EBU’L A’LÂ MEVDUDİ’NİN BAKIŞ AÇISIYLA ARAF SURESİ 63. VE 65. AYETLER ARASI
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
63- “Sakınıp rahmete kavuşmanız için, içinizden sizi uyarıp korkutacak bir adam aracılığı ile bir Zikir (Kitap) gelmesine mi şaştınız?”(49)
64- Onu yalanladılar. Biz de onu ve gemide onunla birlikte olanları kurtardık, ayetlerimizi yalan sayanları da suda-boğduk.(50) Çünkü onlar kör bir kavimdi.
65- Ad(51) (toplumuna da) kardeşleri Hud’u (gönderdik) . (Hud, kavmine:) “Ey kavmim, Alah’a kulluk edin, sizin O’ndan başka ilahınız yoktur. Hâlâ korkup-sakınmayacak mısınız?” dedi.
AÇIKLAMA
49. Burada, Hz. Nuh (a.s.) ile kavmi arasında geçmiş olan hadise, Hz. Muhammed’le (s.a) halkı arasında tam bir benzerinin meydana gelmesinden dolayı rivayet edilmiş, anlatılmıştır. O’nun daveti, Hz. Nuh’unki ile, çağrısına verilen cevap da, ileri gelen sapıkların Hz. Nuh’a verdikleri cevapla hemen hemen aynı idi. Kureyş ileri gelenlerinin, Hz. Muhammed’in (s.a) davetine karşı sebep oldukları şüpheler, yüce peygamberden binlerce yıl önce kavminin ileri gelenleri tarafından Hz. Nuh’un (a.s) çağrısına karşı yapılmış olanların aynısıydı ve karşılıkları da Hz. Nuh tarafından verilmiş cevapların aynısıydı. Dahası, Rasûllerin hayatlarında, kavimlerinin, davetlerine karşı takınmış oldukları tavır da Mekke ileri gelenlerinin göstermekte oldukları tutum ile aynı idi. Bundan dolayı, Kur’an ilgili hitaplarında her devirde peygamberlerin getirdiği davetin ve sonunda o davete karşı gelip inkâr eden kimselerin, şu ana kadar aynı olduğunu ve bundan sonra da aynı olacağı gerçeğini vurgulamaktadır.
50. Kur’an-ı Kerim’de muayyen yerlerde, muayyen peygamberlerin tebliğlerinden belli olayların kısa kısa anlatılışı, bütün bir olayın birkaç hadiseyle bittiği tahminine sebep olmuştur. Sanılır ki, bir peygamber önce kavmi önünde davasını ilân etmiş, onlar da karşı itirazlarda bulunmuşlar, daha sonra peygamber onları cevaplamış fakat onlar yine karşı gelerek davetin bâtıl olduğunu ilân etmişler ve olay böylece birkaç kez tekrarlandıktan sonra Allah cezasını indirmiştir. Bu tip bir bilgi, Kur’an’ın üslûbuna yabancı olanların yanlış bir zannından ibarettir. Bu olaylar, uzun zaman süren bir kavganın sadece birkaç safhasıdır. Çünkü Kur’an, aynı yerde meydana gelen bir kıssanın tüm ayrıntılarını vermez. Bazı tarihi olayların naklinde, Kur’an, anlatımı sadece o anda münakaşa konusu kısımla doğrudan ilgili olan bölümle sınırlar ve gerekli olmayan diğer bütün teferruatı geçer. Bunu biraz daha açıklamak için, Hz. Nuh’un (a.s.) bu kıssasından örnekler getirelim: Burada gaye, bir peygamberin davetine karşı gelmenin ve yalanlamanın sonuçları hakkında insanları uyarmaktır. Bundan dolayı, Hz. Nuh’un (a.s.) davetini halkına anlatmaya devam ettiği zaman sürecinin tümünü zikretmek gerekli değildir. Fakat Hz. Muhammed (s.a) le ashabına sabrı talim etmek için Hz. Nuh’un kavmine davetini sürdürdüğü zamanın uzunluğu hakkında özel bir dikkat çekmektedir. Bunun hatırlatılması, birkaç yıllık çabalarının hiçbir önemli ve ivedi sonucunu görememekle Hz. Muhammed (s.a) ve ashabının umutlarını kaybetmemeleri, aksine, umudunu yitirmeden, her türlü elverişsiz şartlarda görevini yapan Hz. Nuh’un (a.s.) kıssasından bir ders almaları gerektiği hususunda onların cesaretlerini arttırmak içindir. (Bkz. Ankebut: 14)
Aynı şekilde, “İlahî Daveti yalanlayan ve Onu bâtıl görüp öyle muamelede bulunan kimseleri helâk ederiz” gibi cümleleri tekrar tekrar okudukları zaman, bazı insanlar şüpheci hale gelir ve “öyleyse bugün, niçin aynı şeyler meydana gelmiyor?” diye sorabilirler. Bunlar, Kur’an’da anlatılandan farklı bir yapıda olsa da, ulusların bu dünyada, bir yükselip bir çöktüklerini kabul ederler. Fakat peygamberlerin iyice tanınıp anlaşılmasından sonra bir kavmin zelzele, tufan, kasırga veya yıldırım misali ani bir azap ile yok olması farklıdır. Bu kuşkunun ortadan kalkması için, insanın bir peygamberin içinden doğup çıktığı bir toplumla, peygamberin şahsen bulunmadığı bir toplum arasındaki farkı kavraması gereklidir. O, Allah’ın davetini, onlara, hem de kendi dilleriyle doğrudan anlatır ve karşı gelmelerine hiçbir mazeret bırakmamak için, bizzat kendi şahsında inandırıcı tam ve mükemmel bir model sunar. Bundan dolayı böyle bir toplum, bu gibi açık ayetlerden sonra, ilahî davete karşı geldiğinde, en şiddetli şekilde cezalandırılmayı da hak eder. Daveti doğrudan doğruya peygamberden almayıp ona dolaylı yollardan ulaşan bir toplumun durumu, tabii ki böyle bir toplumun durumundan farklıdır.
Onların, helâk edilme cezalarının hemen anında uygulanması, peygamberlerin kendi zamanlarında yaşamış olmalarındandır. Bunun şimdi uygulanmamasında şaşılacak birşey yok. Çünkü peygamberlik zincirinin sonuncusu Hz. Muhammed’den (s.a) sonra hiçbir peygamber gelmiş değildir ve kıyamet gününe kadar da gelmeyecektir. Binaenaleyh peygamberleri yalanlayanlara gelen azap gibi, şimdi de azap gelirse eğer, bu çok şaşırtıcı olacaktır. Çünkü o takdirde bu azap bazı türedilerin peygamberlik iddialarına delil teşkil eder.
Yine de bu, Allah Teâlâ’nın bu tür cezaları uygulamayı bıraktığı anlamına gelmez. Hakikatte şimdi bile Allah’ın kendisine gelen ve sapıtan topluluklar üzerine ihtar ve ceza kabilinden afetler gönderdiği müşahede edilmekte. Fakat onlar, ne yazık ki, dikkatlerini asıl nedene çevirmemekteler, aksine bu belâlara, tuttukları kötü yolun bir sonucu olarak bakmak yerine, fiziksel nedenlerin ötesine geçemeyen bilim adamları, tarihçileri, felsefecileri, bu olayları bazı fiziksel ve tarihsel yasalara hamlederek bu insanları yanlış tarafa çekerler. Bu sözde alimler, insanların dikkatlerini, üzerlerinde bir Allah olduğu gerçeğine çevirmelerine mani olurlar. O Allah ki, evvela bazı ufak afetler ile onları yanlış, kötü yolları konusunda uyarmış ve daha sonra da, eğer bu tutumlarında ve hayat tarzlarında ısrar ederlerse tamamiyle helâk cehennemine atmıştır.
51. “Ad”, en eski Arabistan kabilelerinden birisi idi. Bu kavmin kıssaları çok iyi bilinmekte ve ülkenin her yerinde anlatılmaktaydı. Onların güç, kuvvet ve zenginlikleri hakkındaki hikâyeler çok meşhur hale gelmiş ve sonuçta kökünden helâk edilişleri de ibret alınacak bir örnek olarak anlatılmıştır. Onların bu kötü şöhretleri, isimlerine benzeyen, yeni kelimeler üretilmesine yardımcı oldu. Meselâ, her eski şeye””, ve arkeolojik kalıntılara da”” diye isim verilir oldu. Hiçbir izleyeni ve sahibi kalmamış ve bu yüzden çoraklaşmış araziye de”” denilmektedir.
Eski Arap şiirinde bu kavim sık sık geçer. Arap kabileleri nesep uzmanları, yok olmuş, nesilleri kesilmiş ilk Arap kabilesi olarak Ad kavmini zikrederler. Günün birinde Ad kavminin yaşamış olduğu topraklarda oturan Beni Zahl b. Şeyba adında birinin Yüce Peygamber’e (s.a) geldiği ve çok eski çağlardan beri Ad kavmi hakkında anlatılagelmiş olan hikâyeler naklettiği rivayet edilmiştir.
Kur’an’a göre Ad kavmi, etrafı Hicaz, Yemen ve Yemame ile çevrilmiş olan Ahkâf adındaki bölgede otururdu. Burasını merkez tutarak Yemen, Umman ve Hadramût’tan Irak’a kadar uzanan çok geniş bir alana hakimiyetlerini kurmuşlardı. Tarih yönünden kalıntıları oldukça eski olmasına rağmen Güney Arabistan’da Ad kavmine atfedilen bazı kalıntılar halen vardır. Hadramut’un bir bölgesinde, Hz Hud’un (a.s.) olduğu söylenen bir mezar mevcuttur. 1837’de İngiliz donanmasında görevli James R. Wellested, Hısn-ı Gurab yakınında, Hud peygamberden bahseden bir levha buldu. Dahası, levhadaki yazı, burada yaşamış olanların Hz. Hud’un (a.s.) şeriatını takip edenler olduğunu de gösteriyordu. (Daha fazla açıklama için bkz. Ahkâf an. 25) .