EBU’L A’LÂ MEVDUDİ’NİN BAKIŞ AÇISIYLA HUD SURESİ 33. VE 39. AYETLER ARASI
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
33- Dedi ki: “Eğer dilerse, onu size Allah getirir ve siz (O’nu) aciz bırakacak değilsiniz.”
34- “Eğer Allah sizi azdırmayı dilemişse, ben size öğüt vermek istesem de, öğüdümün size yararı olmaz.(38) O sizin Rabbinizdir ve O’na döndürüleceksiniz.”
35- Onlar: “Bunu kendisi uydurdu” mu diyorlar? De ki: “Eğer onu ben uydurduysam, günahım bana aittir. Ama ben, sizlerin suç olarak işlemekte olduklarınızdan uzağım.”(39)
36- Nuh’a vahyedildi: “Gerçekten iman edenlerin dışında, kesin olarak kimse inanmayacak. Şu halde onların işlemekte olduklarından dolayı üzülme.”
37- “Bizim gözetimimiz altında ve vahyimizle gemiyi imal et. Zulme sapanlar konusunda da bana hitapta bulunma. Çünkü onlar suda-boğulacaklardır.”(40)
38- Gemiyi yapmaktaydı. Kavminin ileri gelenleri kendisine her uğradığında onunla alay ediyordu. O: “Eğer bizimle alay ederseniz, alay ettiğiniz gibi biz de sizlerle alay edeceğiz” dedi.
39- “Artık siz, ilerde bileceksiniz. Aşağılatıcı azab kime gelecek ve sürekli azab kimin üstüne çökecek.”(41)
AÇIKLAMA
38. Yani, “Eğer, iyiliklere ilginizin yokluğu ve kötülükte ısrarınızın devamı yüzünden Allah sizleri doğru yoldan alıkoymaya karar vermişse bir kez, benim sizin için yapacağım hiçbir şey işe yaramayacaktır. Çünkü Allah insanları kendilerinin seçtikleri yolda bırakır ki, diledikleri gibi gitsinler.”
39. Bu ayette geçen sözcüklerden anlaşıldığına göre, Hz. Nuh’un (a.s) kıssasının tilaveti esnasında Hz. Muhammed’in (s.a) düşmanları herhalde Rasulün (s.a) bu hikayeyi kendilerine dolaylı yoldan sıkı bir darbe indirmek için uydurduğunu düşünmüş ve bu yüzden, “Sen böyle masalları bizi farkettirmeden hırpalamak için uyduruyorsun” diye sözünü kesmiş olmalıydılar ki kıssanın anlamında mezkur suçlamaya cevap vermek üzere böyle bir kesinti meydana gelmişti.
Ve şu bir vakıadır ki adi insanlar hep böyle davranırlar. Hayra meyyal olmadıkları için, herşeyi tersinden, karanlık tarafından ele alırlar. Birisi tutup onlara hikmetli bir öğütte bulunsa yahut onlara faydalı bir ders verse veyahut bir hataya karşı uyarsa bile, ne bunlardan bir fayda sağlarlar ne de yollarını değiştirirler. Bunları yapmak bir yana, tutup meselenin öyle bir yanını kurcalamaya kalkışırlar ki, ne bir hikmetle ne de bir öğütle ilgisi vardır; amaç yalnızca tebliğciyi suçlamak, güç durumda bırakmaktır. Herkes bilir ki bu yolla en güzel öğüt, en güçlü tebliğ bile yankısız ve etkisiz kılınabilir. Eğer dinleyici tebliğe, “arkadan vurmak” tabir edip çamur atıyorsa ve onu kendisine bir hakaret sayıyorsa alınacak sonuç budur. Dahası bu tür adamların düşünceleri daima kuşku ve güvensizlik üzerine temellenmiştir. Ortada gerçek olduğu besbelli olan bir kıssa vardır. İmdi, akıllı kişi bu kıssayı bir vakıa olarak ele alacak, sonunda kendi durumunu ve hatasını ele veriyor olsa bile ondan bir ders çıkaracaktır. Bunun aksine olarak, şüpheli ve ard niyetli kişi delil, isbat demeden hemencecik bu kıssanın kendisini güç ve muallak bir durumda bırakmak için tümüyle uydurulduğu sonucuna varacaktır.
Aynı şey Rasulullah’ı (s.a) suçlayanlar için de geçerliydi; onlar da Rasul’ün (s.a) kıssaları kendisinin uydurduğunu ve daha etkili hale getirmek için de onları Allah’a nisbet ettiğini ileri sürmüşlerdi. Allah da Rasul’üne şöyle demesini emretti: “Kıssayı ben uyduruyorsam akıbetine ben katlanacağım; fakat bu durum, yalnızca kendinizin sorumlu olduğu suçlarınızın cezalarını eksiltmez ki!”
40. Bu ayet bir ilahi yasa olan mühletin (ihmal) sınırlarını ortaya koymaktadır. Rasul’ün (s.a) mesajı halka iletildiği ve reddedildiği zaman, içlerinden bir kısmının mesajı kabul edilebileceği kadar bir süre daha ceza geciktirilir. Ama bazılarının hidayete gelme imkanı tamamen ortadan kalktığında ve aralarında kötülük unsurundan başka bir şey kalmadığında Allah bu mühleti daha fazla uzatmaz. Ve bu Allah’ın lutfunun bir tezahürüdür; tıpkı iyi meyvenin çürüğünden ayıklanması ve emniyete alınması gibi. Bunun aksine olarak, eğer bu iflah olmaz günahkar insanlara merhamet edilirse böylesi bir durum, salihler ve gelecek kuşaklar için bir acımasızlık olacaktır.
4l. Bu, eşyaya yalnızca yüzeyden bakanlarla, gerçeğini bilenlerin bakış açılarını sergileyen vurucu bir örnektir. Öyle görünüyordu ki, Hz. Nuh’un (a.s) karada gemiyi inşa ediyor olduğu sırada kendisine inanmayan beyinsizlere bu aptalca bir şey geliyordu. Nitekim onunla şöyle alay etmişlerdi: “Bakın hele şu çılgın bunağa! Karada gemi yüzdürmeye çalışıyor.” Çünkü birkaç gün sonra geminin gerçekten burada yüzeceğini bilmiyorlardı. Bu yüzden Hz. Nuh’un (s.a) yaptıklarını, çılgınlığının apaçık göstergesi olarak görüyorlardı. Muhtemelen parmaklarıyla Nuh’un inşa etmekte olduğu gemiyi göstererek birbirlerine şöyle diyorlardı: “Daha önce vardıysa da, şimdi hiç kuşkumuz kalmadı değil mi? Bu adam gerçekten çılgın, karada, su falan olmadan yüzdüreceği bir gemi inşa ediyor.” Fakat içlerinden meseleyi ve yakın gelecekte bu geminin gerçekten işe yarayacağını bilen Resul, onların cahilliklerine, işin aslını bilmemelerine ve kibirlerine gülüyor ve şöyle diyor olmalıydı: “Nasıl da akılsızlık ediyorlar! Felaket başlarının tepesinde, onlarsa kendilerinden kibirli biçimde emin olmakla kalmadıkları gibi, kendilerini felakete karşı uyaran ve onları bu felakete karşı hazırlıklı kılmaya çalışan bana, çılgın diyorlar.” İşte genelde bu iki yol varolmuştur hep; akıl sahiplerinin ve akılsızların yolu.
Biri derinliğine düşünürken, diğeri meseleye yalnızca yüzeyinden bakar ve bunun bir çılgınlık olduğunu düşünür. Aynı şekilde o bunun bir çılgınlık ve aptallık olduğunu düşünürken diğeri meselenin gerçek hüviyetine vakıf olduğundan, olayın hikmet ve basiret üzere temellendiğini bilir. İşte size aynı şartlar altında oluşmuş iki ayrı tavır…