EBU’L A’LÂ MEVDUDİ’NİN BAKIŞ AÇISIYLA NUR SURESİ 26. VE 27. AYETLER
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
26- Kötü kadınlar, kötü erkeklere; kötü erkekler, kötü kadınlara; iyi ve temiz kadınlar, iyi ve temiz erkeklere; iyi ve temiz erkekler, iyi ve temiz kadınlara (yaraşır) . Bunlar, onların demekte olduklarından uzaktırlar.(22) Bunlar için bir bağışlanma ve kerim (üstün) bir rızık vardır.
27- Ey iman edenler,(23) evlerinizden başka evlere, yakınlık kurup (izin almadan) (24) ve (ev halkına) selam vermeden girmeyin. Bu sizin için daha hayırlıdır; umulur ki öğüt alıp-düşünürsünüz.(25)
AÇIKLAMA
22. Bu ayet temel bir ilke koymaktadır: Temiz erkekler, temiz kadınlar için ve dindar erkekler, dindar kadınlar için uygun eştirler. Her bakımdan iyi bir adam asla gizli bir kötülüğe müptelâ olmaz. Böyle bir kötülüğe müptelâ olanın alışkanlıkları, davranış ve tavırları bu kötülüğün izlerini mutlaka açığa vurur. Bir kimsenin davranışlarında ve yaşantısında hiçbir varlık izi taşımadan birden bire kötü bir yanını ortaya koyuvermesi mümkün değildir. Herkesin, halkın günlük yaşantısında tecrübe ettiği psikolojik bir gerçektir bu. O halde, nasıl olur da, hep temiz ve ahlâklı bir hayat sürmüş bir kimse yıllarca zaniye bir kadınla yaşayabilir ve ona katlanabilir? Zaniye olup da, yürüyüşü, tavrı ve davranışlarıyla kötü karakterini açığa vurmayacak bir kadın düşünülebilir mi? Böyle bir kadınla yüksek karakterde faziletli bir kişinin hayat sürmesi mümkün müdür? Burada verilmek istenen, bir daha kimsenin kendisine ulaşan söylentilere kapılarak,safça inancından vazgeçmemesi gerektiğidir. Suçlananın kim olduğu, neyle suçlandığı ve suçlamanın kişiye uygun düşüp düşmediği dikkatlice incelenmeli ve suçlamayı destekleyici hiçbir delil bulunmadığı zaman, serseri ve kötü bir kişi bunu ortaya attı diye kimse suçlamaya inanmamalıdır.
Bazı müfessirler bu ayeti, “iyi şeyler iyi insanlar içindir ve iyi insanlar kötülerin haklarında söyledikleri kötülüklerden uzaktırlar” anlamına almışlardır. Bazıları, “kötü şeyler ancak kötü insanlara, iyi şeyler de iyi insanlara yakışır, takva sahibi kişiler kötülerin kendilerine atfettikleri kötülüklerden uzaktır.” anlamı vermişlerdir. Daha bazıları ise ayetten, “kötü ve kirli sözlere ancak kötü ve gizli kişiler dalar, iyi ve takva sözlerine de iyi ve takvalı kişiler dalar, takva sahibi kişiler bu şerli insanların daldıkları sözlerden uzaktırlar” anlamını çıkarmışlardır. Ayetteki kelimeler anlam yönünden kapsamlı olduğu için bu üç şekilden her biriyle tercüme ve tefsir edilebilir. Fakat okuyucuya çarpıcı gelen birinci anlam, yukarıda benimsediğimiz anlamdır ve metne diğer anlamlardan daha uygun düşmektedir.
23. Surenin başında verilen hükümler, kötülükleri toplumda ortaya çıktıkları anda yok etmeye yönelikti. Burada verilen hükümler ise, kötülüğü daha doğmadan önlemek toplumu ıslah etmek ve kötülüğün ortaya çıkıp yayılmasından sorumlu nedenlerin kökünü kazımak amacını taşımaktadır. Bu hükümleri incelemeye geçmeden önce, şu iki noktayı açıkça anlamak yararlı olacaktır:
- a) Bu hükümlerin, iftira olayına ilâhî müdahalenin hemen ardından gelişi, Hz. Peygamber’in (s.a) eşi gibi soylu bir kişiye atılan iftiranın toplumda yayılmasının, cinsel açıdan yüklü bir atmosferin varlığının doğrudan sonucu olduğunu ve Allah katında, başkalarının evlerine serbestçe girişi yasaklamak, cinslerin serbestçe karışımını önlemek, kadınların süsleri ve makyajlarıyla yabancı erkeklere görünmesinin önüne set çekmek fuhşu yasaklamak, erkeklerle kadınları uzun süre bekâr kalmamaya teşvik etmek ve köle ve cariyeleri bile evlendirmekten başka toplumu şerden temizlemenin yolunun bulunmadığını açıkça göstermektedir. Bir başka deyişle, örtüsüz kadınların hareketi ve toplumda çok sayıda evlenmemiş kişinin varlığı, Allah’ın ilminde toplumda şehvet düşkünlüğünü kamçılayan gerçek nedenlerdir. Halkın kulaklarını, gözlerini, dillerini ve kalblerini herhangi gerçek bir skandala dalmaya hazır halde tutan cinsel yönden yüklü atmosferdi. Allah, bu kötülüğü yok etmek için hikmetinde bir başka tedbiri daha uygun ve etkili görmedi, aksi halde, daha başka hükümler de koyabilirdi.
- b) Hatırda tutulması gereken ikinci önemli nokta, İlâhî Hukuk, kötülüğü yalnızca yasaklamak veya suçluya belli bir ceza vermekle kalmayıp, kötülüğe yol açıcı ve kişiyi kötülüğü işlemeye itici tüm faktörleri de ortadan kaldırır. Kötüyü suçu işlemeden çok önce kontrol etmek için kötülüğe götürücü nedenler, etkenler ve araçlar üzerine engeller koyar. Halkın günah sınırlarına serbestçe yaklaşmasını, bu sınırlar etrafında dolaşıp, düştüğü zaman yakalanarak cezalandırılmasını istemez. Yalnızca bir savcı, bir infazcı olarak değil, bir kılavuz, bir ıslah edici ve yardımcı olarak da hareket eder. Bu nedenle, halkın kendini kötülükler karşısında koruması için her türlü ahlâkî, sosyal ve eğitsel araçları kullanır.
- Ayette geçen ” ” kelimesi genellikle ” ” anlamında çevrilegelmiştir. Oysa, iki kelime arasında gözden kaçırılmaması gereken inçe bir farklılık vardır. Ayette geçen kelime “tesne’zinû” olsaydı, ayetin anlamı şöyle olacaktı: “Başkalarının evlerine ev sahiplerinden izin almadıkça girmeyin.” Ama, Allah, “sevgi, yakınlık, ünsiyet” anlamındaki üns kökünden türeme teste’nisû’yu kullanmıştır. Buna göre ayetin anlamı şöyledir: “Size karşı sevgi ve itibarlarına emin oluncaya kadar başkalarının evlerine girmeyin.” Bir başka deyişle, eve girişinizin ev sahiplerince iyi karşılanacağından ve size güzel bir “hoş geldin” de bulunacağından emin olun. Bu yüzden, kelimeyi “izin” yerine “onay-tasvip” şeklinde çevirdik, çünkü “tasvip” kelimenin kök anlamına daha yakındır.
- İslâm öncesi Arap adetine göre, insanlar birbirlerinin evlerine yalnızca, “iyi sabahlar” ya da “iyi akşamlar” diyerek izin ve tasvip almadan serbestçe girerlerdi. Bu önceden haber verilmeden yapılan girişler bazen ev halkının ve kadınların gizliliğini ihlal ederdi. Allah, herkesin kendi evinde bir gizliliği olabileceği ve dolayısıyla kimsenin bir başkasının evine ev halkının izni olmadan habersizce giremeyeceği ilkesini koydu. Bu hükmün toplumda uygulanmasıyla ilgili olarak Hz. Peygamber’in (s.a) getirdiği düzenlemeler sırayla şöyledir:
1) “Gizlilik hakkı” yalnızca evlere giriş sorunuyla ilgili olmayıp, bir evi dışardan gözleme, “dikiz etme” ve hatta başkasının mektubunu izinsiz okumanın yasaklanması gibi noktaları da içine almaktadır. Azadlısı Sevban’a göre, Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuşlardır: “Sen evin içine bir kez göz attıktan sonra, giriş için izin istemenin ne anlamı kalır?” (Ebu Davud) . Hz. Huzeyl bin Şurahbil’in rivayetine göre, bir adam Hz. Peygamber’i (s.a) görmeye gelir ve tam kapının önünde dururken giriş izni ister. Hz. Peygamber (s.a) ona şunu söyler: “Kenarda dur, izin isteme hükmündeki amaç evin içine göz atmayı önlemektir” (Ebu Davud) Hz. Peygamber’in (s.a) bu konudaki uygulaması şöyleydi:
Ne zaman birini görmeye gitse, kapının sağında veya solunda bir kenarda durur ve izin isterdi, o zamanlar kapılara perde asılmazdı (Ebu Davud) Hz. Peygamber’in (s.a) hizmetçisi Hz. Enes’in anlattığına göre, “bir adam dışardan Hz. Peygamber’in (s.a) odasına bakar. Bu sırada Hz. Peygamber’in (s.a) elinde bir ok vardır ve bu okuyla sanki onu karnına saplıyacakmış gibi adamın üstüne yürür.” (Ebu Davud) Hz. Abdullah İbn Abbas Hz. Peygamber’in şöyle dediğini rivayet ediyor: “Kim izni olmadan kardeşinin mektubuna bakarsa, ateşe bakmış olur.” (Ebu Davud) . Müslim ve Buhari’nin rivayet ettikleri bir hadiste Hz. Peygamber şöyle buyurur: “Eğer bir kimse senin evini dikizler ve sen de taşla onun gözünü yaralarsan, bunun hiçbir günahı yoktur.” Bir başka hadiste ise şöyle buyurulur: “Evlerini dikizleyen bir adamın gözünü yaralayan ev halkına ceza yoktur” İmam Şafiî bu hükmü olduğu gibi almış ve bu şekilde davranan bir adamın gözünün patlatılabileceğine izin vermiştir. Hanefîler ise bu hükmü çıplak anlamıyla almazlar. Onlar, dışardan bir kimsenin, ev sahiplerinin karşı koymasına rağmen bir eve zorla girmeye çalışır ve bu durumda çıkan kavgada gözü veya bir başka organı zarar görürse, ev sahiplerine sorumluluk yoktur görüşündedirler. (Ahkâmü’l Kur’an, el-Cessas, III: 385) .
2) Fakihler, “dinleme”yi de “görmek”le birlikte ele almışlardır. Sözgelimi, kör bir adam, izinsiz bir eve girse kimseyi göremeyecektir ama, evde olup bitenleri duyarak anlayabilecektir. Bu da, bir başkasının gizlilik hakkını ihlal etmektir.
3) İzin isteme hükmü yalnızca kişinin başkalarının evlerine girmesinde değil, kendi annesi veya kızkardeşinin evine girmesinde de geçerlidir. Bir adam, Hz. Peygamber’e (s.a) : “Efendim, annemin odasına girerken de izin isteyecek miyim?” diye sorar. Hz. Peygamber (s.a) , “evet” cevabını verir. Adam, annesine kendinden başka bakacak kimsenin bulunmadığını söyler ve her girişinde izin isteyecek miyim?” diye sorar. Hz. Peygamber (s.a) şöyle cevap verir: “Evet, anneni çıplak durumda görmeyi mi istersin?” (İbn Cerir, Ata bin Yesar’dan) . Abdullah İbn Mes’ud’a göre, kişi annesini veya kız kardeşini görmeye gittiğinde bile izin isteyecektir (İbn Kesir) . O’na göre, bir kişi karısı evdeyken eve geldiğinde bile, sözgelimi öksürerek geldiğini bildirmelidir. Karısı Zeynep’ten, Abdullah İbn Mes’ud’un her zaman öksürerek gelişini belli ettiği ve hiçbir zaman eve aniden girmek istemediği rivayet edilmektedir (İbn Cerir) .
4) Bu genel kuralın tek istisnası, hırsızlık, yangın vs. gibi ani durumlarda izne ihtiyaç olmamasıdır. Böyle durumlarda kişi yardım için izinsiz eve girebilir.
5) İzin isteme kuralının konmasının daha ilk günlerinde, müslümanlar, izlenmesi gereken prosedürü iyice bilmiyorlardı. Bu günlerde bir adam Hz. Peygamber’e (s.a) gelmiş ve kapıda “Girebilir miyim?” diye bağırmıştı. Bunun üzerine, Hz. Peygamber (s.a) hizmetçisi Ravda’ya “Git ve ona doğru şekli göster. ‘es-Selâmü aleyküm girebilir miyim?’ desin” buyurdu. (İbn Cerir, Ebu Davud) . Cabir b. Abdullah, bir keresinde babasının borçlarıyla ilgili olarak Hz. Peygamber’in (s.a) evine gidip, kapıyı çaldığını ve Hz. Peygamber’in (s.a) “Kim o?” diye sorduğunu, kendisinin “Ben’ deyince, Hz. Peygamber’in (s.a) “Ben ben” diye iki veya üç kez tekrarda bulunarak “kim olduğun böyle anlaşılır mı?” demek istediğini anlatır. (Ebu Davud) .
Kalade b. Hanbel adında bir adam Hz. Peygamber’i (s.a) görmeye gider ve selâm vermeden oturur. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a) kendisine “git ve es-Selâmü aleyküm dedikten sonra gir” der. (Ebu Davud) . Bütün bunlardan, izin istemede doğru olan yöntemin, önce kişinin kimliğini açıklaması, sonra da izin istemesi olduğu anlaşılmaktadır. Hz. Ömer’in ne zaman Hz. Peygamber’i (s.a) görmeye gitse, “es-selâmü aleyküm ya Rasulallah, ben Ömer girebilir miyim?” dediği rivayet olunmaktadır. (Ebu Davud) . Hz. Peygamber (s.a) en çok üç defa izin isteme gereğine hükmetmiştir.
Üçüncüde cevap gelmezse geri dönülmelidir. (Buharî, Müslim, Ebu Davud) Hz. Peygamber (s.a) bizzat kendisi böyle yapardı. Bir kere Hz. Sa’d bin Ubade’nin evine gitmiş ve iki kez “es-selâmü aleyküm ve rahmetullah” diye selâm verip izin istemişti. Üçüncü defa da izin isteğine herhangi bir cevap gelmeyince dönüp gitmişti. Ardından Sa’d koşarak gelmiş ve “Ey Allah’ın Rasûlü, seni pekâla duyuyordum, fakat mübarek ağzından Allah’ın selâm ve rahmetini mümkün olduğu kadar sık ve çok almak için yavaş sesle cevap veriyordum” demiştir. (Ebu Davud, İmam Ahmed) . Üç defa izin hemen birbiri ardınca değil, ev sahiplerine, eğer o anda cevap verebilecek durumda değillerse, cevap verebilmeleri için gerekli zamanı tanımak amacıyla belli aralıklarla istenmelidir.
6) Giriş izni ya bizzat ev sahibinden, ya da ev sahibi adına izin verebilecek hizmetçi veya sorumlu şahıs gibi bir başka güvenilir kişiden gelmelidir. Üç izin isteğinden sonra cevap gelmez veya ev sahibi geleni görmek istemezse geri dönüp gidilmelidir. Israrla izin isteğinde bulunmak veya reddedildikten sonra da inatla kapıda durmak doğru değildir.
7) İçeri girmek için izin almak üzerinde ısrar etmek veya reddedildikten sonra bile inatla kapının önünde beklemeye devam etmek yasaktır. Üç kere kapıyı çaldıktan sonra giriş izni verilmezse veya evsahibi görmek istemediğini belirtirse geri dönülmelidir.