EBU’L A’LÂ MEVDUDİ’NİN BAKIŞ AÇISIYLA YUSUF SURESİ GİRİŞ BÖLÜMÜ
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
012 – YUSUF SURESİ
GİRİŞ
Ne zaman ve Niçin Nazil oldu?
İçinde sözkonusu edilen olaylar gösteriyor ki, bu sure Rasulullah’ın (s.a) Mekke’deki son dönemi esnasında, yani Kureyş’in kendisini öldürme, sürme, veya hapsetme planları tasarladığı sırada nazil olmuştur. O dönemde bir takım kafirler (muhtemelen tahrikçi Yahudiler) bir soru atmışlardı ortaya: “İsrailoğulları niçin Mısır’a gitti?” Bu sorunun ortaya atılma nedeni, Yahudilerin bu hikayeden haberdar olmamaları, geleneklerinde böyle bir rivayetten sözedilmiyor olması ve Rasulullah’ın da (s.a) daha önce bu hikayeden ima yollu da olsa hiç sözetmemiş olmasıydı. Dolayısıyla bu soruya tatmin edici bir cevap veremeyeceğini yahut kaçamak karşılıklar vereceğini ve ardından cevabı bir takım Yahudilerden soruşturacağını ummuşlardı. Böylece güya tüm foyası meydana çıkmış olacaktı. Fakat tüm umutlarının aksine işler tersine döndü ve Allah Hz. Yusuf’un (a.s) tüm kıssasını elçisine vahyetti ve o da kıssayı oracıkta irşad etti. Bu durum Kureyş’i müthiş biçimde şaşırtmıştı, çünkü yalnız kafalarındaki şemalar alt üst olmakla kalmıyor, aynı zamanda şu uyarıya maruz kalıyorlardı: “Eğer sizler de bu Rasule, Yusuf’a kardeşlerinin davrandığı gibi davranırsanız, sonunuz onlarınki gibi olur.”
Vahyediliş Amacı:
Yukarıda söylenenlerden bu surenin iki amaç için vahyedildiği ortaya çıkıyor:
Birinci amaç: Hz. Muhammed’in (s.a) risaletine delil getirmekti. Üstelik bu delil bizzat muhalifleri tarafından istenmekteydi. Ve böylece onun bilgisinin kulaktan dolma değil, vahiyle edenilmiş bilgi olduğu ortaya konmuş olacaktı. Zaten bu durum giriş ayetlerinde açıkça zikredilmekte ve sonuç bölümünde de yeterince açıklanmaktadır.
İkinci amaç, surenin muhtevasını Kureyş’in durumuna uygulamak ve Rasulullah’la (s.a) aralarındaki savaşı eninde sonunda kaybedecekleri konusunda onları uyarmaktı. Çünkü onlar da tıpkı kardeşlerinin Hz. Yusuf’a (a.s) yaptıkları gibi kardeşleri Rasulullah’a (s.a) eziyet ediyorlardı. Böylece Kureyş’e dolaylı yoldan işledikleri kötü fiillerinin, tıpkı, Hz. Yusuf (a.s) meselesinde kardeşlerinin -onu kuyuya attıktan sonra bile- başarısızlığa uğraması gibi hüsranla sonuçlanacağı anlatılmış oluyordu. Bu böyledir; çünkü Allah’ın iradesinin önüne geçecek hiçbir güç yoktur. Nitekim tıpkı Hz. Yusuf’un (a.s) önünde kardeşlerinin boyun bükmesi gibi onlar da bir gün helak etmeye çalıştıkları kardeşlerinden af dileyeceklerdir. Bu 7. ayette apaçık belirtilmiştir. “Andolsun Yusuf ve kardeşlerinin kıssasında Kureyş arasından soranlar için ayetler vardır.”
Bu kıssayı mevcut çatışmaya uygulamak suretiyle Kur’an, daha sonraki on yıl içinde cereyan edecek olayları da açık seçik haber vermiş oluyordu. Bu surenin nüzulundan henüz iki yıl geçmişti ki, Kureyş Hz. Yusuf’un kardeşleri gibi Rasulullah’ı (s.a) öldürmeye azmetti ve bunun üzerine Rasulullah (s.a) yine Hz. Yusuf’un (a.s) Mısır’a gidip orada bir güç kazanması gibi, Mekke’den Medine’ye göç etmek zorunda kaldı ve benzer bir güç kazandı. Yine, sonuçta Kureyş, tıpkı kardeşlerinin Hz. Yusuf’un (a.s) huzurunda boyun bükmeleri gibi Rasulullah’ın (s.a) önünde boyunlarını bükmüşlerdi.Kardeşleri Yusuf’a: “Bize lütfet zira, Allah bağışta bulunanları cömertçe ödüllendirir” (ayet, 88) dediklerinde Hz. Yusuf (a.s) , onları bağışlamış -ve her ne kadar onlardan intikam alabilecek güçteyse de – onlara şöyle demişti: “… Bugün sizin için bir yargılama yoktur. Sizi Allah affetsin. O merhametlilerin en merhametlisidir.” (Ayet, 92) . Aynı olay Mekke’nin fethinden sonra Hz. Muhammed (s.a) ile onun huzurunda biçare duran Kureyş arasında cereyan etmişti. Rasulullah (s.a) da intikam almak için gerekli güce sahipken bunu yapmadı onlara: “Size şimdi ne yapacağımı sanıyorsunuz?” diye sordu. Onlar da: “‘Sen kerim bir kardeşsin, kerim bir kardeşin oğlusun” deyince onları şu sözlerle bağışladı: “İstirhamınıza Yusuf’un, kardeşlerine verdiği karşılığın aynısını veriyorum. Bugün sizin için bir yargılama yoktur, bağışlandınız”.
Konusu ve Konuyu Ele Alış Biçimi:
Dahası, Kur’an-ı Kerim bu kıssayı yalnızca bir anlatı olarak sunmakla kalmayıp, onu aşağıdaki şekillerde bir tebliğ aracı olarak da kullanmıştır.
Anlattıkları boyunca Kur’an, İbrahim, İshak, Yakub ve Yusuf’un (a.s) inandığı dinin Hz. Muhammed’inkiyle (s.a) aynı olduğunu ve hepsinin çağırdığı mesajın Hz. Muhammed’inkiyle (s.a) aynı mesaj olduğunu açıklığa kavuşturmuştur.
Sonra, Hz. Yakub ve Hz. Yusuf (a.s) karakterleri, Yusuf’un kardeşleri, ticaret kervanındakiler, devlet ricali, Mısır azizi, onun zevcesi, Mısır’ın “sosyetik bayanları”yla çelişmekte idi. Bu durum okuyucunun önüne kendiliğinden şu meseleyi getirmektedir: “Allah’a ibadete ve ahiret hesabına dayalı İslam’ın şekillendirdiği ilk karakterlerle; dünyaya tapmaya, Allah’ı ve ahiret’i hiçe saymaya dayalı küfrün ve “cehalet”in şekillendirdiği ikinci karakterleri karşılaştırın ve hangisini tercih edeceğinize kendiniz karar verin.”
Kur’an bu kıssayı bir başka gerçeği daha gündeme getirmek için kullanmaktadır: Allah ne dilerse o olur; insan hiçbir karşı-planla O’nun stratejisini (mekr) altedemez, olmasını engelleyecek yahut oluşumunu değiştirecek herhangi bir önlem alamaz. Aksine, hep olan odur ki, insan kendi amacı için devreye soktuğu ve kendi amacına hizmet edeceğine inandığı bir çok vasıtanın sonunda kendi amacı aleyhine işlediğini, ilahi amaca hizmet ettiğini anlayıverir. Hz. Yusuf’un kardeşleri onu kuyuya attıkları zaman, alınabilecek en köklü tedbiri aldıklarını düşünüyorlardı. Oysa aslında Hz. Yusuf’u (a.s) Mısır’a yönetici yapacak olan ilahi planın yolunu döşemekteydiler ve sonunda onun huzurunda boyun bükeceklerdi. Aynı şekilde Aziz’in karısı da intikam almak düşüncesiyle Hz. Yusuf’u (a.s) zindana göndermişti, fakat aslında ona Mısır’ın yöneticisi olma fırsatını sağlamış olmaktaydı ve sonunda kendi apaçık günahını itiraf etmenin utancını yaşayacaktı.
Ve bunlar Allah’ın yüceltmek istediği kimseyi düşürmek için, tüm dünyanın birleşse de başarılı olamayacağını ispatlayan münferid örnekler değildir. Yine, Hz. Yusuf’u (a.s) “halletmek” için kardeşlerinin başvurduğu “güvenilir ve etkili” vasıtalar Allah tarafından Hz. Yusuf’un(a.s) başarısı, kardeşlerininse zillete düşmesi yolunda kullanılmışlardı. Buna karşılık eğer Allah birinin düşmesini dilemişse ne kadar etkili olursa olsun hiçbir vasıta bu dileğe karşı duramaz, hatta onun düşüş ve çöküşüne, bu vasıtaları kullananların zelil oluşuna katkıda bulunurlar.
Ötesi, bu kıssada Allah yolunu izlemek isteyenler için de çeşitli dersler ihtiva etmektedir. Kıssanın öğrettiği ilk ders, ilahi yasanın çizdiği sınırlar içinde kalan bir kimsenin amaç, hedef ve vasıtalarıyla başarılı olması ya da olmamasının tümüyle Allah’a kalmış bir şey olduğudur. Dolayısıyla temiz amaçları öngörmüş, meşru vasıtalara başvurmuş fakat başarılı olamamış bir kimse en azından rezalet ve zilletten korunmuş olacaktır. Oysa aşağılık bir amacı öngörmüş ve amaca ulaşmak için de gayri meşru vasıtalara başvurmuş bir kimse yalnızca ahirette rezil rüsvay olmakla kalmayacak aynı zamanda bu dünyada da rezil ve zelil olmanın riskini göze alacaktır.
Kıssa’nın öğrettiği ikinci ders şudur: Hakikat ve adalet adına gayret gösterenler, Allah’a güvenenler ve tüm işlerinde O’nu vekil bilenler, O’ndan yardım ve teselli alırlar. Bu kendilerine, düşmanları karşısında cesaret ve güven sağlar, güçlü düşmanların korkunç vasıtalarıyla burun buruna geldikleri zaman moralleri bozulmaz. Görevlerini korukuszca yerine getirirler. ve sonucu Allah’a havale ederler.
Fakat bu kıssanın öğrettiği en büyük ders, bir müminin gerçek İslami niteliklerle bezenmesi ve hikmetle donanması halinde, sırf bu niteliklerin gücüyle tüm bir beldeyi fethedebileceğidir. Hz. Yusuf (a.s) , bunun şahika bir örneğini teşkil edecek şekilde saf ve yüksek karakterli bir kimsenin en olumsuz şartlar altında bile başarılı olabileceğini bizzat göstremiştir. Hz. Yusuf (a.s) Mısır’a gittiği zaman, sadece onyedi yaşında bir delikanlıydı, yalnız ve garibti; ayrıca hiç bir tedariki yoktu. Olmadığı gibi burada bir köle olarak satılmıştı. -Ve ayrıca bu dönemdeki kölelerin içinde bulunduğu korkunç şartları her tarih öğrencisi bilir- Dahası sonra bir iftiraya uğrayıp süresiz zindana atılmıştı. Fakat bu zorlu dönemi boyunca bir kez olsun, sonunda kendisini ülkenin en üst düzey yetkilisi yapacak olan ahlaki ve imani niteliklerinden asla vazgeçmedi.
Tarihi ve Coğrafi Arka-plan
Şu tarihi ve coğrafi ayrıntılar kıssayı anlamamıza yardım edecektir: Hz. Yusuf (a.s) , Hz. Yakub’un (a.s) oğlu Hz. İshak’ın (a.s) torunu, Hz. İbrahim’in (a.s) de büyük torunudur. Kitab-ı Mukaddes’e göre (Kur’an’da zikredilenler de bu rivayeti teyid eder) Hz. Yakub’un (a.s) dört hanımından olma oniki oğlu vardı. Hz. Yusuf (a.s) ve küçük kardeşi Bünyamin bir karısından, kalan on oğlu da diğer hanımlarından olmaydı. Hz. Yakub (a.s) , babası Hz. İshak’ın, ondan evvel de Hz. İbrahmi’in (a.s) yaşadığı ve “Shechem” denen yerde kendine bir arazi parçası edindiği Hebron (yani Filistin) de yerleşmişti.
HARİTA -VIII-
Yusuf (a.s) ‘un kıssası ile ilgili harita.
Kitab-ı Mukaddes araştırmacılarına göre Yusuf (a.s) yaklaşık M. Ö. 1906’da doğmuştu ve kendisi ile ilgili kıssanın başlangıcı M.Ö. 1890 dolaylarında vuku bulmuştu. Yani rüyayı gördüğünde ve kuyuya atıldığında onyedi yaşındaydı. Kitab-ı Mukaddes ve Talmud’a dayalı rivayetlere göre Kuyu Shechem’in kuzeyindeki Dothan yakınındaydı ve onu kuyudan çıkaran kervan (öte Ürdün’deki) Gilead’tan gelip Mısır’a gitmekteydi.
Mısır’ı yöneten 15. hanedan tarihte Hyksos kralları olarak bilinir. Hyksos’lar Arap ırkındandı ve 2000 yıllarında Suriye-Filistin’den göçedip Mısır’a gelmişler ve ülkeyi ele geçirmişlerdi.
Arap tarihçileri ve Kur’an yorumcuları onlara Amalik adını vermişlerdir ve bu, Mısır bilimciler (egyptologist) tarafından yapılan yakın tarihli araştırmalarla da teyid edilmiştir. Hyksoslar ülkede hüküm süren iç kargaşayı fırsat bilip kendi krallıklarını kurmuş istilacılardı. Hz. Yusuf’un (a.s) iktidara gelişi ve ardından İsrailoğulları’nın Mısır’ın en münbit bölgesine yerleşmeleri konusunda hiçbir zanna mahal olmayışının nedeni budur; elde ettikleri güç ve etkinlik, onların Mısır’ı istila eden yabancılarla aynı ırktan oluşuyla ilgiliydi.
Hyksoslar M. Ö. 15. yy.ın sonuna dek Mısır’da hüküm sürdü ve uygulamada tüm güçler İsrailoğulları’nın elinde kaldı. Kur’an bu olaya Maide suresi’nin 20. ayetinde atıfta bulunur: “Allah içinizden peygamberler çıkardı ve sizi yöneticiler eyledi”. Sonra bu hanedanı alaşağı eden büyük bir ulusalcı ayaklanma böşgösterdi ve yaklaşık 250.000 Amaliki ülkeden sürüldü. Bunun sonucu olarak oldukça mutaassıp bir kıpti hanedanı iktidarı ele geçirdi ve Amalikîlilerle ilgili herşeyi kötünden kazıdı. Daha sonra da Hz. Musa’nın (a.s) kıssasında zikredilen İsrailoğulları’na toplu zulüm hadisesi başladı.
Ayrıca Mısır tarihinden “Hyksos kralları’nın Mısır’ın geleneksel tanrılarını kabul etmediğini ve bu yüzden de dinlerini Mısır’da yaymak için Suriye’den kendi ilahlarını ithal ettiklerini öğreniyoruz. Kur’an’ın Hz. Yusuf’un çağdaşı olan kralı Firavun diye anmasının nedeni budur. Zira bu ünvan Mısır’ın kendi özgün dinleriyle bağlantılı bir ünvandı ve Hyksoslarda bu dine inanmıyorlardı. Fakat Kitab-ı Mukaddes bu krala yanlış bir tesmiye ile “Firavun” demektedir. Öyle görünüyor ki, Kitab-ı Mukaddes yazarları tüm Mısır krallarının “Firavun” olduklarını sanmaktaydılar.
Karşılaştırmalı Kitab-ı Mukaddes ve Mısır tarihi üzerine çalışan modern araştırmacılar Hyksos kralı Apophis’in, Hz. Yusuf’un (a.s) çağdaşı olan kral olduğu görüşünü paylaşmaktadırlar.
O devirde Memphis Mısır’ın başkentiydi. Bu kente ait kalıntılara Kahire’nin güneyinde 14 mil mesafedeki Nil kıyısında rastlanmaktadır. Hz. Yusuf (a.s) buraya getirildiğinde 17-18 yaşlarındaydı.
Aziz’in yanında iki-üç yıl, zindandaysa sekiz-dokuz yıl kaldı; Mısır’a yönetici olduğunda otuz yaşındaydı ve iktidarda seksen yıl tekbaşına kaldı. İktidarının dokuzuncu ve onuncu yılında babası Yakub’a (a.s) kendisi ve tüm aile fertlerinin Filistin’den Mısır’a gelmeleri için haber yolladı. Kitab-ı Mukaddes’e göre onları Hz. Musa’nın (a.s) yaşadığı Goshen bölgesine yerleştirmiştir. Yine Kitab-ı Mukaddes’e göre Hz. Yusuf(a.s) ölmeden önce akrabalarından şu yemini almıştı: “Bu ülkeden atalarınızın ülkesine döndüğünüzde kemiklerimi alıp beraberinizde götüreceksiniz.” Sonra öldü. Öldüğünde yüz on yaşındaydı. Akrabaları da kendisini mumyaladılar.
Her ne kadar Kur’an’da anlatılan Yusuf kıssası Kitab-ı Mukaddes ve Talmud’la ayrıntılara indikçe farklılaşıyorsa da, üçü de temel öğelerde ittifak halindedirler. Biz de bu farklılıkları gerektiği yer ve zamanda açıklayıcı notlarımızla izaha çalışacağız.