sohbetlerözlü sözleryazarlarmakalelervideolartefsir derslerikavram derslerimedaricus salikin

EBU’L A’LÂ MEVDUDİ’NİN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA ABESE SURESİ (GİRİŞ)

EBU’L A’LÂ MEVDUDİ’NİN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA ABESE SURESİ (GİRİŞ)
05.06.2023
442
A+
A-

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM

Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah(Celle Celaluhu)’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.

ABESE SURESİ
GİRİŞ
Adı: Surenin ilk kelimesi (Abese) bu sûrenin adı olmuştur.
Nüzul zamanı: Bu sûrenin esbab-ı nüzulu hakkında görüş bildiren müfessir ve muhaddisler, aşağıda zikredilen hâdisenin bu sûrenin nüzuluna neden olduğu konusunda ittifak etmişlerdir.
Birgün Rasûlullah (s.a) Mekke’nin ileri gelenlerine İslâm’ı tebliğ ediyor ve onları ikna edebilmek için oldukça gayret sarfediyordu.. Bu sırada bir âmâ olan Hz. İbn Ummu Mektum (r.a) çıkagelerek, Rasûlullah’tan (s.a.) İslâm hakkında bilgi vermesini istedi. Rasûlullah (s.a) ise, Ummu Mektum’un araya girmesinden hoşlanmayarak yüzünü çevirdi ve bu olay üzerine de Abese Sûresi nazil oldu. Şu nedenlerden ötürü, bu sûrenin nüzul zamanını tespit etmek bizim için kolay olmuştur.
Birincisi, İbni Kesir bu konuyu izah ederken, Ummu Mektum (r.a) için ‘Mekke’de İslâm’ı ilk kabul edenlerdendi’; İbn Hacer de, ‘Hz. Ummu Mektum (r.a) ilk Müslümanlardandır’ demektedirler.
İkincisi, bazı hadîslere göre, o vakitlerde Ummu Mektum (r.a) hâlâ müslüman olmamıştı ama Hakk’a susamış biri olarak İslâm’a sempati duyuyordu. Zaten Rasûlullah’a (s.a) gelişinin nedeni de buydu. Hz. Aişe’nin (r.a) açıklamasına göre Ummu Mektum (r.a) , “Ya Rasûlullah, (s.a.) bana doğru yolu göster” demiştir. (Tirmizi, Hakim, İbni Hibban, İbn Cerir, Ebu Yâlâ) Hz. Abdullah İbn Abbas’tan (r.a) rivayet edildiğine göre ise, Ummu Mektum (r.a) Kur’an’ın bir ayetinin anlamını sormak istediğinde, “Ya Rasûlallah! Allah’ın (c.c.) sana öğrettiklerinden bana da öğret” demiştir. (İbni Cerir, İbn Ebî Hatim)
Bu açıklamalar Hz. Ummu Mektum’un (r.a) Hz. Muhammed’i (s.a) Allah’ın (c.c.) Rasûlü olarak kabul ettiğini göstermektedir. Başka bir görüşü temsil eden İbni Zeyd Surenin 3. ayetini (Ne bilirsin belki de o arınacak?) “Ne bilirsin belki de o İslâm’ı kabul edecek?” şeklinde anlıyordu. Nitekim Allah (c.c) , ‘Ne bilirsin belki de o arınacak? Yahut öğüt alacak ta öğüt kendisine yarayacak’ ve ‘Fakat koşarak sana gelen, korkarak gelmişken sen onunla ilgilenmiyorsun.’ ayetlerini inzal etmiştir. Bu ayetler Ummu Mektum (r.a) ‘ın içinde şiddetli bir isteğin olduğuna işaret etmektedir. Yine Hz. Muhammed’in (s.a) hidayetin kaynağı olduğuna ve kendisinin de hidayeti ancak onun yardımıyla bulabileceğine inanmış olduğu aşikârdır. Onun bu hâli kendisine tebliğ yapıldığı takdirde, bu tebliğden istifade edeceğine delâlet etmektedir.
Üçüncüsü, Rasûlullah’ın (s.a) yanında o zaman Utbe, Şeybe, Ebu Cehil, Ümeyye bin Halef, Ubbi bin Halef gibi İslâm’ın en şiddetli düşmanları vardı. Bunlar bize Rasûlullah’ın (s.a) kâfirlerle ilişkisinin tamamen kesilmediğini ve onlarla hâlâ görüştüğünü göstermektedir. Böylece Abese Suresi’nin İslâm’ın ilk devirlerinde nâzil olduğunu anlıyoruz.
Konu: Surenin ilk ayetlerinden, Allah Teâlâ’nın, Hz. Muhammed’i (s.a) bir âmâya önem vermeyip, Mekke’nin ileri gelenlerine yöneldiği için azarladığı anlaşılmaktadır. Ancak sûrenin tümü birlikte müteâlâ edildiğinde, bu azarlamanın hedefinin Mekke’nin ileri gelen kâfirlerinin olduğu anlaşılır. Bu kâfirler Rasûlullah’ın (s.a) tebliğ ettiği Hakk’ı nefretle reddediyorlar ve büyüklenerek, inatla Hak’tan yüzçeviriyorlar. Ayrıca sûrede Rasûlullah’ın (s.a) tebliğinde eksik bıraktığı yönlere değiniliyor. Çünkü Rasûlullah (s.a) tebliğinin başlangıcında her ihlâslı davetçi gibi, “Eğer Mekkeli ileri gelenler İslâm’ı kabul edecek olurlarsa İslâm daha çabuk yayılma imkânı bulur, fakat özürlü bir insanın topluma pek tesiri olamayacağından dolayı, İslâm’ın yayılışına fazla katkısı olmaz” şeklinde düşünüyordu. İşte bu nedenlerden ötürü Rasûlullah (s.a) Mekke’nin ileri gelenlerini ikna edebilmek için daha çok gayret gösteriyordu. Ancak bu, hâşâ Rasûlullah’ın (s.a) zenginlere daha fazla hürmet ve tazimde bulunduğu, fakir ve özürlü kimseleri ise hor gördüğü anlamına gelmez. Allah (c.c) daha vahyin ilk nazil olduğu dönemlerde, Rasûlü’nü bu tür bir tebliğ tarzının yanlış olduğu konusunda uyarmıştır.
Dolayısıyla İslâm için önemli olan o kimselerin Hakk’a susamışlığıdır, fakir ya da özürlü olmaları değil. Hak’tan yüzçeviren bir kimse ne kadar değerli, tahsilli olursa olsun ve topluma tesiri ne kadar çok olursa olsun onun İslâm nazarında hiçbir değeri yoktur. İşte bundan ötürü, fark gözetmeksizin herkese İslâm’ı tebliğ et ve o kimselerin Hakk’ı kabul etmelerinin daha önemli olduğunu aslâ unutma! Senin gibi yüce bir makamda bulunan bir davetçiye böyle bir tavır yakışmaz. Sen o kafirlere bu kadar çok önem verirsen, büyüklenirler ve onlar sana değil sen onlara muhtaçsın zannederler.
Surenin 10. ayetine kadar bu konu üzerinde durulmuştur. 17. ayetle birlikte ise, Rasûlullah’ın (s.a) davetine karşı koyan Mekkeli müşriklere doğrudan doğruya hitap edilmektedir. Ayetler onları, kendilerini yaratan ve rızk veren Allah’a (c.c) karşı geldikleri ve O’nun elçisini yalanladıkları için kınıyor. Surenin sonunda da, bu davranışlarından ötürü kıyamet gününde dehşetli bir sonla karşılaşacakları hatırlatılarak tehdit ediliyor.

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.