EBU’L A’LÂ MEVDUDİ’NİN BAKIŞ AÇISIYLA TEVBE SURESİ 47. VE 52. AYETLER ARASI
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
47- Sizinle birlikte çıksalardı, size ‘kötülük ve zarardan’ başka bir şey ilave etmez ve aranıza mutlaka fitne sokmak üzere içinizde çaba yürütürlerdi. İçinizde onlara ‘haber taşıyanlar’ vardır. Allah, zulme sapanları bilir.
48- Andolsun, daha önce onlar fitne aramışlardı. Ve sana karşı birtakım işler çevirmişlerdi. Sonunda onlar, istemedikleri halde hak geldi ve Allah’ın emri ortaya çıkıp-üstünlük sağladı.
49- Onlardan bir kısmı: “Bana izin ver ve beni fitneye katma”(48) der. Haberin olsun, onlar fitnenin (ta) içine düşmüşlerdir.(49) Hiç şüphesiz cehennem, o küfre sapanları mutlaka çepeçevre kuşatıcıdır.(50)
50- Sana iyilik dokunursa, bu onları fenalaştırır, sana bir musibet isabet edince ise: “Biz önceden tedbirimizi almıştık” derler ve sevinç içinde dönüp giderler.
51- De ki: “Allah’ın bizim için yazdıkları dışında, bize kesinlikle hiç bir şey isabet etmez. O bizim mevlamızdır. Ve mü’minler yalnızca Allah’a tevekkül etmelidirler.”(51)
52- De ki: “Siz bizim için iki güzellikten (şehidlik veya zaferden) birinin dışında başkasını mı beklemektesiniz?(52) Oysa biz de, Allah’ın ya kendi katından veya bizim elimizle size bir azab dokunduracağını beklemekteyiz. Öyleyse siz bekleyedurun, kuşkusuz biz de sizlerle birlikte bekleyenleriz.”
AÇIKLAMA
48. Hz. Peygamber’den (s.a) şu veya bu bahaneyi öne sürerek geride kalmak için izin isteyen münafıklar o denli küstah idiler ki Allah yolunda cihaddan geri kalabilmek için dini veya ahlaki özürler icat ediyorlardı. Bunlardan biri de Cedd bin Kays idi ve rivayetlere göre Hz. Peygamber’e (s.a) gelip şöyle demişti: “Ben güzelliğe hayranım ve halkım benim kadınlara karşı ne denli zayıf olduğumu bilir. Bu nedenle Romalı kadınların beni günaha saptıracağını düşünerek savaşa gitmekten korkuyorum. İşte bu yüzden “…. beni fitneye düşürme”.
49. İzin istedikleri halde, onlar zaten yalan söyleme, iki yüzlülük ve münafıklık fitnesine düşmüşlerdi. Cihaddan kaçınmak için fitneye düşmeme özrünü öne sürdüklerinde, dindar ve takva sahibi insanlar olarak kabul edileceklerini düşünerek kendilerini aldatıyorlardı. Oysa gerçekten onlar, İslam’la küfür arasındaki savaştan kaçarak en büyük fitneye düşüyorlardı.
50. Yani, “Böyle bir dindarlık gösterisi onları cehennemden kurtaramamıştır; hatta tam tersine bu yaptıkları, cehennemin onları çepeçevre kuşatmasına neden olacaktır.”
51. Bu bölümde, biri sadece dünya hayatı için yaşayan diğeri ise Allah için yaşayan iki adamın tutumları arasındaki sınır belirlenmektedir. Bu dünya için yaşayan adam ne yaparsa sadece kendisini tatmin etmek için yapar. Dünyevi bir amaca ulaştığında sevinir, elde edemediğinde ise üzülür. Bunun yanısıra başarısı için sadece kendi maddi kaynaklarına güvenip dayanır. Eğer bu kaynaklar elverişli ise cesurdur, fakat bunlar elverişli değilse, o zaman cesaretini kaybeder.
Bunun tam aksine Allah için yaşayan bir adam her ne yaparsa Allah’ı hoşnut etmek için yapar ve ne kendi güçlerine, ne de maddi kaynaklarına güvenmeyip sadece O’na güvenir. Bu nedenle ne Allah yolunda kazandığı başarıdan gurur duyup coşar, ne de başarısızlığa uğradığında cesaretini kaybedip üzülür. Çünkü o, her iki durumunda Allah’ın iradesinin bir sonucu olduğunu bilir. Bu nedenle o ne felaketler sonucu ümit ve cesaretini yitirir, ne de başarılar sonucu gurura kapılır. Çünkü o, zenginliğin de fakirliğin de Allah katından olduğuna ve her ikisinin de birer imtahan olduğuna inanır. Bu nedenle onun tek kaygısı, bu imtihandan başarılı çıkabilmek için elinden geleni yapmasıdır. Ayrıca, onun önünde dünyevi gayeler bulunmadığı için, başarı veya başarısızlığı bu tür gayelere göre de değerlendirmez. Bunun aksine, onun tek gayesi malını ve canını Allah yolunda feda etmektir. Başarı veya başarısızlığı, bu görevin yerine getirilip getirilmemesi ölçüsüne göre değerlendirir. Eğer o, bu görevi yerine getirmek için elinden geleni yaptığına kani olursa, dünyevi açıdan hiçbir şey elde edememiş de olsa, Allah’ın lütfu ile başarıya ulaştığına inanır. Çünkü o, uğrunda canını ve malını harcadığı Allah’ın çabalarını karşılıksız bırakmıyacağına inanır. O, sadece maddi kaynaklara güvenip dayanmadığı için bunlar elverişsiz şartlarda bile, dünya için yaşayanların sadece elverişli şartlarda gösterebilecekleri bir şevk ve sabırla görevini yapmaya devam eder. İşte bu nedenle Allah, Hz. Peygamber’den (s.a) münafıklara şöyle demesini istiyor: “Meselelere karşı takındığımız tavır açsından sizinle bizim aramızda temel bir fark var. Biz iyinin de kötünün de Allah’tan olduğuna inanıyoruz. Bu nedenle görünür sonuçlar bizi ne üzüyor ne de sevindiriyor. Bunun yanısıra biz işlerimizde Allah’a güvenip dayanıyoruz, siz ise maddi kaynaklarınıza. Bu nedenle biz herhalükarda mutmain ve sevinçliyiz.”
52. Bu, her zaman olduğu gibi, İslam’la küfür arasındaki savaşta hiçbir rol almayan, Peygamber (s.a) ve ashabı Tebûk’ten muzaffer olarak mı dönecekler, yoksa güçlü Roma ordusu tarafından tamamen yok mu edilecekler diye, savaşı uzaktan “akıllıca” izleyen kimslere verilen cevaptır. Onlara bekledikleri her iki sonucun da müslümanlar için hayırlı olacağı söylenmektedir. Çünkü zaferi kazanırlarsa tabii bu hayırlı bir sonuçtur. Fakat eğer Allah yolunda öldürülürseler bile, dünyevi açıdan olmasa da bu, onlar açısından bir başarı olacaktır. Çünkü müslümanın değer ölçüsü münafıkların ve benzerlerinin değer ölçüsünden farklıdır. Bir mümin canını ve malını Allah yolunda feda ederse, bunu, bir ülkeyi fethetmede veya bir hükümet kurmada zafere ulaşmasa bile büyük bir başarı olarak kabul eder. Onun tek ölçüsü (sonuç dünyevi açıdan bir hiç de olsa) bedenin ve ruhunun, zihninin ve gönlünün tüm güçlerini Allah’ın kelimesini yüceltmek için harcayıp harcamadığıdır.