EBU’L A’LÂ MEVDUDİ’NİN BAKIŞ AÇISIYLA YUSUF SURESİ 53. VE 55. AYETLER ARASI
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
53- “(Yine de) Ben nefsimi temize çıkaramam. Çünkü gerçekten nefis, -Rabbimin kendisini esirgediği dışında- var gücüyle kötülüğü emredendir. Şüphesiz, benim Rabbim, bağışlayandır, esirgeyendir.”
54- Hükümdar dedi ki: “Onu bana getirin, onu kendime bağlı kılayım.” Onunla konuştuğunda da (şöyle) dedi: “Sen bugün bizim yanımızda (artık) önemli bir yer sahibisin, güvenilir (bir danışman-yönetici) sin.”(47)
55- (Yusuf) Dedi ki: “Beni (bu) yerin (ülkenin) hazineleri üzerinde (bir yönetici) kıl. Çünkü ben, (bunları iyi) bir koruyucuyum, (yönetim işlerini de) bilenim.”(47/a)
AÇIKLAMA
47. Şu demek isteniyor: “Hakkında öyle yüksek bir kanaata sahip olduk ki, memleketin en yüksek sorumluluk isteyen memuriyetini sana çekinmeden tevdi edebiliriz.”
47/a. Bu ayette bir takım önemli sorular gündeme gelmektedir. Şimdi bunları birer birer tartışalım:
İlk soru şudur: Hz. Yusuf’un (a.s) krala yaptığı teklif bir memuriyet için miydi? Daha önceki açıklama notlarının ışığında vuzuha kavuşmuş olmalıdır ki, mesele hedefine varmasını sağlayacak bir fırsat anını kollayan hırslı bir kişinin başvurusu, yahut bir ricası olmadığı gibi, kralın kendi huzurunda dile getirilen bu teklifi kabul edişi de, (meselenin öncesi yokmuş gibi) aniden olmamıştır. Zira Talmud’a göre, “İbrani kendisini bilge ve uzman bir kimse olarak isbat etmişti”; ayrıca Talmud, Hz. Yusuf’un (a.s) şöyle dediğini nakleder: “Şu kesin ki, benden daha temayüz etmiş biri daha yok: Nihayet ben Allah’ın tüm bilgileri öğrettiği biriyim”.
Aziz, nedimleri, şehzadeleri, subayları ve bürokratları, Hz. Yusuf (a.s) huzurdayken artık onun gerçek değerini öğrenmiş durumdaydılar ve başından son on yılda geçen değişiklikler esnasında sergilediği yüksek karakteri bizzat müşahade etmişlerdi. Böylece Hz. Yusuf (a.s) tevazuda, doğrulukta, önsezide, kendini kontrolde, güvenilirlikte, cömertlikte, zeka ve anlayışta eşsiz olduğunu kanıtlamıştı. Bu özellikler karşısında muhatabları bildi ve anladı ki, ülke kaynaklarının nasıl korunacağını, onların nasıl tasarruf edileceğini en iyi bilen, kaynakları geleceğin teminatı olarak mahfuz tutabilecek yegane kişi odur. Bu yüzden Hz. Yusuf (a.s) isteğini belirtir belirtmez bütün kalbleriyle kendisine güvendiler. Hz. Yusuf (a.s) hakkında kralın beslediği olumlu kanaat Kitab-ı Mukaddes’te teyid edilir: Ayrıca Talmud’da da belirtildiği gibi sadece kral değil, etrafında bulunan diğer yöneticilerde Hz. Yusuf’un (a.s) yönetime geçmesini ittifakla kabul etmişlerdir.
Şimdi ikinci soruyu ele alalım: “Hz. Yusuf’a (a.s) güven duyulmasını sağlayan gücün mahiyeti neydi?” Bu önemlidir, çünkü Kur’an’ı kavramada tecrübesi olmayan kimseleri bu ayette geçen “” deyimi ve daha sonra geçen tahıl dağıtım işi yanıltmış; bu yanılgıyla sözkonusu memuriyetin bugünün “Hazine Müsteşarı”, “Kıtlık Dönemi Danışmanı” yahut “Maliye Bakanı” türünden bir memuriyet olduğu sonucuna varmışlardır. Aslında memuriyeti bunlardan hiçbiri değildi, zira Kur’an, Kitab-ı Mukaddes ve Talmud’a göre Hz. Yusuf’a (a.s) tüm iktidar tevdi edilmiş ve bir yöneticinin tüm imtiyazı verilmiştir. Tahta oturmasının (ayet, l00) ve kendisine melik denmesinin (ayet, 72) sebebi budur. Bizzat Hz. Yusuf (a.s) Allah’a kendisine melikliği bahşettiği için şükretmiştir (ayet, l00) . Herşeyden öte, bizzat Allah bu olaya tanıktır; mealen: “Böylece Yusuf’a ülkede iktidar verdik. Artık ülkenin her yanına istediği gibi tasarruf etme hakkına sahip olmuştu” (ayet, 56) . Kitab-ı Mukaddes’e baktığımızda şunları okuyoruz: “Ve Firavun Yusuf’a dedi: “Evimi mekanın bileceksin ve halkın senin emrinle yönetilecek. Ben yalnız tahtta senden büyük olacağım. Bak, tüm Mısır ülkesini yönetmeye seni tayin ediyorum. Senden habersiz Mısır ülkesinde hiç kimse ne parmağını kıpırdatabilecek ne de adım atabilecektir. Ve Yusuf’a Zaphnath-paaneah (Dünya Koruyucusu) adını verdi.” (Tekvin, 4l: 40-45) . Talmud’a göre ise olay şöyledir: Ağabeyleri Mısır’dan babaları Hz. Yakub’a (a.s) döndüğünde Hz. Yusuf (a.s) hakkında kendisine şunları söylediler: “Mısır meliki, halkı üzerinde öylesine egemen ki ondan üstünü yok. Herkes onun emriyle giriyor, onun emriyle çıkıyor ülkeye. Yöneten onun emirleri… Efendisi Firavun’un nefesini harcamasına gerek bile yok.”
Meseleyle ilgili bir diğer soru da şu: Hz. Yusuf’un (a.s) ülkedeki tüm iktidarın kendisine teslimi için yaptığı teklifin hedefi neydi? Hizmetlerini kafir bir devletin kanunlarına güç katmak için mi gerçekleştirdi? Yoksa elinde bulundurduğu hükümetin güçleriyle İslam’ın kültürel, ahlaki ve siyasi sistemlerini mi tesis etmek niyetindeydi? Bu sorulara en iyi cevap Allame Zemahşeri’nin Keşşaf tefsirinde 55. ayete getirdiği yorumda verilmiştir. Şöyle diyor: “Yusuf Aleyhisselam ülkenin kaynaklarını benim tasarrufuma verin şeklindeki teklifinde bulunduğu zaman niyeti Allah’ın hükümlerini yürürlükte kılmak, hak ve adaleti tesis etmek ve tüm rasüller gibi görevini icra etmek üzere iktidar fırsatı kollamaktı. Yoksa tahta geçmeyi, saltanat sevdası için yahut dünyevi arzularını ve hırslarını tatmin için istememişti. Böylece bir talepte bulundu; çünkü bu işi icra edebilecek bir başkasının bulunmadığını gayet iyi biliyordu.”
İşin açıkçası yukarıdaki soru en önemli ve temel meseleye götürmektedir: Yusuf Allah Rasulü müydü, değil miydi? Eğer öyle idiyse Kur’an nasıl oluyor da tağuti prensiplerle işleyen bir küfür düzenine hizmet edebilen (sözde Hz. Yusuf (a.s) böyle yapmıştır!) bir peygamber tipinden söz ediyor? Hatta daha da önemli bir soruya varıyoruz: O sadık bir kimse miydi, değil miydi? Eğer öyleyse, nasıl oluyor da hakimiyetin Allah’a değil de, krala ait olduğu teorisini (güya) pratikte uygulayabiliyor, oysa zindandayken “hükmün yalnızca Allah’a ait olduğunu” (ayet, 40) söylememiş miydi? Ve eğer kimilerinin sandığı gibi o başvurusunu krala hizmet için sunmuşsa, bu demektir ki hapisteyken şu söylediklerine ilkece aykırı bir iş yapmış demektir: “Hangisi daha hayırlı, çeşit çeşit tanrıları mı, yoksa tek bir kadir-i mutlak Allah mı?” Madem ki Mısır kralı halkın ittihaz ettiği “tanrılar”dan bir tanrıdır; o halde İslami bir hukukla yönetilen gayri islami bir düzenin yönetim işini üstlenmeyi, bu konuda hizmet vermeyi teklif etmesi Hz. Yusuf (a.s) için Rabbiyle kralı müsavi tutmak olmuyor muydu? Böyle bir durumda sözkonusu yorumcuların Yusuf’a biçtiği yer ne olacaktır?
Doğrusu bu ayeti böyle yorumlayan müslümanların Hz. Yusuf’un (a.s) manevi şahsını olmayacak derekelere düşürmeleri tam bir saçmalıktır. Bu durumlarıyla kendileri, bozulma dönemlerinde Yahudilerin geliştirdikleri zihniyetin bir benzerine saplanmış olmaktadırlar. Ahlak ve maneviyatları çökmeye başladığında Yahudiler kendi düşük karakterlerini haklı göstermek ve daha da alçalmaya mazeret kotarmak için nebi ve velilerini düşük karakterli insanlar olarak resmetmeye başlamışlardı. Aynı şekilde gayri müslim hükumetlerin yönetimi altına giren kimi müslümanlar, bu yönetime hizmet etmek istemişler fakat, İslam’ın talimatı ve müslüman atalarının sergilediği örnekler önlerine dikilmiş ve utanmışlardı. Bu yüzden şuurlarını pasif hale getirmek suretiyle bu ayetin hakiki anlamından sarf-ı nazar ettiler ve peygamberin gayri İslami kanunlarla yönetilen bir ülkenin gayri müslim yöneticisine hizmet etmek azmiyle memuriyet peşine düştüğü şeklinde saptırdılar. Oysa peygamberin kendi kıssası bize öyle bir hisse vermede ki, tek bir müslümanın bile yalnız başına, İslami safvetiyle imanı, aklı ve hikmetiyle tüm bir ülkede İslami bir inkılab oluşturabileceğini; gerçek bir müminin, ahlaki seciyesini gerektiği gibi kullanarak, bütün bir ülkeyi ordusuz, cephanesiz ve donanmasız fethedebileceğini öğretmektedir.