EBU’L A’LÂ MEVDUDİ’NİN BAKIŞ AÇISIYLA HUD SURESİ 8. VE 12. AYETLER ARASI
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
8- Andolsun, onlardan azabı sayılı bir topluluğa (veya belirli bir süreye) kadar ertelersek, mutlaka: “Onu akılkoyan nedir?” derler. Haberiniz olsun; onlara bunun geleceği gün, onlardan geri çevrilecek değildir ve alaya almakta oldukları şey de kendilerini çepeçevre kuşatacaktır.
9- Andolsun, biz insana tarafımızdan bir rahmet tattırıp sonra bunu kendisinden çekip-alsak, kuşkusuz o, (artık) umudunu kesmiş bir nankördür.
10- Ve andolsun, kendisine dokunan bir sıkıntıdan sonra, ona bir nimet taddırırsak, kuşkusuz: “Kötülükler benden gidiverdi” der. Çünkü o, şımarıktır, böbürlenendir.(10)
11- Sabredenler(11) ve salih amellerde bulunanlar başka. İşte, bağışlanma ve büyük ecir bunlarındır.(12)
12- Şimdi onların: “Ona bir hazine indirilmeli veya onunla birlikte bir melek gelmeli değil miydi?” demeleri dolayısıyla göğsün daralıp sana vahyolunanlardan bir kısımını mı terkedeceksin? Sen yalnızca bir uyarıp-korkutucusun. Allah her şeye vekildir.(13)
AÇIKLAMA
10. İnsanın bu sefil nitelikleri burada kafirlerin de aynı durumda olduklarını sergilemek için zikredilmiştir. Rasulullah (s.a) onları Allah’a isyanlarının sonuçlarına karşı uyarınca, onunla şu mealde alay etmişlerdi: “Deli misin sen? Bizim kudret ve refahımızı görmüyor musun? Hayatın bütün nimetlerini tatmakdayız ve çevremizdeki herşeye ve herkese hükmetmekteyiz! Nasıl oluyor da bize gelecek bir azaptan haber verebiliyorsun? Hangi gerekçeyle?”
Yukarıda zikredilen böbürlü davranış bu ayette sözü edilen sefil insan karakteriyle ilgilidir. Bu karakter şudur: İnsan, tabiatı gereği sathi, sun’i bir yapıya sahiptir ve derin düşünceden çekinir. Bu yüzden refaha erip kudret sahibi olduğunda zevkine düşkün, kibirli ve böbürlü bir hal alır. O kadar ki, herhangi bir ihtimalin bu mutlu şartları sona erdirebileceğini hayal etmek bile istemez. İşler bir gün tersine döndüğünde de, umutsuzluğun heykelleşmiş biçimi haline gelir ve orada, burada, heryerde kötü talihinden şikayete başlar. Hatta Allah’ı suçlamaktan, O’nun uluhiyetine hakaret etmekten bile geri durmaz. Fakat talihi tekrar döndüğü zaman uzak görüşlülüğü ile, bilgi ve başarıyla övünmeye başlar. Kafirlerin, Rasulullah’a (s.a) cevap yetiştirmeye çalışırken böyle sathi ve sun’i bir karakter sergilemelerinin nedeni budur. Allah’ın cezalarını tecil ettiğini unuturlar. Oysa Allah, bu mühleti onlara içinde bulundukları saçmalık üzerinde düşünebilmek, kendilerine tanınan bu süre içinde yollarını belirleyebilmek ve kendilerini, refahlarının derin temelleri olduğunu ve bundan sonra da hep olacağını sanıp aldatmasınlar diye vermiştir.
11. Burada “sabır” (tahammül) kelimesi daha önceki ayetlerde zikredilen sathilik vs. gibi nitelemelerin zıddı olacak şekilde “sebat” anlamını da içermektedir. “Sabır/sebat gösterenler” hayatın dalgalanışlarına rağmen amaçlarında sabit-kadem olanlardır. Onlar şartların değişmesinden etkilenmezler; aksine benimsedikleri haklı, ma’kul ve doğru tavırlara sıkı sıkıya yapışırlar. Güç, refah ve isim kazandıklarında kendilerine bir hava vermezler, sarhoş olmazlar, şımarıp kibirlenmezler. Buna karşılık işler tersine dönüp şartlar olumsuzlaştığında da, şartlara yenilmezler, onların altında ezilmezler. Kısacası, her iki durumda da sabır/sebat gösterip bu ilahi imtihandan alınlarının akıyla çıkarlar.
12. Bu Allah’ın böylelerine gösterdiği lütfudur. Onların kusurlarını bağışlar ve onlara iyi amellerinden ötürü mükafat verir.
13. Bu ayette, Allah Rasulu’nü teselli edip rahatlatmakta ve ondan, en ufak bir tereddüde kapılmaksızın mesajını yaymasına, cevap yetiremeyeceği yahut halka alay konusu olacağı korkusuyla duraklamamasını istemektedir. O mesajını bütünüyle iletmeli ve gerisini Allah’a bırakmalıdır; zira Allah’ın herşeye gücü yeter. Bunun önemini tam anlamıyla kavramak için konuyla ilgili durumları gözönüne almak gerekir.
Bu ayetlerin nazil olduğu sırada Kureyş, tüm kabilelerin en güçlüsü ve en etkin olanıydı. Arabistan’ın dini merkezi Kabe’nin (Mekke) bekçileri olarak Kureyşliler, tüm Arabistan üzerinde dini, ekonomik ve siyasi bir üstünlük sağlamışlardı. Dolayısıyla “Sizin öncüsü olduğunuz din batıldır; yolundan gittiğiniz hayat tarzı, içinden çürümüştür. Mesajı reddettiğiniz için Allah’ın azabı sizi bekliyor. Bu azaptan kurtulmanın tek çaresi doğru yolu kabul etmeniz, Allah’tan gelen doğru hayat tarzını benimsemenizdir” çağrısında bulunan bir mesaja karşı çıkmaları, öfkelenmeleri doğaldı. Besbelli ki bu mesaj, onların “üstünlük”leri üzerinde sert rüzgarlar estirecekti ve bu yüzden daha başında ona karşı çıkmışlardı.
Mesajı kabul etmemelerinin ikinci sebebi Rasulün (s.a) saf karakteri yanısıra, akli ve ma’kul mesajı dışında risaletini kanıtlayacak olağanüstü birşeye sahip olmayışıydı. Ayrıca Kureyş için kendi dinleri, ahlakları ve kültürlerinin çürük yapısı dışında azabı çağıran hiçbir motif bulunmamaktaydı. Kaldı ki, onları aldatan bir “refah”a sahiptiler. Güya bu “refah”, Allah’ın, O’na ortak koştukları “ilah” ve “ilahe”lerinin lütfunun apaçık bir göstergesiydi. Bu gösterge onların “doğru yol”da olduklarını yeterince gösteriyor, kanıtlıyordu zanlarınca. Bunun kaçınılmaz sonucu olarak bu insanların, yalnızca kalb ve akılları duyarlı küçük bir azınlığı mesajı kabul etti; büyük çoğunluk ise ona düşmanca tavır takındı. Hatta kimileri eziyet ve işkencelerle mesajın yankısını bastırmak istedi; kimisi saçma itirazlar ve haksız suçlamalarla mesajın anlamını küçük düşürme küstahlığında bulundu; kimileri de mesajın etkinlik ve direncini kırmak için planlı bir afarozu çare sandı. Bir diğerleri de vardı ki, mesajın ışığını engellemek için kaba istihzaya, çirkin alaya ve maskaralığa başvuruyordu.
Yukarıdaki durum yıllar yılı devam etti; ve bu haliyle bir kimseyi rahatça umutsuzluğa ve dirençsizliğe itebilirdi. Bu yüzden Kadiri-i Mutlak elçisine şu meyanda teminat verdi: “Meraklanma, bu kaba saba ve düşük insan güruhunu; bu, önyargıları, boykotları, alayları, maskaralıkları ve hakaretleriyle seni görevinden alıkoymak isteyen sefilleri hiç bir şekilde tasvib etmiyoruz. Sen doğru yoluna sebat ve cesaretle devam et. Sana vahyedilen hakikatı hiçbir tereddüt geçirmeden tebliğe devam et. Alay ederler, boykot edilirim korkusuyla mesajı yaymaktan asla çekinme. İster kabul etsinler ister reddetsinler, vahyi bütünüyle (asla taviz vermeden) bildir; zira herşey O’nun yed-i kudretindedir ve uygun gördüklerine hidayet ihsan edecek olan yalnızca O’dur.”