EBU’L A’LÂ MEVDUDİ’NİN BAKIŞ AÇISIYLA YUNUS SURESİ 64. VE 68. AYETLER ARASI
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
64- Müjde, dünya hayatında ve ahirette onlarındır. Allah’ın sözleri için değişiklik yoktur. İşte büyük ‘kurtuluş ve mutluluk’ budur.
65- Onların sözleri seni üzmesin. Şüphesiz ‘izzet ve gücün’ tümü Allah’ındır. O, işitendir, bilendir.
66- Haberiniz olsun; şüphesiz göklerde kim var, yerde kim var tümü Allah’ındır. Allah’tan başkasına tapanlar bile, şirk koştukları varlıklara ve güçlere (gerçekte) uymazlar. Onlar yalnızca bir zanna uyarlar ve onlar ancak ‘zan ve tahminde bulunarak yalan söylemektedirler.’
67- O, dinlenmeniz için geceyi, gündüzü de aydınlatıcı (mubsir) olarak sizin için yaratmıştır. Şüphesiz işitebilen bir topluluk için bunda gerçekten ayetler vardır.(65)
68- “Allah, çocuk edindi” dediler.(66) O, (bundan) yücedir; O, hiç bir şeye ihtiyacı olmayandır.(67) Göklerde ve yerde ne varsa O’nundur.(68) Kendinizde buna ilişkin ispatlayıcı bir delil de yoktur. Allah’a karşı bilmeyeceğiniz bir şeyi mi söylüyorsunuz?
AÇIKLAMA
65. Bu çok önemli bir konunun kısaca anlatılmasıdır ve ayrıntılı bir açıklama gerektirir. Kur’an birkaç kelimeyle şunu bildirmiştir ki, vahyedilmiş olanın dışındaki tüm dinler batıldır. Çünkü kainatın menşei, mebdei, sebebinin yalnızca felsefi akılla araştırılması üzerine temellenmektedirler. Felsefi araştırma ise, zann üzerine temellenir ve tabiatı gereği Hakikat’a ulaşmaya güç yetiremez. Hakikata ulaşmanın doğru yolu Rasullerin getirdiği vahyin anlaşılmasından geçer. Hakikatı keşfetmenin tek yolu budur: Aksi takdirde, yanlış yollar izleyen kimse daima yanlış sonuçlara ulaşacaktır. Şimdi çeşitli kesimlerden insanların bu bilgiye ulaşmak için izledikleri yolları gözden geçirelim:
Müşrikler, araştırmalarını bütünüyle ve yalnızca hurafe üzerinde temellendirirler.
Münzevi ve zahidler bu bilgiye müşahede ve tefekkürle ulaşacaklarını ve gerçeği sırları aralamak suretiyle görebileceklerini iddia ederler. Fakat aslında gerçeği göremezler; gördükleri sadece muhayyilelerinin bir marifetidir (oyunudur) . Onlar zihni bir hayali tasavvur edip, sonra onun üzerinde zihinlerini yoğunlaştırırlar ve böylece bu tasavvur “gerçek”in sureti olur.
Filozof denen kimseler, araştırmalarını akılcılık (rasyonalizm) üzerine temellendirdiklerini ileri sürerler fakat gerçekte her ne kadar “mantıki” deliller ve “yeter” sebeplerle destekleseler bile dayandıkları yalnızca zan ve şüphedir.
Şu halde bu gruplar hiç değişiklik arzetmeden önyargılarına dayanıyorlar ve kendilerinden farklı bakış açılarına sahip kimseleri anlamaya yanaşmıyorlar. Bu yüzden de kendi teorilerine bağlanıp kalıyorlar.
66. ve 67. ayetlerin metninde Kur’an, bilginin bu türlü araştırılmasının temelde yanlış olduğunu anlatmak istemektedir: “Sizin sapmanızın gerçek sebebi, araştırmalarınızı zan ve şüphe üzerine dayandırmanızdır. Ve bu türlü önyargılarınız yüzünden en makul şeylere bile kulak vermek istemiyorsunuz. Sonuçta yalnızca hakikata ulaşamamakla kalmıyor, aynı zamanda nebiler tarafından bildirilmiş semavi dinleri doğru değerlendiremiyorsunuz.”
Yukarıdaki araştırma yollarının aksine, Kur’an kendi yolunu bildirir ve hakikata ulaşmanın yegane sahih, akli ve ilmi yolunun o yol olduğunu ileri sürer. Hakikatı araştırmanın yolu şudur: “Araştırmaya başlamadan önce daha evvel edindiğiniz önyargılarınızdan vazgeçmeli ve hakikat hakkındaki haberlerinin zan, şüphe, düşünce müşahede ve soyut çıkarımlar üzerine değil, doğrudan doğruya “vahy” üzerine temellendiğini ileri süren kimselerin mesajına kulak vermelisiniz. Sonra Kur’an’ın dikkate çağırdığı kainat ayetleri üzerinde derin derin düşünmelisiniz. Eğer bu ayetler, nebilerin ifşa ettiklerini söyledikleri Hakikat’a delalet ediyorsa, o zaman onların öğrettiği Hakikatı reddetmeniz için hiçbir mazeretiniz kalmıyor demektir. İslam felsefesinin temeli budur. Ne yazık ki müslüman filozoflar bile bu yolu izlememiş, Eflatun ve Aristo’yu izlemişlerdir.
Kur’an bu yöntemi birçok yerde zikreder ve birer Hakikat delili olarak birçok tezahürü tekrar tekrar gözler önüne serer. Böylece insanlara Hakikatı idrak etme yolunda doğru sonuçlara nasıl ulaşacağını öğretir. Nitekim, 67. ayette gece ve gündüz birer ayet olarak zikredilmekte ve insanlar bu ayetler üzerinde derin derin düşünmeye çağrılmaktadır. Gece ve gündüzün dönüşümleri olağanüstü birer ayettir ve Musavvir olan, herşeye kadir bulunan Allah’a delalet etmektedir. Zira bu dönüşüm arzın matematiksel bir kesinlikle kendi ekseni ve güneş etrafında dönmesi ile oluşur. Bu ardarda geliş, Musavvir olan Allah’ın yüce hikmetine mebnidir ve arkasında büyük bir gaye yatmaktadır. Nitekim bu dönüşümün arz üzerinde bulunan tüm varlıklara sayısız faydalar sağladığı ortadadır. Bu aynı zamanda Yaratıcının arz üzerindeki nimetine işaret eder ve sonuç olarak yaratıkları için ne mükemmel düzenlemelerde bulunduğunu gösterir. Dahası, bu dönüşüm evrensel Musavvir’in tek olduğunu, oyun oynamadığını aksine alemi bir gaye ve hikmete göre yarattığına delalet eder. Ayrıca şu büyük Hakikat’e delalet eder ki, tapınılmaya en layık olan, Veli ve Rabb olarak Allah’tır, başkası değil. Zira, O’nun dışında olan her varlık gece ile gündüzün ard arda gelişiyle ihtiyaçlarını giderir. Bu ihtiyaçları başka hiç kimse gideremez, bu yüzden bu muhtaç varlıklardan hiçbiri Rabb ve Veli olamaz. Bu ayetlerin ışığında, yalnızca şüphe ve zan üzerinde temellenen diğer dinlerin, böyle apaçık ayetlere dayanan semavi dinle karşılaştırıldıklarında hakiki din oldukları nasıl düşünülebilir?
66. Daha önceki bölümlerde insanlar yalnızca şüphe ve zan üzerine batıl dinler bina ettiklerinden dolayı muaheze edilmişlerdi ya, bu bölümde de Hıristiyanlar ve diğerleri -yani Allah’ın bir erkek çocuk edindiğine inananlar- kuru zandan başka hiçbir delile dayanmayan bu küfürlerinden dolayı hesaba çekilmektedirler.
67. Arapça “” ibaresi izahı gayri kabil bir durum karşısındaki şaşkınlığı ifade etmek üzere kullanılır. Fakat bu ibarenin lugavi manası şudur: “Allah mutlak anlamda münezzehtir; her türlü eksik, kusur ve lekeden azadedir.” Böylece iki anlamdan her ikisi de tazammun edilmiş olur. Hem onların Allah’a oğul isnad ederek düştükleri küfrün karşısında duyulan şaşkınlığı ifade eder, hem de bu acayip kafirliği, “Her bakımdan mükemmel ve münezzeh olan Allah’ın oğul edinmeye ihtiyacı yoktur” anlamıyla reddeder.
68. Onların bu kafirliklerini reddetmek üzere, üç şey sürülür öne: a) Allah her türlü noksanlıktan münezzehtir, b) Allah ganidir, müstağnidir. c) Allah yerde ve göklerde olan herşeyin sahibidir. Şimdi bu üç şeyin sözkonusu küfrü nasıl merdut kıldığını kısaca açıklayalım:
Besbelli ki, bir oğula ya evlilikle ya da evlat edinmeyle sahip olunur. Birinci durumda Allah kavramı şuraya varır: O, diğer varlıklar gibi ölümlüdür, bu yüzden, diğer varlıklar gibi zürriyetini sürdürmek için bir zevceye ihtiyacı vardır. İkinci durumda da Allah’ın mülkünü miras bırakacağı bir oğula muhtaç olduğu varsayılır. Güya böylece çocuksuz olmanın getirdiği noksanlık büyük ölçüde izale edilmiş olacaktır. (Haşa) . Yahut da Allah insan soyu gibi pederane sevgi duymaktadır ve bu yüzden milyonlarca kulundan birini evlat edinmiştir.
Durum ne olursa olsun, şu apaçık ki, böyle bir küfür ister istemez Allah’ın türlü eksiklik, zayıflık, ihtiyaç ve isteklerle muallel olduğu varsayımı üzerinde dayanır. Kur’an, “o, münezzehtir ve bu yüzden her türlü eksiklikten beridir. Ve de, ganidir, müstağnidir” diyerek böylesi müşrikçe itikatları reddeder; Allah’ın ölümlüleri çocuk sahibi olmaya iten zaaf ve isteklerden beri olduğunu bildirir. Son olarak, şunu açıkça ifade eder ki, göklerde ve yerde olan herşey O’nundur ve bu şeylerden hiçbirinin O’nun oğlu, “biricik oğlu” ya da mirasçısı olmak gibi bir nisbeti yoktur. Gerçi Allah’ın kullarından kimilerini, kemalleri yüzünden diğerlerinden daha fazla sevdiği doğrudur, fakat bu demek değildir ki, Allah bir takım kullarını kendi uluhiyetine ortak etmektedir. Nitekim Allah’ın yüksek payesi, bağışladığı kimseler, O’nun velileridir: “Onlar Allah’a iman edip de O’ndan sakınırlar. Bu yüzden onlar için ne bir korku ne de üzüntü sözkonusudur. Dünya ve ahiret hayatlarında onlara müjde vardır” (62-63. ayetler) .