EBU’L A’LÂ MEVDUDİ’NİN BAKIŞ AÇISIYLA TEVBE SURESİ 57. VE 58. AYETLER
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
57- Eğer onlar bir sığınak ya da (kalacak) mağaralar veya girebilecekleri bir yer bulsalardı, hızla oraya yönelip koşarlardı.(56)
58- Onlardan sadakalar konusunda seni yadırgayacaklar vardır. Ondan kendilerine verilirse hoşlanırlar, ondan kendilerine verilmediği zaman da bu sefer gazablanırlar.(57)
AÇIKLAMA
56. Çoğu yaşlı ve zengin olan Medine’li münafıkların durumu işte böyleydi. İbn Kesir’in el-Bidaye ve’n-Nihaye’sinde yeralan münafıkların listesinden, içlerinden sadece bir tanesinin genç ve fakir olduğunu öğreniyoruz. Bu insanların Medine’de çok malları ve parlak bir ticaret hayatları vardı. Sadece dünyayı düşünen insanlardı ve tecrübeleri de onlara çıkarlarına göre hareket etmelerini öğretmişti; fakat kişisel çıkarları onları bir ikileme itiyordu. İslam Medine’ye ulaştığında ve büyük bir çoğunluk samimiyet ve şevkle İslam’ı kabul ettiğinde, bu insanlar kendilerini çok tedirgin bir durumda hissetiler. İslam’ı açıkça reddedemezlerdi, çünkü halkın çoğunluğu, hatta kendi kızları ve oğulları İslam’a gönülden bağlıydılar. Eğer kafir olarak kalsalar saygınlık, makam ve şereflerini kaybedebilirler veya kendi ev halklarından olan müslümanların isyanı ile karşı karşıya kalabilirlerdi. Diğer taraftan eğer samimi olarak İslam’ı kabul etseler, o zaman da sadece Arabistan’ın tümüyle değil, bütün çevre millet ve imparatorluklarla savaş etme tehlikesi ile karşı karşıya kalacaklardı. Herşeyin ötesinde, kişisel çıkarları gözlerini o denli köreltmişti ki, meseleyi, tek başına bile her tür fedakarlığa değecek olan doğruluk ve gerçek yönünden ele almıyorlardı. Bu nedenle, mevkilerini, mal ve ticaretlerini korumak için dışardan İslam’ı kabul etmiş görünmeye ve İslam’a samimi bağlılığın gerektireceği zorluk ve kayıplardan kaçınmak içinde ikiyüzlü bir tavır takınmaya karar verdiler.
Bu ayet (57) münafıkların yaşadığı ikilemi anlatmaktadır: “Bu insanlar sizin gibi müslüman olduklarına yemin etmelerine rağmen gerçek müslüman değildirler. Onlar sadece açıktan reddettiklerinde karşılaşacakları kayıplardan korktukları için, İslam’ı kabul ettiklerini söylerler. Medine’de gayrı müslimler olarak kalmayı da istemezler, çünkü bu durumda sahip oldukları yüksek mevkileri kaybedebilirler ve hatta eşleri ve çocukları ile bağlarını yitirebilirler. Medine’den göç etmeye karar verdiklerinde ise mallarını ve ticaretlerini geride bırakmak zorunda kalırlar. Onlar bu fedakarlıklara hazır değildirler, çünkü “küfre” bile samimi bir bağlılıkları yoktur. Bu nedenle onlar şartlar zorladığı için Medine’de kalıyorlar. Bu münafıklar namazı kılarlar, fakat bunu zorla yaptırılan bir iş olarak kabul ederler ve zekatlarını sanki bir ceza imiş gibi öderler, çünkü gönülleri bunlara tam olarak yatmaz. Bu “belalar”ın yanısıra bir de onlardan her an canlarını ve mallarını feda etmeye, cihada gitmeye ve şu veya bu düşmanla savaşmaya hazır olmaları istenmektedir. Onlar bu “belalar” dan o denli korkuyorlar ki, bunlardan kurtulmak için, kendilerini bu felaketlerden koruyacağını tahmin ettikleri her deliğe girip saklanmak istiyorlar.
57. Burada bahsedilen kimseler, kendilerine hakettikleri payın verilmediğini düşünerek her zekat dağıtımında rahatsız olan münafıklardır. Onlar her seferinde Hz. Peygamber’i (s.a) adaletsiz bir dağıtım yapmakla suçlarlardı. Bu olay, mal varlığı belirli bir sınırı aşan her müslümana zekat vermesi farz kılındığında meydana gelmiştir. Müslümanlar sahip oldukları tarımsal ürünlerden, hayvanlardan, ticari mallardan, ocaklardan çıkarılan madenlerden, altın ve gümüşten %2.5’tan %20’ye kadar değişen oranlarda zekat vermeliydiler. Bu zekatların tümü de sistematik bir şekilde bir merkeze toplanıp oradan harcanmaktaydı.
Bunun sonucunda bir tek şahsın, yani Hz. Peygamber’in (s.a) elinde tüm Arabistan’da hiç eşine rastlanmayan miktarda çok servet toplanıyordu. Doğal olarak materyalistler bu mallara açgözlülükle bakıyorlar ve bu servetten mümkün olduğunca çok pay almak istiyorlardı. Fakat onların bu açgözlülükleri tatmin edilmiyordu, çünkü zekat fonundan kullanmayı kendi şahsına ve akrabalarına yasaklayan Hz. Peygamber’in (s.a) , hak etmeyen kimselere zekattan pay vermesi beklenemezdi. Bu nedenle münafıklar, Hz. Peygamber’i (s.a) toplanan zekatları adaletsizce dağıttığı için değil, kendilerinin zekattan hak etmedikleri birşeyi almalarına engel olduğu için suçluyorlardı. Fakat bu asıl şikayetlerini gizliyorlar ve Hz. Peygamber’in (s.a) toplanan zekatların dağıtımında adaletsizlik yaptığını ve taraf tuttuğunu söylüyorlardı.