EBU’L A’LÂ MEVDUDİ’NİN BAKIŞ AÇISIYLA İBRAHİM SURESİ 9. VE 12. AYETLER ARASI
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
9- Sizden öncekilerin, Nuh kavminin, Ad ve Semud ile onlardan sonra gelenlerin haberi size gelmedi mi?(14) Ki onları, Allah’tan başkası bilmez. Peygamberleri onlara apaçık delillerle gelmişlerdi de, ellerini ağızlarına götürüp(15) (öfkelerinden ısırdılar) ve dediler ki: “Tartışmasız, biz sizin kendisiyle gönderildiğiniz şeyleri inkâr ettik ve bizi kendisine çağırmakta olduğunuz şeyden de gerçekten kuşku verici bir tereddüt içindeyiz.”(16)
10- Peygamberleri dedi ki: “Allah hakkında mı şüphe (etmektesiniz) ?(17) O, gökleri ve yeri yaratandır; O, sizi, günahlarınızı bağışlamak için davet etmekte ve sizi adı konulmuş bir süreye kadar ertelemektedir.”(18) Dediler ki: “Siz, bizim benzerimiz olan birer beşerden başkası değilsiniz.(19) Siz bizi, babalarımızın tapmakta olduklarından çevirip-engellemek istemektesiniz, öyleyse bize apaçık olan ispatlayıcı bir delil getirin.”(20)
11- Peygamberleri onlara dedi ki: “Doğrusu biz, sizin gibi yalnızca bir beşeriz, ancak Allah kullarından dilediğine lütufta bulunur.(21) Allah’ın izni olmaksızn size bir delil getirmemiz bizim için olacak şey değil. Mü’minler, ancak Allah’a tevekkül etmelidirler.”
12- “Bize ne oluyor ki, Allah’a tevekkül etmeyelim? Bize doğru olan yolları O göstermişti. Ve elbette bize yapmakta olduğunuz işkencelere karşı sabredeceğiz. Tevekkül edenler Allah’a tevekkül etmelidirler.”
AÇIKLAMA
14. Hz. Musa (a.s.) ‘nın konuşması 8. ayetle bitmektedir. Bu ayetten itibaren Mekke’li kafirlere doğrudan hitap edilmektedir.
15. Buradaki metnin Arapça kelimelerinin anlamı konusunda birçok farklı görüş öne sürülmüş ve her müfessir bunlara değişik anlamlar vermiştir. Biz bu kelimelerin, kafirlerin İslam davetine karşı gösterdikleri hoşgörüsüzlük, şaşkınlık ve kızgınlığı ifade ettiği görüşündeyiz. Bu görüş bir sonraki cümle tarafından desteklenmektedir.
16. Onlar İslami davet hakkında “kuşkulu bir şüphe” içindeydiler, çünkü bu davet onların zihinlerindeki huzuru bozmuştu. Mesaja davet her zaman için zihinleri yorar, çünkü onun düşmanları için bile ilk anda onu reddetmek veya gönül rahatlığıyla ona karşı çıkmak imkansızdır. Onlar onun hakkındaki şüphelerinde ne kadar ısrar ederlerse etsinler ve onun gerçekliğini ve akla yakın fikirlerini ne kadar reddederlerse etsinler, onun açıksözlülüğü, samimiyeti ve ifade tarzı, en azılı düşmanlarının zihninde bile karışıklıklara neden olur. Elçinin saf ve kusursuz karakteri ve ona uyanlarda görülen göze çarpan iyi değişiklikler onların zihinlerinde o denli bir birikim etkisi yaratır ki, en azılı düşmanlar bile kendi durumlarından rahatsızlık duyup şüpheye düşerler. Böylece Hakkı savunanların vicdan huzurunu bozmak isteyenler kendi iç huzurlarını bozmuş olurlar.
17. Peygamberlerin, daveti reddedenlere bu soruyu sormalarının nedeni onların, Allah’a karşı takındıkları tavrın saçmalığını göstermek istemeleridir. Çünkü her dönemde müşrikler Allah’ın varlığına, O’nun göklerin ve yerin yaratıcısı olduğuna inanmalarına rağmen, Allah’tan gelen vahyi, bunun mantiki bir sonucu olarak da yalnızca O’na ibadet etmeleri gerektiği gerçeğini reddetmişlerdir. Bu nedenle Peygamberler onlara şöyle bir soru yöneltmişlerdir: “Siz Allah’ın varlığı hakkında herhangi bir şüphe içinde misiniz?.”
18. Bireyler söz konusu olduğunda “belirli bir süre” ya kişinin öldüğü zaman, ya da kıyamet günü olabilir. Milletlerin yükseliş ve düşleriyle ilgili “belirlenen süre” ise o toplumdaki kişilerin ortak davranışları ile belirlenir. Örneğin, eğer iyi bir toplum süresi dolmadan bozulmaya uğrarsa, belirlenen süre kısaltılmış ve yürürlükten kaldırılmış olur. Diğer taraftan eğer bozulmuş bir toplum iyiye doğru yönelip değişirse, süresi uzatılır; öyle ki kıyamete kadar bile yaşayabilir. Bu nokta Ra’d suresi 11. ayette şöyle ifade edilmiştir: “Gerçekten Allah, kendi özlerinde olanı değiştirip bozuncaya kadar bir toplulukta olanı değiştirip bozmaz…”
19. Kafirler şöyle demek istiyorlardır: “Siz de her yönüyle bizim gibi insanlarsınız, bizim gibi yiyor, içiyor ve uyuyorsunuz ve bizim gibi evlenip çocuk sahibi oluyorsunuz. Açlık ve susuzluk hissediyor, bizim gibi sıcaktan, soğuktan, hastalık ve kazalardan etkileniyorsunuz. Kısacası siz de bizim gibi bütün insan olmanın gerektirdiği sınırlamalara sahipsiniz ve biz sizde, sizi peygamber olarak kabul etmemize, Allah’ın sizinle iletişim kurduğuna ve size meleklerini gönderdiğine inanmamıza neden olacak fevkalade ve harikulade birşey görmüyoruz.”
20. Yani, “Eğer hala peygamber olduğunuzu iddia ediyorsanız, bize sizin Allah tarafından gönderildiğinize ve beraberinizde getirdiğiniz davetin gerçekten O’nun katından olduğuna ikna edecek somut bir delil getirin.”
21. Yani, “Şüphesiz biz de sizin gibi insanız, fakat Allah dilediğiyle bizi sizin aranızdan seçti ve bize Hak (gerçek) bilgiyi ve kesin bir basireti lutfetti. Bu Allah’ın dileğidir ve O dilediğine dilediği şeyi lutfetmek kudretine sahiptir. Biz O’ndan bu lutfu size veya başkalarına vermesini isteme durumunda değiliz. Bize gösterilen gerçekleri de reddedemeyiz. “