EBU’L A’LÂ MEVDUDİ’NİN BAKIŞ AÇISIYLA MAİDE SURESİ 13. VE 16. AYETLER ARASI
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
13- Sözlerini bozmaları nedeniyle, onları lanetledik ve kalplerini kaskatı kıldık. Onlar, kelimeleri konuldukları yerlerden saptırırlar. (Sık sık) Kendilerine hatırlatılan şeyden (yararlanıp) pay almayı unuttular. İçlerinden birazı dışında, onlardan sürekli ihanet görür durursun. Yine de onları affet, aldırış etme. Şüphesiz Allah, iyilik yapanları sever.
14- Ve: “Biz hıristiyanlarız”(36) diyenlerden kesin söz almıştık. Sonunda onlar kendilerine hatırlatılan şeyden (yararlanıp) pay almayı unuttular. Böylece biz de, kıyamete kadar aralarında kin ve düşmanlık saldık. Allah, yapageldikleri şeyi onlara haber verecektir.
15- Ey Kitap Ehli, Kitaptan gizlemekte olduklarınızın çoğunu size açıklayan ve bir çoğundan geçiveren elçimiz geldi.(37) Size Allah’tan bir nur ve apaçık bir Kitap da geldi.
16- Allah, rızasına uyanları bununla kurtuluş yollarına ulaştır(38) ve onları kendi izniyle karanlıklardan nura çıkarır. Onları dosdoğru yola yöneltip-iletir.
AÇIKLAMA
36. Nasarâ isminin, Hz. İsa’nın (a.s) yurdu Nasıra ile ilgili olduğu varsayımı yanlıştır. Gerçekte, bu kelime nusrat (yardım) kökünden gelmektedir. Hz. İsa (a.s) “Allah’ın davasından benim yardımcılarım (ensar) kimlerdir?” diye sorduğunda, havarileri “Biz Allah’ın yardımcılarıyız” (Saf: 14) diye cevap verdiklerinden, Hıristiyanlara ‘Nasârâ’ (yardımcılar) denmiştir. Hıristiyan yazarlar, küçümsenerek ‘Nasırîler’ denilen ilk Hıristiyanların bir mezhebi olan Nasırlılar’la Nasârâ arasındaki görünür benzerlikten dolayı Kur’an’ın Hıristiyanlara küçümsemeyle Nasârâ dediği şeklinde yanlış bir izlenim edinmişlerdir. Fakat, Kur’an Hıristiyanların kendilerine “Biz Nasâra’yız” dediklerini açıkça belirtir. Hıristiyanların kendilerine hiçbir zaman “Nasurîler” demedikleri açıktır.
Bu noktada şurası da belirtilmelidir ki, Hz. İsa (a.s) havarilerine hiçbir zaman ‘Hıristiyanlar’ veya ‘Mesihîler’ dememiştir. Çünkü O, hiçbir zaman kendi adına yeni bir din kurmak için gelmemiştir. Hz. Musa’nın (a.s) ve kendinden önce (ve kendinden sonra) öbür peygamberlerin getirdiği aynı dini diriltmek için gelmiştir. Bu bakımdan, İsrailoğulları’ndan başka yeni bir ümmet oluşturmamıştır. İsraîlîler de yeni bir ümmet olarak var olmamış, kendileri için ayrı bir isim ve sembol de benimseyip almamışlardır. Diğer Yahudilerle birlikte ibadet için Tapınağa (Kudüs) giderler ve kendilerini Hz. Musa’nın (a.s) Kanunu’yla bağlı sayarlardı. (Bkz. Rasûllerin İşleri, 3; 1, 10:14, 15:1 ve 5, 21:21) .
Daha sonra iki taraftan ayrılma süreci başladı. Bir yanda Hz. İsa’nın (a.s) bir izleyicisi olan St. Paul (Pavlos) <YANLıŞ (Çev.) belirtmeliyiz. olmadığını sahabesi ve havarisi (a.s) İsa?nın Hz. Pavlos?un için, vermemek meydan anlaşılmaya>Kanuna uymaya son verip, kurtuluş için gerekli tek şeyin Mesih’e inanmak olduğunu ilân etti. Öte yandan, Yahudi hahamlar sapık bir mezhebe bağlı olduklarını ilân edip, Hz. İsa’nın (a.s) bağlılarıyla olan ilişkilerini kestiler. Fakat, bu ayrılığa rağmen, başlangıçta Hz. İsa’nın (a.s) bağlılarına verilen hiçbir ayrı ad yoktu. Onlar kendilerini şakirtler, kardeşler, müminler, azizler gibi çeşitli adlarla çağırıyorlardı. (Bkz. Rasûllerin İşleri; 2:44, 4:32, 9:26, 11:29, 13:52, 15:1 ve 23, Romalılara Mektup, 15:25, Korintoslulara Mektup, 1:2) . Fakat, Yahudiler onları küçümseyip kınayarak kendilerine Galililer veya Nasırîler mezhebi derlerdi. (Luka, 13:2, Rasûllerin İşleri, 24:5) . Bu isimler de, içinde Hz. İsa’nın (a.s) doğum yeri Nasıra’nın bulunduğu Galile adlı Filistin eyaletinden geliyordu. Ne var ki, bunların hiçbiri Hz. İsa’nın (a.s) bağlıları için kalıcı bir isim olmadı.
Hz. İsa’nın (a.s) izleyicilerinden Pavlos ve Barnaba ilk kez İ. S. 43-44 te Antakya’ya İncil’de bulunan hakikatleri tebliğe gittiklerinde, müşrikler onları Hıristiyanlar adıyla çağırdılar. (Rasûlerin İşleri, 11:26) . Bu ad her ne kadar kendilerine düşmanları tarafından küçümseme kasdıyla verilmişse de, liderleri “Eğer siz Hz. İsa’nın (a.s) adıyla anılmakla küçümsenip kınanıyorsanız, bundan mutlu olun… eğer bir kişi bir Hıristiyan olarak işkence çekiyorsa, bundan hiç utanmasın” (Petrus, 4:16) diyerek bu adı kabul ettiler. Uzun vadede, ‘Hıristiyanî’ adının kendilerine düşmanları tarafından verilen kötü bir ad olduğu duygusunu yitirdiler.
Açıktır ki, Kur’an çağrıştırdığı küçümsemeden dolayı onlara ‘Hıristiyan’ dememekte, kendilerine Hz. İsa’nın (a.s) çağrısına “Biz Allah’ın yardımcılarıyız” diye cevap veren havarilerle aynı adı taşıdıklarını hatırlatmak için ‘Yardımcılar’ demektedir. Kendilerine gerçek isimleriyle seslendiği için teşekür edeceklerine, günümüzün Hıristiyan misyonerlerinin ‘Hıristiyan’ demedi diye Kur’an’a gücenmeleri ne tuhaf değil mi?
37. Yani, “Hiçbir namus duygusu taşımadan Kitap’tan gizlediğiniz pek çok şeyi bildiriyor. Çünkü bunlar gerçek İman’ın yerleşmesi için gereklidir. Öte yandan, açıklanması için gerek olmayan daha başka pek çok şeyi de bırakıyor.”
38. Allah’ın Kitab’ının ve Peygamberi’nin (a.s) Sünneti’nin ışığında gitmek isteyenleri “Allah selâm yollarına iletir.” Böylece, her yol ayrımında bu nurun yardımıyla güvenli yolun hangisi olduğunu bileceklerinden, yanlış zanlardan, yanlış düşüncelerden, yanlış davranışlardan ve bütün bunların sonuçlarından emniyette olurlar.