EBU’L A’LÂ MEVDUDİ’NİN BAKIŞ AÇISIYLA EN’AM SURESİ 102. VE 107. AYETLER ARASI
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
102- İşte Rabbimiz olan Allah budur. O’ndan başka ilah yoktur. Her şeyin yaratıcısıdır, öyleyse O’na kulluk edin. O, her şeyin üstünde bir vekildir.
103- Gözler O’nu idrak edemez; O gözleri idrak eder; O Latif’tir, herşeyden haberdardır.
104- Gerçek şu ki size Rabbinizden basîretler gelmiştir. Kim basiretle-görürse kendi lehine, kim de kör olursa (görmek istemezse) kendi aleyhinedir. Ben sizin üzerinizde bir gözetleyici değilim.(69)
105- İşte biz, ayetleri çeşitli biçimlerde böyle açıklamaktayız. Öyle ki onlar sana: “Sen ders almışsın” desinler ve biz de bilebilen bir topluluğa onu açıkça göstermiş olalım.(70)
106- Rabbinden sana vahyedilene uy. O’ndan başka ilah yoktur. Ve müşriklerden yüz çevir.
107- Eğer Allah dileseydi onlar şirk koşmazdı. Biz seni onlar üzerinde bir gözetleyici kılmadık ve sen onlar üzerinde bir vekil de değilsin.(71)
AÇIKLAMA
69. “Ben sizin üzerinizde bir bekçi değilim” ifadesinde Allah, Peygamber’i (s.a.) adına birinci şahısta konuşmaktadır. Nasıl Kur’an’da ikinci şahıs değişik yerlerdeki değişik insanları gösteriyorsa, birinci şahıs da aynı şekilde değişik yerlerdeki değişik varlıkları belirtir. Bilindiği gibi bazı yerlerde ikinci şahıs Hz. Peygamber (s.a.) veya müminler ya da Ehl-i kitap ve daha başka yerlerde, Kur’an tüm insanlığa hidayet için gönderilmiş de olsa duruma göre kâfirler, müşrikler, Kureyş, Araplar veya genelde tüm insanlıktır.
Aynı şekilde, bazı yerlerde birinci şahıs Allah’ın kendisi ve daha başka yerlerde Vahy’in taşıyıcısı melek veya bir melekler grubu, ya da herbir durumda söz Allah’ın olduğu halde Peygamberler veya müminlerdir. Buradaki “Ben sizin üzerinizde bir bekçi değilim” cümlesinin anlamı şudur: “Benim tek görevim onu size sunmaktır. Artık, onu görmek için gözlerinizi açmanız veya bir kör gibi kapamanız size kalmıştır. Bile bile gözlerini kapayanları gözlerini açmaya zorlamak ve göremediklerini onlara göstermek benim görevim değildir.”
70. Vahy’in sunulduğu çeşitli ifade biçimleri sahteyi gerçekten ayırmak için insanları denemeye yöneliktir. Aynı şey, Kur’an’ın benzetmelerindeki önemsiz şeyleri söz konusu ederken Bakara 26’da da belirtilmişti. Nasıl önemsiz şeylerin anılması arayıcıya gerçeği bulmada yardım ediyorsa, aynı şekilde,değişik ifade biçimleri de, bilgi sahibi olup onu kullananlara amaç ve hedefleri üzerinde derinliğine düşünme ve kendi yararlarına dersler çıkarmada yardımcı olur. Tersine, bağnaz olanlar konuya dikkat etmezler de, satırlar üzerinde düşünmeye başlarlar. Sözgelimi, bu okuma-yazma bilmez kişinin böyle olağanüstü sözleri nasıl biraraya getirebildiği konusunda tahminlerde bulunurlar. Böylece işlediği olaganüstü temalardan Kur’an’ın Allah’ın vahy’i olduğu yargısına ulaşacaklarına, her mümkün kaynağa başvurarak “bunu sen falancadan filancadan öğrenmişsin” derler. Sonra da, Kur’an’ın kaynağıyla ilgili bu sözde başarılı ‘araştırmaları’nın ‘ışığı’nda, onun Allah’ın kitabı olamayacağı sonucuna varırlar.
71. Bu ayetin anlamı şudur: “Sen bir bekçi gibi onların üzerinde gözcü olmak için değil, insanları mesaja çağırmak için seçilip görevlendirildin. Bu nedenle, senin tek görevin mesajı insanlara sunmak ve gerçek konusunda onları ikna etmeye çalışmaktır. Artık, gerçeği kabul veya reddetmeyi onlara bırakıyorum. Senin peygamberlik alanın içinde hiçbir bâtıla kulluk eden kalmasın diye, sen insanları gerçeği kabule zorlamak için görevlendirilmedin. Öyleyse, kendini üzme ve onların bilerek kapattıkları gözlerini açmaya çalışma. Eğer Allah hikmetiyle hiçbir bâtıla tapınmanın kalmamasını dileseydi, sana bu görevi vermezdi. Her bir insanı emrinin yalnızca tek bir sözüyle gerçeğin izleyicisi yapardı. Fakat, insanın yaratılmasındaki amaç hiçbir zaman bu değildir. Gerçek amaç, insanın Hâk’la bâtılı seçme sırasında serbest bırakılmasıdır. O kendisine gerçeğin ışığı sunulunca da artık hangisini seçecek diye denemeye tutulur. Bu durumda senin yapman gereken bizzat Doğru Yol’da yürümen ve başkalarını da ona çağırmandır. Sonra da onu kabul edenleri dost edinmen ve onları dünyaya meyleden kişilerin gözünde pek önemsiz de olsalar hiçbir şekilde terketmemen gerekir. Öte yandan, onu kabul etmeyenleri kendi hallerine terket (şerre bırak) , istedikleri yere gitsinler ve böyle yapmakta ısrar etsinler.”