EBU’L A’LÂ MEVDUDİ’NİN BAKIŞ AÇISIYLA TA-HA SURESİ 108. VE 113. AYETLER ARASI
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
108- O gün, kendisinden sapma imkânı olamayan çağırıcıya uyacaklar. Rahman (olan Allah) a karşı sesler kısılmıştır; artık bir hırıltıdan başka bir şey işitemezsin.(84)
109- O gün, Rahman (olan Allah) ‘ın kendisine izin verdiği ve sözünden hoşnut olduğu kimseden başkasının şefaati bir yarar sağlamaz.(85)
110- O, önlerindekini de, arkalarındakini de bilir. Onlar ise, bilgi bakımından O’nu kavrayıp kuşatmazlar.(86)
111- (Artık bütün) Yüzler, diri, kaim olanın önünde eğik durmuştur ve zulüm yüklenen ise yok olup-gitmiştir.
112- Kim de bir mü’min olarak, salih olan amellerde bulunursa, artık o, ne zulümden korksun, ne de hakkının eksik tutulmasından.(87)
113- Böylece biz onu, Arapça bir Kur’an olarak indirdik(88) ve onda korkulacak şeyleri türlü şekillerde açıkladık; umulur ki korkup-sakınırlar ya da onlar için düşünme (yeteneğini) oluşturur.(89)
AÇIKLAMA
84. Arapça metindeki “” kelimesi, ayak sesleri ve mırıltılar gibi alçak sesleri kastetmek için kullanılır. Burada anlatılmak istenen ise o günde insanların ayak sesleri ve fısıltılar dışında ses çıkaramayacak kadar korku ve dehşet içinde olacaklarıdır.
85. Bu başka bir şekilde de yorumlanabilir: “O gün, Rahman’ın dilediği hakkında şefaat edilmesine izin verdiği ve onun için konuşulmasından hoşlandığı kimse hariç hiç kimse hakkında yapılan şefaat kabul edilmez.”
Her iki yorum da aşağıdaki ayetlerle desteklenmektedir:
“İzni olmaksızın O’nun katında şefaatte bulunacak kimdir?” (Bakara: 255)
“Ruh ve meleklerin saflar halinde duracakları gün, Rahman’ın kendilerine izin verdikleri dışında olanlar konuşamazlar. Konuşacak olan da doğruyu söyleyecektir.” (Nebe: 38)
“Onlar kendisinden hoşnut olunandan başkası için şefaat edemezler ve Onun haşyetinden içleri titrer.” (Enbiya: 28)
“Göklerde nice melekler vardır ki, onların şefaatleri hiçbir şeyle yarar sağlamaz; ancak Allah’ın dileyip de razı olduğu kimseye izin verdikten sonra başka.” (Necm: 26)
86. Burada “şefaat” konusundaki sınırlamaların sebepleri anlatılmaktadır. Hiçbir melek, hiçbir peygamber, hiçbir aziz, ne de başka bir kimse, başkalarının hesap (amel) defterini bilmez ve bilemez. Diğer taraftan Allah herkesin iyi ve kötü tüm amellerini, kimin cezayı kimin mükafatı ve ne kadar ceza ve mükafatı hak ettiğini bilir. Bu nedenle eğer şefaat için sınırsız bir özgürlük olsaydı, insanın yaratılış amacı tamamen anlamsız hale gelirdi. Bu ayete göre, şefaat kapısı tamamen kapatılmamıştır. Salih insanların, bu dünyada yaptıkları gibi ahirette de diğer insanlara sempati göstermelerine izin verilmiştir. Fakat bu insanlar da şefaat için önceden Allah’ın iznini almalı ve doğru bir şefaatte bulunmalıdırlar.
87. Buradan, ahirette her insanın durumunun amellerine göre değerlendirileceği anlaşılmaktadır. Eğer, bir insan Allah’ın hakları, diğer insanların hakları veya kendi haklarına zulmetmiş ve adaletsizlikte bulunmuşsa, kendisine buna göre davranılacaktır. Diğer taraftan hem iman eden, hem de salih ameller işleyenler, haklarından mahrum bırakılacakları veya suçsuz oldukları halde cezalandırılacakları gibi bir korku ve şüphe duymamalıdırlar.
88. “Böylece… Kur’an’ı…” Burada, bu surenin ilk bölümünde ve Kitab’ın diğer surelerinde de yer aldığı gibi Kur’an’ın böyle yüce konular ve hikmetli öğretilerle dolu olduğu anlatılmak istenmektedir.
89. Yani, Arapça Kur’an, onları düşüncesizliklerinden uyarabilir ve onlar unuttukları dersleri tekrar hatırlayıp doğru yoldan saptıklarını anlayabilir ve bunun sonuçlarını kavrayabilirler.”