EBU’L A’LÂ MEVDUDİ’NİN BAKIŞ AÇISIYLA EN’AM SURESİ 24. VE 34. AYETLER ARASI
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
24- Bak, kendilerine karşı nasıl yalan söylediler ve düzmekte oldukları da kendilerinden kaybolup-uzaklaştı.
25- Onlardan seni dinleyenler vardır; oysa biz, onu kavrayıp anlamalarına (bir engel olarak) kalpleri üzerine kat kat örtüler ve kulaklarında bir ağırlık kıldık.(17) Onlar, hangi ‘apaçık-belgeyi’ görseler, yine ona inanmazlar. Öyle ki, o küfretmekte olanlar, sana geldiklerinde, seninle tartışmaya girerek: “Bu, öncekilerin uydurma-masallarından başka bir şey değildir” derler.(18)
26- Onlar, hem ondan alıkoyarlar, hem kendileri kaçarlar. Onlar, yalnızca kendi nefislerinden başkasını yıkıma uğratmazlar ama şuurunda değildirler.
27- Ateşin üstünde durdurulduklarında onları bir görsen; derler ki: “Keşke (dünyaya bir daha) geri çevrilseydik de Rabbimizin ayetlerini yalanlamasaydık ve mü’minlerden olsaydık.”
28- Hayır, önceden saklı tuttukları kendilerine açıklandı.(19) Şayet (dünyaya) geri çevrilseler bile, kendisinden sakındırıldıkları şeylere şüphesiz yine döneceklerdir. Çünkü onlar, gerçekten kâfirlerdir.
AÇIKLAMA
17. Burada Allah, onlardaki anlama, görme ve işitme bozukluklarının nedenini kendisine vermektedir. Çünkü, Tabiat Kanunu adı altında dünyada olup biten her şey gerçekte, bu Kanun’un yazanı olduğundan Allah’ın emriyle olmaktadır. Bu yüzden, bu Kanun’un işlemesi sonucu ortaya çıkan etkiler Allah’ın emri ve iradesiyle meydana gelir. İnatçı kâfirler, Elçi’nin mesajını dinler de görünseler, inatları, önyargıları ve isteksizlikleri tabiat kanununa göre melekelerini işlemez hale getirdiğinden gerçeği anlamaz, duymaz ve görmezler. İnada binen ve doğru, müttakî insanların tavrını benimsemeyen bir kişinin kalbinin tüm kapılarını tutkularına aykırı gelen her türlü gerçeğe karşı kendiliğinden kilitleneceği bir kanundur. Bu tabiî işlem insan diliyle tanımlandığında şöyle denir: “Şu falanca veya filancanın kalbinin kapıları kilitlenmiş.” Fakat, emri ve izni olmadan hiçbir şeyin meydana gelemeyeceği Allah aynı olguyu,” Falanca veya filancanın kalbinin kapılarını kilitledik” şeklinde tanımlayacaktır. Çünkü, insan bir şeyi meydana geldiği şekliyle tanımlarken, Allah meydana gelişin gerçek niteliğini ifade eder.
18. Bu aptal insanların mesajı red için ileri sürdükleri özür budur. Onlar, “Elçi’nin bizi çağırdığı mesaj’da yeni hiçbir şey yok. Bu daha önce de işitip durduğumuz mesaj’ın aynısı” derler. Bu aptal kişilere göre, eski, gerçek olamayacağından, gerçek olması gereken mesajın, yeni olması gereklidir. Oysa, mesaj her zaman için birdir, aynıdır ve böyle olmaya devam edecektir. İnsanların hidayeti için en eski zamanlardan beri gelen Allah’ın Elçileri daima aynı mesajı iletegelmişlerdi; aynı şekilde Hz. Peygamber de (s.a.) aynı eski mesajı sunuyordu. Kuşkusuz, yalnızca İlâhî Işık’tan yoksun olanlardır ki, bu sonsuz hakikati göremezler, yeni şeyler icat edebilirler ve uydurdukları teorileri “bizden önce kimsenin iletmediği yeni bir mesajımız var” diyerek gerçekmiş gibi sunabilirler.
19. Yeniden dünyaya dönebilirlerse Mesaj’a inanacakları şeklinde ortaya koydukları arzu, herhangi bir doğru düşünme ve akıl yürütmenin veya kalplerinde ve zihinlerinde herhangi bir gerçek değişimin değil, artık en inatçı kâfirin bile inkâra yeltenemeyeceği hakikat’e şahit olmanın sonucudur.
29- Onlar dediler ki: “Bu dünya hayatımızdan başkası yoktur. Ve bizler diriltilecekler değiliz.”
30- Rablerinin karşısında durdurulduklarında onları bir görsen: (Allah:) “Bu, gerçek değil mi?” dedi. Onlar; “Evet, Rabbimiz hakkı için” dediler. (Allah:) “Öyleyse küfredegeldikleriniz nedeniyle azabı tadın” dedi.
31- Allah’a kavuşmayı yalan sayanlar, doğrusu hüsrana uğramışlardır. Öyleki, saat (kıyamet günü) apansız onlara geliverince, günahlarını sırtlarına yüklenerek: “Onda (dünyada) sorumsuzca yaptıklarımızdan dolayı yazıklar bize…” derler. Dikkat edin, o işleyip-yüklendikleri ne kötüdür.
32- Dünya hayatı yalnızca bir oyun ve bir oyalanmadan başkası değil.(20) Korkup-sakınmakta olanlar için ahiret yurdu gerçekten daha hayırlıdır. Yine de akıl erdirmeyecek misiniz?
33- Kesin olarak biliyoruz ki, onların söyledikleri seni gerçekten üzüyor. Doğrusu onlar, seni yalanlamıyorlar, ancak zalimler, Allah’ın ayetlerini inkâr ediyorlar.(21)
34- Andolsun senden önce de peygamberler yalanlandı; onlara yardımımız gelinceye kadar yalanlandıkları ve eziyete uğratıldıkları şeye sabrettiler. Allah’ın sözlerini (va’dlerini) değiştirebilecek yoktur.(22) Andolsun, gönderilenlerin haberlerinden bir bölümü sana da geldi.
AÇIKLAMA
20. Bu, dünya hayatının gerçek dışı, boşuna ve ciddî hiçbir amaç taşımadan yalnızca bir oyun ve eğlence olduğu anlamına gelmez. Demek istenen; sonsuz ahiret hayatına oranla geçici dünya hayatının, kişinin dinlendikten sonra yeniden döndüğü ciddi bir iş arasında verilen dinlenme ve eğlence gibi olduğudur. Bunun yanısıra, burada sağ duyudan ve doğru görüşten yoksun kişileri yanlış anlayışlara itebilecek ve hayatı yalnızca oyun ve eğlenceden, oyalanmadan ibaret sayılabilecek şekilde yanlış kanaatlere götürebilecek pek çok aldatıcı görünümler bulunduğundan dünya hayatı oyun, eğlence ve oyalanmaya benzetilmiştir. Sözgelimi, dünya hayatında bir hükümdarın rolü; sahnede kral rolü oynayan, taç giyip gerçek bir kralın emirleri gibi uyulması gereken emirler veren, gerçekteyse bir kralın hiçbir gücüne sahip olmayıp, rejisörün emriyle tahtından indirilen, hapsedilen ve öldürülen bir aktörünkünden hiç de farklı değildir. Çevremizde gece gündüz dünya sahnesinde bu türde çok sayıda oyun sergilenmektedir. Bir ‘aziz’ veya bir ‘tanrıça’nın ihtiyaçlarının giderildiği bir ‘saray’ı vardır, oysa gerçekte bu sarayın hiçbir gücü yoktur. Sonra, bir başka aktör, hiç kimse bu tür bilgiye sahip değilken, gayb ve gelecekle ilgili kehanette bulunur. Yine bir başkası, kendi dışındakileri besler pozu takınır, gerçekteyse kendisi başkaları tarafından beslenmeye muhtaçtır. Yine bir diğeri daha vardır ki, sanki başkalarına onur ve yarar ya da zarar ve leke verme gücüne sahipmiş gibi, çevresindeki herşeyin mutlak hakimi benim dercesine kibirli davranır; oysa kendisi güçsüz ve zavalı bir biçaredir. Şans rüzgârı dönüverdi mi, yüksek ululanma basamaklarından en derin aşağılık çukurlarına yuvarlanıp gider.
O kadar ki bir despot olarak üzerlerine hükmetiği insanların ayakları dibine düşer. Hayat sahnesinde sergilenen tüm bu oyunlar ölümle birden kesiliverir. Sonra, bir başka dünyaya geçer ve herşeyi gerçek rengiyle görür. O zaman dünya hayatında varılan tüm yanlış anlayışlar giderilecek ve herkese ölümden sonraki hayat için kazandığının gerçek değeri gösterilecektir.
21. Allah’ın vahyettiklerini karşılarında okumaya başlamadan önce tüm kabile halkının Hz., Peygamber’i (s.a.) doğru ve dürüst bir insan olarak kabul ettiği gerçektir. Ne zaman Allah’ın Mesaj’ını tebliğe başlamış, o zaman yalanlanmıştır. Fakat, o zaman bile kimse Hz. Muhammed’i (s.a) sahtekârlıkla suçlamaya cür’et edememiş, en azılı düşmanları bile hiçbir zaman onu dünyevî bir konuda yalan söylemekle töhmet altına alamamıştır. Yalanlanan peygamber Hz. Muhammed’di; (s.a.) öyle ki, Hz. Peygamber’in (s.a.) düşmanlarının en azılısı olan Ebu Cehl, Hz. Peygamber’le (s.a.) olan bir konuşmasında “Biz sana yalancı demiyoruz, fakat ileri sürdüğün şeye sahte diyoruz” demiştir. Bedir savaşında Ahnes bir Şerik, Ebu Cehl’e gizlice sordu: “Burada ikimizden başka üçüncü bir kişi yok. Doğru söyle, Muhammed’i bir yalancı olarak mı görüyorsun, yoksa gerçekten doğru biri olarak mı?” Ebu Cehl’in cevabı şöyle oldu: “Allah’a yemin olsun ki, Muhammed doğru bir insandır ve hayatı boyunca tek bir yalan bile söylememiştir. Fakat, zâten kabilenin bayrağını taşıma, hacılara su verme ve Kâbe’nin anahtarlarını ellerinde bulundurma ayrıcalığına sahip olan Kusay Oğulları Peygamberliğin alıcıları olarak da kabul edilirse, Kureyş’ten geriye kalanlara ne düşer?” İşte bu nedenle Allah, “Yalancı olarak reddettikleri sen değilsin, onlar bizim mesajımızı reddediyorlar; biz her şeye sabreder ve onlara süre üstüne süre verirken, sen ne diye kaygılanırsın?” diye Rasûlü’nü teselli etmektedir.
22. Burada sözü edilen Allah’ın kelimeleri, doğruyla yanlış arasındaki çatışmayla ilgili olan kanun’dur. Bu kanun’a göre, doğru ve takvâ sahibi insanların sabır, dayanıklılık ve doğruluklarını, fedakârlık ve vefakârlıklarını, imanlarındaki sağlamlığı ve Allah’a olan güvenlerini kanıtlamaları için uzun bir süre imtihana tabi tutulmaları gerekmektedir. Böylece onlar zorluklara ve musibetlere uğrayacaklar; ancak bu zor ve engebeli yoldan geçmekle öğrenilen yüksek ahlâkî nitelikleri geliştirecekler ve ancak bu silâhlarla küfr karşısındaki savaşı kazanabileceklerdir. Yine, bu kanun’a göre, yeterliliklerini kanıtladıklarında, kendilerine desteklemek üzere Allah’ın yardımı tam zamanında gelir ve hiçbir zaman bu yardım, zamanı dolmadın elde edilemez.