allah ve Rasûlü’nün sevmediği bir bid’atı ilk defa yapan kimse, kendisinden sonra gelip takip edenlerin bundan kazandıkları günahlardan da, aynı şekilde sorumlu tutulacaktır.” Yine Peygamberimiz başka bir hadislerinde: “Dünyanın herhangi bir yerinde bir insan öldürüldüğü zaman, bu cinayet suçunun bir kısmı, kendi kardeşini öldürmekle cinayet yolunu ilk defa açmış olan Adem’in oğlunun (Kabil) hesabına da kaydedilir.”
Yanlış bir düşünce ortaya atan veya hareket başlatan kişi veya toplum, yalnız kendi hatasından sorumlu olmayıp, aynı zamanda bundan etkilenmeye devam edenlerin eylemleri neticesi doğan kötülüklerden de sorumlu tutulurlar. Bu da demek oluyor ki, bir şahıs yalnız kendi yaptığı iyilik ve kötülükten sorumlu olmayacak, aynı zamanda yaptığının başkalarının hayatlarında getirdiği etkilerden de muaheze edileceklerdir.
Daha iyi açıklamak için, bir zaninin durumunu ele alalım. Kötü örnek, arkadaşlık veya kişiyi zinaya sevkeden kötü teşvik sahibi herkes, insanın zâni olmasının sorumluluğunu paylaşır ve hatta bu sorumluluk, bu fena mirasın devrolunduğu kimselerin tümünü kapsar. Böylece, bu sorumluluk, yukarıya, daha yukarıya, ta bu kötü işi ilk işleyen insana kadar ulaşır.
Sonra zaninin kendisi de birçok engelleyiciye aldırış etmeden bu fiili işlediğine göre suçunun karşılığının da ne olacağını aklında tutmalıdır. Çünkü, o iyi ile kötü arasında fark gözetmedi, vicdanının sesine kulak vermedi. Yine o, içindeki yargılayıcı sese danışmadı, erdemli kimselerden almış olduğu iyi ve kötülük bilgisini kullanmadı ve onların örnek hayatlarını gözönünde bulundurmadı. Ayrıca cinsel ahlâksızlığın kötü sonuçlarından ders almadı. Zinadan alıkoyacak yukarıdaki bütün bu sebeplere rağmen o kendisini, her ne şekilde olursa olsun tatmin arzulayan nefsin çılgın isteklerine teslim etti. Şimdi, hem kendi zamanındakilere ve hem de kendinden sonrakilere bıraktığı kötü örnek nokta-i nazarından zina yapan kişinin durumunu düşünelim. Suçlunun sorumluluğu yalnız zina fiili ile sınırlı kalmaz, aksine bundan etkilenen ve buna teşvik eden bütün diğer kötü eylemlere uzanır. Bir kere bu fiili işleyen insan kendisi bulaşıcı zührevi hastalıklara yakalanır. Sonra da onu, kendi nesline ve takip eden sayısız kuşaklara taşır. Gayri meşru doğumlara neden olur ve böylece bunların bakım külfetini başkalarının sırtına atmış olur ve onları, meşru mirasçıları zararına kanun dışı varisleri yapmış olur ve bu adaletsiz uygulamanın neticeleri pek çok namuslu kızı baştan çıkarır, onu kendisini cinsel hayasızlığın kucağına atmasına teşvik etmiş olur. Sonra o kadın da, kendi payına kötülüğü başkalarına yayar ve sayısız ailelerin yıkılmasına sebep olur. Ayrıca, insan kendi çocuklarına, yakınlarana, arkadaşlarına ve içinde bulunduğu toplumun diğer bireylerine kötü örnek olarak birçok kişinin ahlâk bozukluğuna sebep olur. Bunlar da kendi dönemlerinde, gelecek nesilleri olumsuz yönde etkileyecek kötü bir miras bırakırlar. İşte bu nedenle bütün bu kötü sonuçlardan doğan zincirleme sorumluluğun bir kısmının, kötülüğün etkileri devam ettiği sürece, bu işi ilk yapana da yüklenmesini gerektirir.
Geriye miras bırakılan erdemin durumu da aynı şekildedir. İlk yapana varıncaya kadar, bir erdemin bize intikal etmesini sağlayan bütün insanlar, onun mükâfatına ortak olmaya hak kazanırlar. Daha sonra, eğer onu korumaya, genişletmeye çaba gösterirsek biz de sevabından pay almaya layık oluruz. Ve eğer arkamızda, bizden sonrakiler takip etsin diye miras olarak erdemi bırakırsak, iyi etkileri sürdüğü ve onların da ondan faydalanması devam ettiği sürece, biz de bu güzel neticenin mükâfatından pay almaya hak kazanırız.
Aklı başında olan her insan, adaletin hakkıyla yerine getirilmesinde Kur’an’ın ortaya koyduğu tavrı doğru ve mükemmel tek yol olarak taktir edecektir. Bu hakikatın doğru olarak kavranması, bu dünya hayatının cezalandırmak için yeterli olduğunu kabul edenlerin yanlış anlayışlarının izale edilmesine ve aynı zamanda, ruhların tenasühü ile bu işin gerçekleştirildiğine inanan kimselerin kanaatinin bertaraf edilmesine yarayacaktır.
Aslında hiçbir topluluk insan eyleminin sahasını, etkilerini ve neticelerini ne tam olarak kavramakta, ne de adaletin bütün icaplarını bilmektedir. Bir kimsenin yaptığı iyi ya da kötü eylemlerine zemin hazırlayarak ortak olan sayısız kuşakların, bugün bu dünyada karşılıklarını vermek mümkün değildir. Dahası, o kişinin hayır ya da şer fiillerinin etkileri, o kimsenin ölümüyle kesilmez. Aksine kendisinden sonra asırlar boyu devam eder ve sayısız insanın hayatını etkiler. Adalet, etkileri devam ettiği sürece bunları ilk defa yapanın da hesabına geçirme zorunluluğunu gerektirir. Bu nedenle adaletin tam karşılığı bu dünya hayatında imkânsızdır. Sonra, dünya hayatının sınırlılığı ve dünya im-kânlarının kısıtlılığı nedeniyle insanın yaptığı amelleri hakkıyla ödüllendirme veya cezalandırma imkânı yoktur. Bir dünya savaşını başlatıp, yakıp-yıkan, milyonların hayatını mahveden ve arkasından asırlar boyu milyarların hayatını etkilemeye devam edecek kötü bir miras bırakan bir kişinin işlediği suçun derecesini düşünelim. Bu dünyada böyle birisini hakkıyla kim cezalandırabilir? Veya yüzlerce yıl, milyonlarca insana yararlı olacak bir şekilde hayatını insanlığın hizmetine adayan bir insanı bu dünyada kim hakkıyla mükâfatlandırıp ödüllendirebilir?
Ceza verme sorununu bu açıdan düşünen bir kimse, cezalandırma konusunda şu kaçınılmaz sonuca ulaşır: Amelleriyle beraber bütün kuşakların toplanacağı başka bir dünyanın bulunması gereklidir. Sonra, adaleti tam uygulamak için herşeyi bilen ve herşeyden haberi olan birisinin bulunması lazımdır. Durumuna göre mükâfat veya cezayı hakeden insan hayatının ebedi olması ve mükâfat için de, bütün imkânların mevcut olması lâzımdır.
Bu çeşit bir tefekkür, öldükten sonra ruhların faziletli veya faziletsiz oluşlarına göre başka bedenlere geçtiğini söyleyen “tenasüh” inancının, temel yanılgısını da açığa çıkarmaktadır. Bu dünyada yapılan amellerin karşılıklarının verilmesi için binlerce yıl daha uzun bir hayatın gerekli olduğunu kavrayamamalarından böyle düşünmekteler. Aynı uzunluktaki bir hayata yeniden doğuşun, cezalandırma sorunun çözümünde yetersiz kalacağı aşikârdır. Diğer yandan, iyi ve kötü fiillerin katlanarak katmerli bir biçimde nesilden nesile yeniden aktarılmasıyla bu iş daha karmaşık bir duruma gelecektir. Fiillerin etkisinin, sonsuz bir zincir gibi katlanması bunu, içinden çıkılmaz bir konuma sokacaktır. Böylece “tenasüh” inancına göre, bir insanın hesabı hiçbir zaman müstekar olamayacak, kararlaştırılamayacaktır.