EBU’L A’LÂ MEVDUDİ’NİN BAKIŞ AÇISIYLA MAİDE SURESİ 88. VE 93. AYETLER ARASI
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
88- Allah’ın size rızık olarak verdiklerinden helal ve temiz olarak yiyin. Kendisine inanmakta olduğunuz Allah’tan da korkup-sakının.
89- Allah sizi, yeminlerinizdeki ‘rastgele söylemelerinizden, boş sözlerden’ dolayı sorumlu tutmaz, ancak yeminlerinizle bağlandığınız sözlerden dolayı sizi sorumlu tutar. Onun (yeminin) keffareti, ailenizdekilere yedirdiklerinizin ortalamasından on yoksulu doyurmak ya da onları giydirmek veya bir köleyi özgürlüğüne kavuşturmaktır. (Bunlara imkân) Bulamıyan (için) üç gün oruç (vardır.) Bu, yemin ettiğinizde (bozduğunuz) yeminlerinizin keffaretidir.(106) Yeminlerinizi koruyunuz.(107) Allah, size ayetlerini böyle açıklar, umulur ki şükredersiniz.
90- Ey iman edenler, içki, kumar, dikili taşlar ve fal okları ancak şeytanın işlerinden olan pisliklerdir.(108) Öyleyse bun(lar) dan kaçının; umulur ki kurtuluşa erersiniz.(109)
91- Gerçekten şeytan, içki ve kumarla aranıza düşmanlık ve kin düşürmek, sizi, Allah’ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık vazgeçtiniz, değil mi?
92- Allah’a itaat edin, peygambere de itaat edin ve sakının. Eğer yüz çevirirseniz, bilin ki, elçimize düşen, ancak apaçık bir tebliğidir.
93- İman edenler ve salih amellerde bulunanlar için korkup-sakındıkları, iman ettikleri ve salih amellerde bulundukları, sonra korkup-sakındıkları ve iman ettikleri ve sonra (yine) korkup-sakındıkları ve iyilikte bulundukları takdirde (yasaklanmadan önce) dedikleri dolayısıyla bir sorumluluk yoktur. Allah, iyilik yapanları sever.
AÇIKLAMA
106. Bazıları helâl şeyleri kendilerine haram kılmak için yemin ettiklerinden dolayı, burada, yiyeceklerle ilgili talimatlarla bağlantılı olarak yeminler hakkındaki hüküm ortaya konuyor. Hüküm şöyle: Eğer bir kişi gerisinde bir niyet taşımaksızın veya kasıt olmaksızın yemin ederse, yemininin gereğini yerine getirmekle yükümlü değildir. Çünkü bu tür yemin için, herhangi bir ceza veya kefaret yoktur. Fakat, eğer kişi bile bile yemin ederse, bu yeminini bozmalı ve günah gerektiren bir yemini bozduğu için de ceza olarak kefaretini de ödemelidir. (Ayrıca bkz. Bakara an: 243-244, Nisa an: 125)
107. “Yeminlerinizi koruyun” emri üç anlam ifade eder:
1) Kişi yeminden doğru yoldan yararlanmalı, yersiz ve günah gerektirici şeyler için yemine başvurmamalıdır.
2) Bir şey için yemin ettiğinde, unutmamak için onu sürekli hatırda tutmalıdır.
3) Haklı veya doğru bir şey için kasden yemin ettiğinde gereğini yerine getirmeli, getirmediği takdirde kefaretini ödemelidir.
108. Ensab, Ezlâm ve Meysir’in anlamı için bu suredeki an: 12 ve 14’e bakın. Fal oklarıyla kehanet anlamındaki ezlâm tabiatı gereği bir tür kumarsa da, meysir’le arasında küçük bir fark vardır. Ezlâm, şirk ve bâtıl inanca bulanmış kehanet ve kura biçimleri için kullanılırken, meysir servetin şans aletleriyle kazanılıp bölüşüldüğü biçimler için kullanılır.
109. Bu ayette dört şey mutlak olarak haram kılınmaktadır: İçki, kumar, ensab (Allah’tan başkalarına tapınmak için adanmış ve içlerinde Allah’tan başka şeylerin adlarına kurbanlar ve hediyeler sunular yerler) ve kehanet araçları. Bunlardan son üçünün niteliği açıklanmış bulunuyor. İçki hakkında hüküm ise, ayrıntıları ile şöyledir:
İçki bu ayetle mutlak anlamda haram kılınmadan önce, hakkında iki hüküm daha inmişti. (Bakara: 219, Nisa: 43) . Son hüküm gelmeden önce Hz. Peygamber (s.a) kendileri mutlak yasağa hazırlamaları için halkı toplamış ve onları uyararak şöyle demişti: “Allah insanların içki içmelerinden asla hoşlanmaz. Mutlak yasak yakında gelse gerektir. Bu yüzden ellerinde içki bulunanlar en iyisi mi onu satsınlar.” Bundan bir süre sonra, Maide suresi 90. ayet inince, “Şu anda ellerinde içki bulunanlar artık onu ne içebilir, ne de satabilir; bu yüzden onu yok etsinler.” diye ilânda bulundu. Bunun üzerine dökülen içkiler Medine sokaklarında aktı. Bununla birlikte bazıları “Onu Yahudilere hediye edemez miyiz?” diye Hz. Peygamber’e (s.a) sordular. Cevap şöyleydi: “Onu haram eden, hediye olarak verilmesini de yasaklamıştır.” Daha bazıları “Onu sirke yapamazmıyız” diye sordular. Cevap: “Hayır, dökmelisiniz” şeklinde oldu. Bir başkası tekrar tekrar sordu: “İçkiyi ilaç olarak da kullanamaz mıyız?” Hz. Peygamber (s.a) üstüne basa basa bunu da reddetti ve şöyle buyurdu: “Hayır, o bir ilaç değil, bir hastalıktır.” Yine, bir başkası daha sordu: “Efendim, biz çok soğuk bir yerde yaşıyoruz ve işimiz de yorucudur. Bu bakımdan, yorgunluğumuzu gidermek ve ısınmak için içki içiyoruz.” Hz. Peygamber (s.a) şöyle dedi: “İçtiğiniz sarhoşluk veriyor mu?” “Evet” dedi adam. Bunun üzerine, Hz. Peygamber (s.a) “Ondan el çek” buyurdular. Soruyu soran adam bu kez, “Bizim orada oturanlar bunu kabul etmiyecektir.” dedi. Hz. Peygamber (s.a) buna da şöyle karşılık verdi: “Eğer kabul etmezlerse git, onlarla savaş.”
İbn Ömer’den (r.a) rivayet edilen bir hadise göre Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuşlardır: “Allah içkiyi ve onu içeni, sunanı, satanı, alanı, üreteni, ürettireni, taşıyanı ve kendisine taşıtanı lânetlemiştir.”
Bir başka hadisinde Hz. Peygamber (s.a) müslümanlara içkiyle birlikte sunulan yemekten yemeyi yasaklamıştır. Yasağın ilk döneminde, içkiyi çıkarmada ve içmede kullanılan aletlerden yararlanılmasını bile yasaklamış, fakat daha sonra yasa iyice yerleşince bunların kullanımına izin vermiştir.
Arapça “hamr” kelimesi öncelikle üzümden yapılan şarap anlamına geliyorsa da, buğday, arpa, kuru üzüm, hurma ve baldan yapılan içkiler için de kullanılır olmuş ve yasak, sarhoşluk veren her şeyi içine almıştır. Hadisler bu noktada oldukça açıktır: “Her sarhoşluk veren hamrdır ve haramdır.
“Sarhoşluk veren her içki haramdır,” “Her sarhoşluk veren şeyi yasaklıyorum.” Cuma hutbelerinden birinde Halife Hz. Ömer (r.a) hamr’ı “düşünme melekesini gideren her şey” olarak tanımlamıştır.
Bu bağlamda Hz. Peygamber (s.a) genel ilkeyi şöyle koymuşlardır: Çoğu sarhoşluk veren şeyin en az miktarı da haramdır; bir bardağı sarhoşluk veren şeyin bir damlası da haramdır…”
Hz. Peygamber (s.a) zamanında sarhoş için belli bir ceza yoktu. Tutuklanıp mahkemeye çıkarılan suçlu ayakkabılarla dövülür, tepiklenir, yumruklanır, çomaklanır ve kırbaçlanırdı. Bu suç için verilen cezanın en yüksek miktarı kırk kırbaçtı. Hz. Ömer’in (r.a) halifeliğinin ilk günlerinde de aynı ceza uygulanıyordu. Fakat o suçların arttığını görünce, diğer sahabelere de danışarak cezayı seksen kırbaca çıkardı.
İmam Malik, İmam Ebu Hanife ve bir rivayete göre İmam Şafiî de aynı görüşteydiler. Fakat, İmam Ahmed b. Hanbel ve bir başka rivayete göre İmam Şafiî, içki içmenin cezasının kırk kırbaç olduğu fikrindedir. Hz. Ali (r.a) de kırk kırbacı kabul etmiştir.
İslam fıkhına göre, yasağın üzerinde durmak İslâm Devleti’nin görevidir. Nitekim, Hz. Ömer (r.a) zamanında Beni Sakif kabilesinden Ruveyşid adlı bir adamın dükkanı, içinde gizlice şarap üretilip satıldığı için yakılmıştır. Başka bir seferinde ise, şarap sattıkları için bir köyü yaktırmıştır.