EBU’L A’LÂ MEVDUDİ’NİN BAKIŞ AÇISIYLA NUR SURESİ 6. VE 10. AYETLER ARASI
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
6- Kendi eşlerine (zina suçu) atan ve kendileri dışında şahidleri bulunmayanlar ise, onlardan da her birinin şahidliği, Allah adına dört (kere yemin) ile kendisinin hiç şüphesiz doğru söyleyenlerden olduğuna şahidlik etmektedir.
7- Beşinci (yemini) ise, eğer yalan söyleyenlerdense, Allah’ın lanetinin muhakkak kendi üzerinde olması(nı kabul etmesi) dır.
8- Onun (kadının) da dört kere Allah adına (yeminle) onun (kocasının) hiç şüphesiz yalan söyleyenlerden olduğuna şahidlik etmesi kendisinden cezayı uzaklaştırır.
9- Beşinci (yemini) ise, eğer o (kocası) doğruyu söyleyenlerden ise, Allah’ın gazabının muhakkak kendi üzerinde olması(nı kabul etmesi) dır.(7)
10- Eğer Allah’ın sizin üzerinizde fazlı ve rahmeti olmasaydı ve Allah gerçekten tevbeleri kabul eden hüküm ve hikmet sahibi olmasaydı (ne yapardınız) ?
AÇIKLAMA
7. Bu ayetler öncekilerden bir süre sonra gönderilmiştir. Kazf yasası bir başka erkek veya kadını zina ile suçlayıp iddiasını, ispatlamak için gerekli şahitleri getiremeyen bir kişi için belirli bir ceza koymuş, fakat karısını zina halinde yakalayan bir adamın ne yapacağı sorusu ortaya çıkmıştı.
Eğer onu öldürse, cinayetten suçlu olacak ve cezalandırılacaktı, öldürmeyip şahit aramaya gitse suçlu kaçabilirdi, olanı görmezlikten gelse, buna uzun süre katlanması imkansızdı. Kuşkusuz kadını boşayabilirdi, fakat bu durumda ne kadın, ne de ortağı manevî veya fizikî bir cezaya uğramayacak ve bu gayri meşru ilişki gebelikle sonuçlanacak olursa, o zaman da, bir başkasının çocuğunu besleme yükünü çekmek zorunda kalacaktı. Bu sorunu önce Hz. Sa’d b. Ubade, eğer kişi böyle bir şeyi evinde görürse şahit aramaya gitmeyip, sorunu orada ve kılıçla çözeceğini söyleyerek varsayım şeklinde ortaya attı. (Buhari, Müslim) Fakat çok geçmeden, gerçek olaylar bu şeye şahit olan kocalar tarafından Hz. Peygamber’e (s.a) getirildi. Abdullah b. Mes’ud ve İbn Ömer tarafından aktarılan rivayetlere göre, Ensar’dan bir müslüman (muhtemelen Uveymir Aclanî) Hz. Peygamber’e (s.a) gelerek, “Ey Allah’ın Rasûlü, eğer bir kişi bir başkasını karısıyla yakalar ve suçlamada bulunursa ona kazf haddi vuracaksınız, eğer karısını öldürse siz de onu öldürecesiniz, eğer sessiz kalsa ızdırap duyup duracak, bu durumda bu adam ne yapsın?” dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a) “Ey Allah’ım, buna bir çözüm ver” diye dua etti. (Müslim, Buhari, Ebu Davud, Ahmet Nesaî.)
İbn Abbas’ın naklettiğine göre, Hilâl b. Ümeyye, günah işlerken yakaladığı karısının durumunu Hz. Peygamber’e (s.a) getirdi. Cevap olarak Hz. Peygamber (s.a) şöyle dedi: “Delilini getir, aksi halde kazf suçuyla cezalandırılacaksın.” Bunun üzerine ashap arasında bir panik başladı ve Hilâl, “Seni peygamber olarak gönderen Allah’a yemin ederim ki,” dedi. “Ben doğruyu söylüyorum, gözümle gördüm, kulağımla işittim. Eminim ki, Allah bir hüküm gönderecek ve benim sırtımı (cezadan) koruyacaktır.” Sonra bu ayet indi.” (Buhari, Ahmet, Ebu Davud) . Ayette ortaya konan yasal işleme li’an denir.
Hz. Peygamber’in (s.a) Li’an yasasına göre hükmettiği davaların ayrıntıları Hadis kitaplarında yer almakta olup, bunlar bu yasanın temelini ve kaynağını oluşturur. Kütüb-ü Sitte, Müsned-i Ahmed ve Tefsir-i İbn Cerir’de İbn Abbas ve Enes bin Malik’ten nakledilen Hilâl b. Ümeyye olayının ayrıntılarına göre, hem Hilâl, hem de karısı Hz. Peygamber’in (s.a) huzuruna getirilir. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a) önce kendilerine ilâhî kanunu hatırlatır ve sonra şöyle der: “İyi dikkat edin ki, ahiretteki ceza dünyadakinden çok daha ağırdır.” Hilâl suçlamasının bütünüyle doğru olduğunu belirtir. Kadın da inkâr eder. Hz. Peygamber (s.a) : “Li’an yasasına göre yeminlerde bulunur” Hz.Peygamber (s.a) kendisine tekrar tekrar hatırlatır: “Allah birinizin yalancı olduğunu biliyor, o halde biriniz tevbe etmeyecek mi?” Hilâl beşinci kez yemin etmeden önce orada bulunanlar kendisine, “Allah’tan kork, dünyadaki ceza ahirettekinden hafiftir. Beşinci yemin sana ceza verilmesini zorunlu kılacak” derler.
Fakat Hilâl, sırtını dünyada (cezadan) koruyan Allah’ın ahirette de kendisini bağışlayacağını söyleyerek beşinci kez de yemin eder. Sonra kadın yeminlere başlar. Beşinci yemine geçmeden önce, o da durdurulup kendisine şöyle tavsiyede bulunulur: “Allah’tan kork, dünyevî ceza ahiretin cezasından daha hafiftir. Son yemin seni ilâhî cezaya mahkum edecek.” Bunu duyan kadın bir an duraklar, oradakiler itirafta bulunacağını sanırlar, fakat o, “Kabileme silinmeyecek bir leke sürmek istemem” diyerek beşinci yemini de eder. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a) ayrılmalarını emreder ve çocuğun doğumdan sonra erkeğe değil kadına verileceğine, bundan böyle kimsenin kadını ve çocuğunu suçlayamayacağına bunlardan birini suçlayana kazf cezası verileceğine ve boşanma veya kocasının ölümü gibi bir nedenle ayrılmadıklarından, yasal bekleme (iddet) süresince kadının Hilâl’den nafaka istemeye hakkı olmadığına hükmeder; sonra da halktan, doğumdan sonra çocuğun Hilâl’e mi, yoksa kadınla birlikte suçlanan erkeğe mi benzediğine bakmalarını ister. Doğumdan sonra çocuğun öbür adama benzediği görülür ve bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurur: “Eğer yeminler olmasaydı (veya, Allah’ın Kitabı sorunu çözmemiş olsaydı) bu kadına en sert biçimde davranırdım.”
Üveymir Aclanî olayının ayrıntıları Sehl. b. Sa’d es-Saidî ve İbn Ömer (r.a) kanalıyla, Buhari, Müslim, Ebu Davud, Nesaî, İbn Mace ve Müsned-i Ahmed’de geçer. Buna göre, Uveymir ve karısı Mescid-i Nebevî’ye çağrılırlar. Li’an yasasını uygulamaya geçmeden önce Hz. Peygamber (s.a) kendilerine üç kez uyarıda bulunur: “Allah ikinizden birinin yalancı olduğunu çok iyi biliyor, o halde biriniz tövbe etmeyecek mi?” Hiç biri tevbe etmeyince kendilerine li’an’da bulunmaları söylenir. Li’andan sora Uveymir, “Ey Allah’ın Rasûlü, şimdi ben bu kadını tutarsam bir yalancı olmuş olurum” diyerek Hz. Peygamber’in (s.a) izni olmadan onu orada üç kez boşar. Sehl b. Sa’d’a göre, Hz. Peygamber (s.a) boşanmayı uygulayarak onları uyardı ve şöyle dedi: “Li’andan sonra karı ile koca birbirlerinden ayrılacaklardır”. Böylece birbirlerine karşı yeminleşen eşlerin bir daha asla evlenmemek üzere, ayrılmaları bir sünnet olarak yerleşti. İbn Ömer, yalnızca Hz. Peygamber’in (s.a) kendilerini ayırdığını söyler. Sehl bin Sa’d ise, kadının gebe olduğunu ve Uveymir’in bunun kendi tohumundan ileri gelmediğini söylediğini ekler, bunun üzerine çocuk anneye atfedilir. Bu şekilde yerleşen uygulamaya göre, bu şekilde doğan çocuk annesine, annesi de kendisine mirasçı olur.
Bu iki olaydan ayrı olarak, Hadis kitaplarında bunlarla ilgisi olan veya olmayan daha bir çok rivayetlere rastlarız; yalnız, bu rivayetlerden bazıları başka olaylarla ilgili olup, Li’an yasasının önemli bölümlerini ortaya koymaktadır.
İbn Ömer’den Hz. Peygamber’in (s.a) Li’andan sonra eşleri ayırdığını ve gebelik durumunda çocuğun annesine atfedileceğine hükmettiğini ifade eden rivayetler gelmektedir. (Kütüb-ü Sitte, İmam Ahmed) . İbn Ömer’den gelen bir başka rivayete göre, Hz. Peygamber (s.a) li’andan sonra bir erkekle kadına şunu söyler: “Artık işiniz Allah’a kalmıştır, her ne olursa olsun, ikinizden biriniz yalancısınız.” Sonra adama şöyle der: “Artık o senin değildir, üzerinde hakkın kalmadı, ona hiçbir şekilde öç alıcı şekilde de davranamazsın.” Adam, “Efendim, lütfen verdiğim mehri geri bana döndürün” ricasında bulunur. Buna Hz. Peygamber’in (s.a) cevabı şöyle olur: “Mehri geri almaya hakkın yok. Eğer suçlamanda yalancıysan, mehir ondan daha çok sana uzaktır.” (Buhari, Müslim, Ebu Davud)
Darekutnî, Ali İbn Ebi Talip ve İbn Mes’ud’un (r.a) , “Sabit olan sünnet, birbirlerine karşı Li’anda bulunan eşlerin bir daha evlilikle bir araya gelemeyecekleri şeklindedir” dediklerini rivayet eder. Yine Darekutnî, Hz. Abdullah İbn Abbas’ın, “Hz. Peygamber (s.a) ikisinin bir daha evlilikle bir araya gelemeyeceklerine hükmetmiştir.” dediğini aktarır.
Kabisa b. Zueyb, Hz. Ömer zamanında bir adamın, karısının gayri meşru ilişki sonucu gebe kaldığını iddia ettikten sonra, bu defa da kendi tohumundan olduğunu kabul ettiğini, fakat doğumdan sonra yeniden çocuğun kendinden olduğunu inkâr ettiğini aktarır. Durum Hz. Ömer’in mahkemesine getirilir ve Halife adama kazf cezası uygular ve çocuğun da kendisine atfına karar verir. (Beyhakî, Darekutnî) .
İbn Abbas’ın rivayetine göre, bir adam Hz. Peygamber’e (s.a) gelerek, “Efendim, kendisini çok sevdiğim bir karım var, fakat öylesine zayıf ki, bir başkası kendisine dokunsa aldırmaz” der. (Bununla, zina veya daha hafif bir kötülüğü kasdetmiş olabilir) . Hz. Peygamber (s.a) “Onu boşayabilirsin” cevabını verir. Adam, “fakat onsuz yaşayayamam” der. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a) “Öyleyse onunla geçinmelisin” buyururlar. (Hz. Peygamber adamdan herhangi bir açıklama istemediği gibi şikayetini zina suçlaması olarak almamış ve Li’an yasasını da uygulamamıştır) . (Nesaî) .
Ebu Hureyre’nin rivayet ettiğine göre, bir bedevi Hz. Peygamber’e (s.a) gelerek, karısının siyahî bir çocuk doğurduğunu ve bu çocuğun kendisinden olup olmadığından şüphelendiğini söyler. (Yani, çocuğun rengi ona bu şüpheyi vermiştir, bunun dışında karısını zina ile suçlamak için herhangi bir delili yoktur.) Hz. Peygamber (s.a) kendisine, “Hiç deven var mı?” diye sorar ve adam “evet” der. Sonra Hz. Peygamber (s.a) “Renkleri nasıl?” diye sorar, bedevi “kırmızı” diye cevap verir. ‘İçlerinde gri olanı da var mı?’ der, Hz. Peygamber “Evet” der adam “bazıları gri”. “Bu renge sebep nedir” diye sorar Hz. Peygamber. Bedevî, “Belki atalarında bu renkte olanlar vardır.” şeklinde cevaplar. Bunun üzerine, Hz. Peygamber (s.a) “Aynı şey senin çocuğunun rengine de sebep olmuş olabilir” buyurur ve adamın çocuğundan şüphelenmesine izin vermez. (Buhari, Müslim, İmam Ahmed, Ebu Davud) .
Ebu Hureyre’nin Li’an ayetini açıklayan bir başka rivayetine göre, Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuşlardır: “Bir aileye, gerçekten o aileden olmayan bir çocuk getiren (yani, bir erkekle evlendikten sonra, gayri meşru yoldan gebe kalan) bir kadının Allah’la hiç bir alıp vereceği yoktur. Aynı şekilde, çocuk kendisine çekmişken, çocuğun babası olduğunu inkâr eden erkek de Hüküm Günü’nde Allah’ı hiç görmeyecek ve Allah kendisini tüm insanlığın önünde rezil edecektir.” (Ebu Davud, Nesaî, Dârimi) .
Bu şekilde Li’an ayeti, Hz. Peygamber’in (s.a) hadisleri ve şeriatın öncülleri ve genel ilkeler fakihlerin şöylece kodlandırdığı Li’an yasasınının temelini oluşturur:
1) Karısını yabancı bir erkekle zina halinde yakalayıp, li’an yerine adamı öldüren kişi hakkında görüş ayrılığı vardır. Bir grup, yasayı eline alma ve cezayı uygulama hakkı olmadığından, böyle bir kişinin öldürüleceği fikrindedir. Diğer grup, adamı zina nedeniyle öldürdüğü sabit olduğu takdirde, öldürülmeyeceği ve yaptığından da sorumlu tutulmayacağını söyler. İmam Ahmed ve İshak bin Rahaveyh, böyle bir kişinin zaniyi zina nedeniyle öldürdüğünü ispatlamak için iki şahit getirmesi gerektiğini savunurken, Malikiler’den İbnü’l Kasım ve İbn Habib, buna öldürülen kişinin evli olması gerektiği şartını eklerler; aksi halde, öldürülen bekâr bir zaniyi öldürdüğü için kişi zinanın sabit olması için dört şahit getirir veya öldürülen kişi ölmeden önce öldürenin karısıyla zina ettiğini itiraf eder ve öldürülenin evli olduğu kesinleşirse, kısastan kurtulabilir. (Neyhü’l-Evtar, cilt: 6, sh: 228) .
2) Li’an yasası evde değil, ancak mahkemede hakim önünde karşılıklı olarak uygulanır.
3) Li’an yalnızca erkeğin hakkı değildir, kadının da, kocası kendisini zina ile suçlar veya çocuğunun babası olduğunu inkâr ederse mahkemede Li’an taleb etme hakkı vardır.
4) Li’an’ın herhangi bir karı-koca arasında uygulanıp uygulanmayacağı ya da eşlerin bir takım şartları yerine getirmelerinin gerekip gerekmediği konusunda fakihler arasında görüş ayrılığı vardır. İmam Şafiî, ancak yemini yasal yönden güvenilir olan ve boşanma hakkını kullanabilen kocanın Li’an yeminlerini edebileceği görüşündedir. Bir başka deyişle, ona göre akıl ve ergenlik (bülûğ) kocaya Li’an hakkını vermede yeterli olup, eşlerin müslim-gayri müslim, hür-köle, şehadetlerinin kabul edilir olup olmaması ve müslüman kocanın karısının müslüman veya zımmî olması önemli değildir. İmam Malik ve İmam Ahmed’de aşağı-yukarı aynı görüştedirler. Fakat Hanefiler, Li’an’ın ancak önceden kazf’ten hüküm giymemiş hür müslüman eşler tarafından uygulanabileceğini savunurlar. Eğer karı-koca ikisi de gayri müslimse veya köle ise ya da daha önce kazften hüküm giymişlerse, birbirlerine karşı Li’an yapamazlar. Üstelik, eğer kadın bir erkekle gayri meşru veya şüpheli ilişkiden suçlu bulunmuşsa Li’an geçerli olmayacaktır. Hanefiler bu şartları koşarlar, çünkü onlara göre, Li’anla kazf arasındaki tek ayrılık şudur: Eğer bir başka adam kazf işlerse haddle cezalandırılır, fakat bunu işleyen koca olursa, Li’anla cezadan kurtulur. Bunun dışında kazf ve Li’an her bakımdan birbirinin aynıdır. Bunun da ötesinde Hanefilere göre Li’an yeminleri delil (şahit) niteliğinde olduğundan, onlar bu hakkı yasal açıdan şahitlik yapmayacak bir kişiye vermezler. Fakat, bu konuda Hanefilerin görüşleri zayıf kalmakta ve İmam Şafiî’nin görüşü doğru görünmektedir. Çünkü Kur’an, kadının suçlanmasını kazf ayetinin bir parçası yapmamış, bu konuda ayrı bir yasa koymuştur. Bu nedenle de, kazf yasasında birleştirilip, kazfın şartları çerçevesinde ele alınamaz. Sonra, Li’an ayetinin sözleri kazf ayetinin sözlerinden farklı olduğu gibi bu iki ayet ayrı ayrı hükümler ortaya koymaktadır. Bu yüzden Li’an yasası kazf ayetinden değil, Li’an ayetinden çıkarılabilir. Sözgelimi, kazf ayetine göre muhsan kadınları zina ile suçlayanlar cezayı hak ederler. Fakat Li’an ayetinde, kadın için muhsan olma şartı koşulmamaktadır. Bir kadın bir zaman günahlara dalmış olabilir, fakat sonra tövbe eder ve bir erkekle evlenirse, Li’an ayeti kocaya dilediği zaman onu suçlama ve bir zamanlar günahkârdı diye çocuklarını inkâr etme yetkisi vermez. Aynı derecede bir başka önemli neden de, kişinin karısını suçlamasıyla bir başka kadını suçlamak arasında dünya kadar fark bulunmasıdır. Yasa ikisini de aynı şekilde ele almaz. Bir adamın bir başka kadınla hiçbir ilgisi yoktur. Ne duygusal olarak ona bağlıdır, ne de şerefi, aile ilişkileri ve haklarıyla soyu onun yaptıklarıyla tehlikeye girer. Yabancı kadının kişiliğinde bir başkasını ilgilendiren tek anlamlı nokta, ahlâkî açıdan pak ve temiz bir toplum görme arzusudur.
Buna karşılık karısıyla olan ilişkileriyse derin ve çok çeşitli niteliktedir. Karısı soy ve cinsinin paklılığının, malının ve evinin koruyucusudur, hayat arkadaşıdır, sır dostudur ve en ince ve derin duygularla onunla bağlantı içindedir. Eğer karısı ahlâken düşük olsa, bu şerefine, ilişkilerine ve soyuna ciddi bir darbe demektir. Dolayısıyla, kişinin karısıyla bir başka kadını suçlaması aynı şeyler değildir ve yasa da bunları birbirinin aynısı olarak ele almaz. Bir zımmî, bir köle veya hüküm giymiş bir kocanın karısının kötü bir iş yapması, sonuç açısından bir hür, olgun ve sağlam müslümanın karısındakinden farklı veya daha az mı ciddidir? Eğer bizzat koca karısını bir başkasıyla zina ederken görse veya elinde karısının gayri meşru ilişki sonucu gebe olduğuna dair inandırıcı nedenler bulunsa, bu takdirde, onun bu kötü durumundan kurtulmasına yardım edecek başka hangi yasamız vardır? Bu noktada, öyle görünüyor ki, Kur’an’ın niyeti, kocanın karısının ahlâksızlığı veya gayri meşru gebeliği karşısında, kadının da kocasının yalan suçlamaları veya haksız yere çocuğunun babası olduğunu inkâr etmesi karşısında evli çiftleri bu zor durumdan kurtaracak bir yol açmaktır. Yalnızca hür ve sağlam müslümanların ihtiyacı değildir bu ve Kur’an’da bu hakkı yalnızca onlarla sınırlayan herhangi bir şey de yoktur. Kur’an’ın Li’an yeminlerini şehadet saydığı ve dolayısıyla şehadet şartlarının burada da uygulanacağı iddiasının mantıkî sonucu, şehadeti kabul edilen dindar ve adil bir kocanın yeminlerde bulunması ve yemin etmek istemeyen kadınınsa, böylece ahlâksızlığı kesinleşeceğinden recmedilmesi olacaktır. Fakat ilginçtir ki, bu durumda Hanefiler recmi öngörmezler. Bu da, Li’an yeminlerini onların da şehadetle bir tutmadıklarının açık delilidir. Gerçi Kur’an Li’an yeminlerini şahitlik olarak tanımlasa da teknik anlamda şahitlik olarak kabul etmez. Aksi halde, kadının dört değil, sekiz kez yemin etmesini isterdi.
5) İşaret, kapalı veya şüpheli bir ifadeyle Li’an gerekmez, ancak koca karısını açıkça zina ile suçlar veya çocuğun kendisinin olduğunu inkâr ederse Li’an gerekir. İmam Malik ve Leys b. Sa’d buna, kocanın Li’an yaparken, karısını zina halinde bizzat gözleriyle gördüğünü söylemesi şartını eklerler. Fakat bu, Kur’an’da ve Hadis’te temeli olmayan gereksiz bir sınır koymadır.
6) Karısını suçladıktan sonra koca Li’an yeminlerini etmekten kaçınırsa, İmam Ebu Hanife ve arkadaşlarına göre hapsedilir ve Li’an’da bulununcaya, ya da suçlamasının yalan olduğunu itiraf edinceye kadar salıverilmez, bu ikinci durumda kendisine kazf haddi uygulanır. Buna karşılık İmam Malik, Şafiî ve Leys b. Sa’d hapsi gereksiz görüp, Li’anı reddetmenin kişinin yalancılığının itirafı demek olduğu ve dolayısıyla kazf cezasını gerektirdiği görüşündedirler.
7) Kocanın yeminlerinden sonra, kadın yeminden kaçınırsa, Hanefilere göre hapsedilir ve Li’anda bulununcaya, ya da zina suçunu itiraf edinceye kadar salıverilmez. Buna karşılık, yukarıda adı geçen imamlar hemen recmedileceği görüşündedirler. Bunların delilleri, Kur’an’ın “…. Eğer (kadın) dört kez Allah’a yemin ederse…. ceza kendisinden kalkar” hükmüdür. Bu, yeminden kaçındığına göre, cezalandırılmasının kaçınılmaz olduğu anlamına gelir. Fakat bu delildeki zayıflık, Kur’an’ın cezanın mahiyetini belirtmediği ve yalnızca cezadan söz ettiğindedir. Eğer burada, cezadan kasdedilenin yalnızca zina cezası olduğu iddia edilirse deriz ki, zina cezası için Kur’an, dört şahidin açık ifadelerini şart koşmuştur, ki, bu şart da bir kişinin dört yeminiyle yerine getirilmiş olamaz. Kocanın yeminleri kendisini kazf cezasından kurtarır ve kadını da Li’anla karşı karşıya bırakır, fakat kadının zina ettiğini ispatta yeterli değildir. Kadının kendini savunmak için yemin etmeyi reddetmesi, mutlaka bir şüpheye yol açar, hem de kuvvetli bir şüpheye, fakat şüpheler üzerine hadd cezası verilemez. Ve bu durum, erkeğe kazf haddi verilmesiyle kıyas edilmemelidir, çünkü erkeğin kazfı sabittir ve bunun için Li’anda bulunmaya çağrılmaktadır. Oysa, kendisi itiraf etmedikçe veya dört görgü tanığının şahitliğiyle kesinleşmedikçe kadın zina suçlusu sayılamaz.
8) Eğer kadın Li’an anında gebe ise, İmam Ahmed’e göre, bunu kabulü reddetsin veya etmesin Li’an kocayı gebeliğin sorumluluğundan kurtarmaya yeterlidir. İmam Şafiî ise, kocanın zina suçlamasıyla, gebeliğin sorumluluğunu kabulden kaçınmasının aynı şey olmadığını söyler. Bu nedenle, koca gebeliğin sorumluluğunu kabulden kesinkes kaçınmadıkça, bizzat zina suçlamasına rağmen ondan sorumlu sayılacaktır. Çünkü, kadının zaniyeliği mutlaka gebeliğinin de zinadan olduğu anlamına gelmez.
9) İmam Malik, İmam Şafii ve İmam Ahmed kocaya gebelik süresince gebeliğin sorumluluğunu inkâr etme ve buna dayanarak Li’anda bulunma hakkı tanırlar. Fakat, İmam Ebu Hanife, erkeğin suçlamasının temeli zina değilde, sadece kendisinden olması mümkün görünmeyen gebelikse, doğuma kadar Li’an uygulamasından kaçınılması gerektiğini söyler, delili de gebelik işaretlerinin bazen hastalıktan kaynaklanabileceği, yani dıştan her gebe görünen kadının gerçekten gebe olmayacağıdır.
10) Kocanın çocuğun babası olduğunu inkâr etmesinin Li’anı gerektirdiğinde icma vardır. Yine, (sözgelimi, doğum dolayısıyla tebrikleri kabul etmesi, çocuğa insanın kendi çocuğuna davrandığı gibi sevgiyle davranması ve yetiştirilmesine ve bakımına gerekli ilgiyi göstermesi gibi) işaretlerle veya açık ifadelerle olsun, kocanın bir defa çocuğu kabul etmesinden sonra, onu inkâr etme hakkını yitirdiği ve inkâr yoluna gittiği zaman kazf haddine maruz kalacağında da icma vardır. Fakat, kocanın ne kadar süreyle çocuğun babası olduğunu inkâr etme hakkına sahip bulunduğunda fakihler görüş birliği içinde değildirler. İmam Malik’e göre, kadın gebeyken koca evdeyse, gebelikten doğuma kadar sorumluluğu inkâr edebilir, doğumdan sonra artık inkâr hakkı kalmaz. Fakat, koca evde bulunmaz ve doğum o yokken meydana gelirse, çocuğun olduğunu öğrenir öğrenmez inkârda bulunması hakkına sahip olur. İmam Ebu Hanife’ye göre, doğumdan itibaren bir veya iki gün içinde inkâr ederse, Li’andan sonra çocuğun sorumluluğundan kurtulur, fakat bir veya iki yıl sonra inkâr edecek olursa, yine Li’an geçerli olacak, fakat koca çocuğun sorumluluğundan kurtulamayacaktır. İmam Ebu Yusuf’a göre, babanın çocuğun doğumundan, ya da doğumu öğrenmesinden sonra kırk gün içinde babalığını inkâr etme hakkı vardır, kırk günden sonra bu hak düşer. Ne var ki, bu kırk gün sınırlaması anlamsızdır. Burada doğru görüş Ebu Hanife’ninkidir, yani, ortada kişiyi bundan alıkoyacak makul ve sağlam bir neden olmadıkça, babalık çocuğun doğumundan veya doğumun öğrenilmesinden itibaren bir veya iki gün içinde inkâr edilebilir.
11) Eğer bir koca boşanmış karısını zina ile suçlarsa, İmam Ebu Hanife’ye göre bu kazf olur, Li’an olmaz. Li’ana ancak eşler arasında başvurulabilir ve “talak’ı ric’at” (geri dönülebilen boşanma) olmadıkça ve suçlama ric’at döneminde yapılmadıkça, kadın için Li’an yapılmaz. Fakat, İmam Malik, bu suçlamanın, gebeliğin sorumluluğunu, ya da çocuğun babalığını kabul veya inkâr sorununu kapsamadığı zaman kazf olacağı görüşündedir. Suçlama bu noktaya yönelik, yani babalığı kabul edip etmeme konusunda olursa, son boşanmayı (talakı) vermesinden sonra da kocanın Li’an hakkı vardır. Çünkü, böyle bir Li’anda kocanın amacı kadına leke getirmek değil, kendisini kendine ait olmadığına inandığı çocuğun sorumluluğundan kurtarmak olacaktır. İmam Şafiî de bu görüştedir.
12) Li’anın bazı yasal sonuçları konusunda tam bir icma olduğu halde, bazıları üzerinde de fakihler arasında görüş ayrılığı vardır. İcma bulunan hususlar şunlardır:
Ne erkek ne de kadın cezaya çarptırılmaz. Eğer erkek çocuğu inkar ederse, çocuk yalnızca anneye atfedilir. Kocaya atfedilmediği gibi ona mirasçı da olamaz, anne kendisine o da anneye mirasçı olur. Bundan sonra, kimsenin kadını “zaniye” olarak çağırmaya ve çocuğa da “piç” demeye hakkı yoktur, Li’andaki duruma göre kadının zaniyeliğinden emin olunsa bile. Kadına ve çocuğa bu eski suçu yeniden yükleyen herkes kazf cezasıyla karşıkarşıya kalır. Mehir kadından alınmaz, kadın nafaka talebinde de bulunamaz ve kocaya ebediyyen haram olur.
Bununla birlikte şu iki noktada görüş ayrılığı vardır:
a) Li’andan sonra karı ile koca birbirlerinden nasıl ayrılacaktır?
b) Li’an sebebiyle yeniden evlilikle bir araya gelmeleri mümkün müdür?
Birinci soruya İmam Şafiî, erkek Li’anda bulunur bulunmaz, kadın Li’anıyla erkeğin suçlamasını kabul etsin veya etmesin, kendiliğinden ayrı düşer şeklinde cevap verir. İmam Malik, Leys b. Sa’d ve Züfer, hem erkek hem de kadın Li’anlarını yaptıktan sonra ayrılacakları görüşündedirler. İmam Ebu Hanife, Ebu Yusuf ve Muhammed’e göre ise, Li’andan sonra ayrılma kendiliğinden gerçekleşir fakat hakim tarafından geçerli hale getirilir. Ama, eğer koca boşama sözü ederse, bu yeterlidir, aksi halde hakim ayrıldıklarını ilân edecektir.
İkinci soruyla ilgili olarak, İmam Malik, Ebu Yusuf, Züfer, Süfyan es-Sevri, İshak b. Rahaveyh, Şafiî, Ahmed b. Hanbel ve Hasan b. Zeyd, Li’anla ayrılan eşlerin birbirlerine ebediyyen haram olduğu görüşündedirler. Yeniden evlenmek isteseler bile, hiç bir şekilde evlenemezler. Hz. Ömer, Hz. Ali ve Hz. Abdullah İbn Mes’ud da aynı görüştedirler. Buna karşılık Said b. Müseyyeb, İbrahim Nehaî, Şa’bi, Said b. Cübeyr, Ebu Hanife ve İmam Muhammed (Allah hepsinden razı olsun) , eğer koca yalanını itiraf eder ve kazf haddiyle cezalandırılırsa, bu durumda evlilikle birleşebilecekleri fikrindedirler. Onlara göre, onları birbirine haram kılan Li’andır. Li’anlarında ısrar ettikleri sürece birbirlerine haram olmakta devam edeceklerdir, fakat koca yalanını itiraf edip, gerekli cezayı gördükten sonra Li’an geçersiz olur ve yeniden evlenmelerinin haram oluşu da ortadan kalkar.