EBU’L A’LÂ MEVDUDİ’NİN BAKIŞ AÇISIYLA YUNUS SURESİ 17. VE 18. AYETLER
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
17- Allah’a hakkında yalan uydurup iftira edenden ve O’nun ayetlerini yalanlayandan(22) daha zalim kimdir? Şüphesiz O, suçlu-günahkârları kurtuluşa erdirmez.(23)
18- Allah’ı bırakıp kendilerine zarar vermeyecek, yararları da dokunmayacak şeylere kulluk ederler ve: “Bunlar Allah katında bizim şefaatçilerimizdir” derler. De ki: “Siz, Allah’a göklerde ve yerde bilmediği bir şey mi haber veriyorsunuz?(24) O, sizin şirk katmakta olduklarınızdan uzak ve yücedir.”
AÇIKLAMA
22. Yani, “Eğer vahyolunan bu ayetler Allah’tan değilse ve onları ben uydurup da O’ndan geliyormuş gibi aktarıyorsam, benden daha günahkar kimse olamaz. Aynı şekilde eğer bu ayetler gerçekten Allah’tansa ve sizler bunu reddediyorsanız sizden daha günahkar kimse olamaz.
23. Bazı akılsızlar yanlış bir istidlal sonucu bu ayetten yanlış sonuçlar çıkarıp “felah”ın anlamını “uzun ömür”le yahut “dünyevi başarı”yla sınırlandırırlar. Onlara göre bu ayet kesin biçimde “günahkarlar asla başarılı olamaz” gibi bir anlama gelmektedir. Bu önermenin tersini düşündüğümüzde, “başarılı olan günahkar olamaz” önermesinin de doğru olması gerekir. Bundan da şu çıkar ki, bir iddiacı, peygamberlik iddiasından sonra uzun yahut müreffeh bir hayat sürerse veyahut da kavminden iyi bir mukabele görürse gerçek bir peygamber olduğuna hükmedilir(!) Çünkü onların mantığına göre sahte bir peygamber olsaydı, kesinlikle başarılı olamazdı. Hatta öldürülür, açlıktan ölüme terkedilir yahut da, istediği kadar peygamber olduğunu öne sürsün görevinde başarısız addedilirdi.
Fakat az bir düşünmeyle anlarız ki, bu “delil” daha ilk bakışta yanlıştır. Bir kere her önermenin tersi her zaman doğru olmaz. İkinci olarak, Kur’an felah kelimesini böyle sınırlı bir anlamda kullanmaz. Üçüncü olarak da Allah bu kelimeyi, ilahi mühlet verme yasasının kapsamındaki günahkarların durumlarıyla ilgili olarak kullanmaktadır.
Şimdi meseleyi ayrıntılarıyla inceleyelim. “Kuşkusuz mücrimler başarıya ulaşamaz” ifadesi gerçek peygamberi, sahtesinden ayırmak için mi’yar (ölçüt) koyma anlamında kullanılmamıştır. Yani peygamberlik iddia eden biri “başarılıysa” makbul, değilse merduttur biçiminde bir ölçüden sözedilmiyor bu ifadede. İşin aslı şudur: Bu kelimeler şunu bildirmek üzere Hz. Rasul’un (s.a) dilinde yer almıştır: Kesinlikle biliyorum ki mücrimler asla felaha (gerçek başarıya) ulaşamaz. Bu yüzden ben yalancı peygamberlik iddiasında bulunmak gibi bir suç işleyemem. Zira siz, Allah’ın gerçek peygamberi olan beni, yalanlamak gibi bir günah işliyorsunuz.
Bir diğer mesele, felah kelimesinin “dünyevi başarı” gibi sınırlı bir anlamda kullanılmadığı idi. Aksine felah, her ne olursa olsun, yani peygamberlik iddiasında bulunan başlangıçta kazansın ya da kaybetsin hiç kayba düçar olmayan kesintisiz bir “başarı”ya dalalet eder. Buna karşılık sahte bir iddiacının büyük bir halkı yanlış yola çağıran dünyevi “başarı”ya ulaşması gayet mümkündür ve onun dalaleti pekala yaygınlaşabilir de. Ne var ki bu, Kur’an’ın ıstılahlarına göre “başarı” (felah) değildir, aksine mutlak bir başarısızlıktır. Diğer taraftan Hakka çağıran birinin de anlatılmaz elemlere düşmesi, yanlış yoldakilerin işkencelerine maruz kalması ve hiç kimseyi Hakikat’ın saflarına çekemeden bu dünyayı terketmesi pekala mümkündür. Fakat bu Kur’an’ın ıstılahına göre bir başarısızlık değil, gerçek bir başarı olacaktır.
(Yukarıda sözünü ettiğimiz) diğer mesele, “İlahi mühlet verme yasası”nı hesaba katmayan akılsızların yanlışlarını reddetmektedir. Bu yasa sahte peygamberin uzun bir “başarılı” hayat sürmesinin, gerçek bir peygamber olduğuna delalet etmeyeceği ile ilgilidir.
Allah’ın suçluları cezandırmada acele etmediği ve yollarını bağlamak için onlara mühlet verdiği Kur’an’ın bir çok yerinde açıklanmıştır. Hatta onları sapıklıklarında serbest bırakır ki, bu mühleti kötü kullansınlar ve daha da bozguna uğrasınlar. Kimi zaman da onlara daha “müreffeh” bir hayat sunar ve böylece onların, kalblerinde gizledikleri tüm kötülüklerini açığa çıkarmalarını ve kötü amelleri yüzünden uğrayacakları azaba tam anlamıyla layık olmalarını sağlar.
“İlahi mühlet verme yasası” diğer suçlular üzerinde hükümran olduğu gibi, yalancı peygamberlerin durumuna da vaziyet eden bir yasadır. Ve bunun bir istisnasının olması için hiç bir neden yoktur. Nitekim suçluların en büyüğü Şeytan’a Kıyamet Günü’ne kadar her türlü saptırma faaliyeti için mühlet verilmiştir. Ayrıca sahte peygamberlik iddiasına kalkışıp da kendisine mühlet tanınmamış hiç bir istisnai örneğe rastlanmaz.
Kur’an’ı böyle tersinden yorumlayanlar son bir çare olarak Hâkka Suresi’nin 44-47. ayetlerine müracat ederler: “Eğer Muhammed kendinden birşeyler uydurup da Bize isnad etseydi, şu muhakkak ki, onun elini kıskıvrak kavrar da şahdamarını kesip koparıverirdik”. Fakat bu anlamıyla ayetler onların iddialarına karşılık olmuyor; çünkü ihtiva ettiği anlam yalnızca şudur: “Eğer Allah tarafından tayin edilmiş bir peygamber, Allah’a uyduruk birşey isnad ederse hemen kıskıvrak alıkonur.” Bu yüzden sözkonusu ayetlerden kalkarak kıskıvrak kuşatılmayan bir sahtekarın durumundan, gerçek bir peygamber olduğu sonucunu çıkarmak bir kafa karışıklığından başka bir şey değildir. Akılları sıra, bu ilahi kural (mühlet kuralı) sahtekarlara değil de gerçek peygamberlere uygulandığına göre, şahdamarı koparılmayan bir sahtekar gerçek peygamber olmalıdır. Bu noktayı kavramak için, hükümet memurlarının durumunu ele alalım. Apaçıktır ki, hükumet memurları için öngörülmüş olan kural ve düzenlemeler yalnızca bu memurlar içindir. Olmayanlar için değil. Memur olmadıkları halde kendilerini hükumet memuruymuş gibi göstermeye, tanıtmaya çalışan sahte memurlar diğer suçlular gibi ceza hukukuna göre hüküm giyerler, memurlar kanununa göre değil. Dolayısıyla bu ayetlerin yer aldığı bağlam şunu açıkça gösterir ki, vurgulanmak istenen, nübüvvet iddiasına sahip herhangi birinin gerçek bir peygamber mi, yoksa sahte peygamber mi olduğuna dair herhangi bir mi’yar (ölçüt) değildir. Nitekim 43’üncü ayetin devamında gelen ayetlerde mealen şöyle denilmektedir: “Bu alemlerin Rabbinden indirilmiş bir vahiydir. Eğer Muhammed (s.a) bunu uydurup da bize isnad etmiş olsaydı, onu şöyle şöyle yapardık.” Dahası gerçek bir peygamber, sahtesinden yüksek karakteri, asıl misyonu ve biricik mesajı ile kolayca ayrılabilir. Dolayısıyla, peygamberin gerçeğini sahtesinden ayırmak için böyle akıl dışı ve gayri tabii standartların üzerinde durmaya gerek yoktur.
24. Arzıhallerini Allah’a sunacak hiçbir şefaatçinin olmadığını söylemenin en güzel yolu budur. Çünkü “herhangi birşey” Allah’ın ilminde değilse bu demektir ki o zaten yoktur; zira göklerde ve yerde varolan herşey Allah’ın ilmi dahilindedir.