sohbetlerözlü sözleryazarlarmakalelervideolartefsir derslerikavram derslerimedaricus salikin

EBU’L A’LÂ MEVDUDİ’NİN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA AHZAB SURESİ 20. ve 24. AYETLER

EBU’L A’LÂ MEVDUDİ’NİN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA AHZAB SURESİ 20. ve 24. AYETLER
13.12.2021
889
A+
A-

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM

Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.

20- Onlar (münafıklar, düşman) birliklerinin gitmediklerini sanıyorlardı. Eğer (askeri) birlikler gelecek olsa, çölde bedevi-Araplar arasında olup sizin haberlerinizi (ordan) sormayı cidden arzu ediyorlardı. Fakat içinizde olsalardı ancak pek az savaşırlardı.
21- Andolsun, sizin için, Allah’ı ve ahiret gününü umanlar ve Allah’ı çokça zikredenler için Allah’ın Resulünde(34) güzel bir örnek vardır.(35)
22- Mü’minler(36) (düşman) birliklerini gördükleri zaman ise (korkuya kapılmadan) dediler ki: “Bu, Allah’ın ve Resulü’nün bize vadettiği şeydir; Allah ve Resulü doğru söylemiştir.”(37) Ve (bu,) yalnızca onların imanlarını ve teslimiyetlerini arttırdı.(38)
23- Mü’minlerden öyle erkek-adamlar vardır ki, Allah ile yaptıkları ahide sadakat gösterdiler; böylece onlardan kimi adağını gerçekleştirdi, kimi de beklemektedir.(39) Onlar, hiç bir değiştirme ile (sözlerini) değiştirmediler.
24- Çünkü Allah, (sözüne bağlı kalıp doğru olan) sadıkları sadakatlerinden dolayı mükâfatlandıracak, münafıkları da dilerse azablandıracak veya tevbe (nasib edip tevbe) lerini kabul edecektir. Hiç şüphe yok Allah, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir.

AÇIKLAMA

34. Bu ayetin geçtiği konunun bütünlüğü içinde bakıldığında, Hz. Peygamber’in (s.a) davranışlarının ve hayat tarzının bir örnek model olarak sunulmasının amacının, Hendek Savaşı sırasında kişisel çıkarlarını ve güvenliklerini düşünerek hareket eden kimselere bir ders vermek olduğu görülür. Onlara şöyle denilmektedir. “Siz mümin ve Müslüman olduğunuzu ve Allah Rasûlü’ne (s.a.) tabi olduğunuzu iddia ettiniz. Tabi olduğunuzu iddia ettiğiniz Rasûlün bu olayda nasıl davrandığını görmüş olmalısınız. Eğer bir grubun lideri kişisel güvenliği peşinde koşan, tembel, kişisel çıkarlarını herşeye tercih eden, tehlike anında her an kaçmaya hazır olan bir kimse ise, ona tabi olanların da böyle zayıflıklar göstermeleri beklenebilir. Hz. Peygamber (s.a) ise başkalarına emrettiği her iş ve yüke başkalarıyla birlikte katlandı. Hatta onlardan daha fazlasını yaptı. Başkalarının yaşayıp da onun hariçte kaldığı hiçbir güçlük yoktu. O, diğer müminlerle birlikte hendeği kazan, açlık ve diğer zorluklara göğüs gerenlerin yanında ve içindeydi. O, kuşatma sırasında savaş alanından bir an olsun ayrılmadı ve bir adım bile geri çekilmedi. Beni Kurayza’nın ihanetinden sonra, diğer Müslümanların aileleri gibi onun ailesi de tehlike ile karşı karşıya kalmıştı. O, kendisi ve ailesi için özel koruma tedbiri almamıştı. O, başkalarından istediği fedakârlıkların en büyüğünü ortaya koyabilmek için savaş alanında daima en ön saflarda yeralıyordu. O halde, ona tabi olduğunu söyleyen herkes, bu önderin ortaya koyduğu örnek davranışa da tabi olmalıydı.”
Bu, ayetin bu çerçeve içinde ele alındığında ortaya çıkan manadır. Fakat ayetin sözleri geneldir ve sadece bu manaya hasretmenin bir anlamı yoktur. Allah, Rasûlü’nun (s.a) hayatının sadece bu anlamda örnek model olduğunu söylememekte, bilakis mutlak bir örnek olduğunu bildirmektedir. O halde bu ayet, Müslümanların hayatlarının her yönünde Allah Rasûlü’nü bir örnek model kabul etmelerini ve kişilik ile karekterlerini bu modele göre şekillendirmelerini gerektirir.

35. Yani, “Hz. Peygamber’in (s.a) hayatı Allah’tan gafil olan kimse için değil, bilakis Allah’ı sadece zaman zaman değil devamlı ve çok anan kimseler için bir örnek modeldir. Aynı şekilde onun hayatı, Allah’tan ümidi kesen ve kıyametin kopacağına inanmayan kimseler için değil, bilakis Allah’ın rahmet ve lütfundan ümitli olan ve akibetinin, bu dünyada iken kişilik ve davranışlarının ne derece Allah Rasûlü’nün kişilik ve davranışlarına benzediği hükmüne bağlı olacağı bir Hüküm Günü’nün geleceğinden emin olan kimseler için örnektir.”

36. Hz. Peygamber’in (s.a) örnek hayatına dikkat çektikten sonra Allah (c.c) , şimdi de onun ashabını örnek olarak vermektedir ki, mümin olduğunu iddia eden yalancılarla Allah Rasûlü’ne (s.a.) gerçekten tabi olanlar arasındaki fark meydana çıksın. Her iki grup da dıştan inanmış göründüğü, Müslüman sayıldığı ve namazlara katıldığı halde, denenme zamanı geldiğinde bu iki grup birbirinden ayrılır ve kimlerin Allah ve Rasûlü’ne (s.a.) gerçekten bağlı olduğu, kimlerinse sadece ismen Müslüman olduğu ortaya çıkar.

37. Burada, 12. ayet gözönünde bulundurulmalıdır. Orada, münafıklar ve kalplerinde hastalık bulunanların, on-oniki bin kişilik büyük bir ordu tarafından sarıldıklarını ve Beni Kurayza’nın da arkadan saldırıya hazır olduğunu gördüklerinde açıktan şöyle dedikleri belirtilmişti: “Allah ve Rasûlü’nün bize verdiği sözler aldatmacadan başka bir şey değilmiş. Bize, eğer Allah’ın Dini’ne inanırsak, O’nun yardım ve desteğinin hep arkamızda olacağına, bütün Arabistan’ı ve diğer ülkeleri yöneteceğimize, Sezar ile Kisra’nın bütün servetlerinin bizim olacağına dair söz verilmişti. Oysa bakın şimdi bütün Arabistan bizi yok etmeye gelmiş ve bizi bu felaketten kurtaracak melek ordusundan hiçbir eser de yok.” Şimdi onlara şöyle denmektedir: “Allah ve Rasûlü’nün verdiği sözün bir anlamı, bu mümin olduğunu iddia eden yalancıların anladığıydı. Diğer anlamı ise samimi ve gerçek müminlerin anladığıydı. Onlar da bu toplanan tehlikeyi gördüklerinde Allah’ın va’dini hatırladılar. Fakat bu va’dler, onlar mümin olduklarını söyledikleri anda, hiç çaba sarfetmeksizin bütün dünyaya galip gelecekleri ve meleklerin gelip onların yapması gereken işi yapacağı anlamına gelmiyordu. Bilakis bu va’dler, onların çok şiddetli sınavlardan geçirilecekleri, büyük tehlike ve zorluklar yaşayacakları, fedakârlıklarda bulunacakları ve işte ancak o zaman Allah’ın onlara lütfunu bahşedeceği ve Allah’ın inanan kullarına vadettiği hem dünya hem ahiret saadet ve başarısına ulaşacakları anlamına geliyordu.

“Yoksa siz, sizden önce geçenlerin durumu başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Onlara öyle yoksulluk ve sıkıntı dokunmuştu, öyle sarsılmışlardı ki, nihayet peygamber ve onunla birlikte inananlar: “Allah’ın yardımı ne zaman?” diyecek olmuşlardı. İyi bilin ki Allah’ın yardımı yakındır.” (Bakara: 214)

“İnsanlar yalnız ‘inandık’ demekle hiç sınanmadan bırakılacaklarını mı sandılar? Andolsun ki biz onlardan öncekileri sınadık. Elbette Allah doğruları bilecek, yalancıları da bilecektir.” (Ankebut: 2-3) .

38. Yani, “Onlar zor dönemlerin geldiğini gördüklerinde, imanlarında tereddüt etmediler, bilakis imanları daha da güçlendi ve onlar Allah’a itaati bırakmak yerine, tam bir kararlılık ve samimiyet içinde herşeylerini Allah yolunda feda edip, O’na teslim olmayı tercih ettiler.”

Burada iman ve tevekkülün, dinin her emir ve isteğinde denemeye tabi tutulan nefsin bir niteliği olduğuna dikkat edilmelidir. Hayatın her safhasında insan, dinin bir şey emrettiği veya yasakladığı, veya kişiden hayatını, servetini, zamanını ve kişisel arzularını feda etmesini istediği durumlarla karşı karşıya gelir. Bu tür durumların her birinde itaatten sapan kişinin iman ve itminanı azalır, emre itaat eden kişinin iman ve itminanı ise artar ve güçlenir. Kişi başlangıçta sadece İslâm’ın temel akidesini kabul ederek (Kelime-i şehadet) Müslüman ve mümin olabiliyorsa da, onun iman durumu sabit kalmaz, bilakis gerilemeye veya ilerlemeye müsaittir. Samimiyet ve itaat ruhundaki bir azalma, imanın gerilemesine neden olur, öyle ki bu sürekli gerileme kişiyi, ufacık bir hareketinde müminlikten münafıklığa geçeceği bir uç sınıra getirebilir. Bunun aksine bir kimse ne kadar çok samimi ise, onun itaati o kadar mükemmel, din yoluna bağlılık ve fedakarlığı o kadar büyük olacak, imanı da o denli artıp sadıklar derecesine yükselebilecektir. Fakat imandaki bu artma ve azalma sadece manevi bir olaydır ve sadece Allah tarafından tespit edilip hüküm verilebilir. İnsanlar içinse iman, bir Müslümanın İslâm’a girdiğini söylerken yaptığı şehadettir ve kişi bu şehadetinde sebat ettikçe Müslüman sayılır. Bu hususta, falanca kişinin yarı Müslüman olduğunu, falancanın üçte bir, bir diğerinin iki kat, ötekinin üç kat Müslüman olduğunu söyleyemeyiz. Aynı şekilde hukukî işlemlerde bütün Müslümanlar aynı ve eşittir. Bir kimseye daha fazla imanı olduğu için fazla hak, bir diğerine az imanlı olduğu için daha az hak verilmesi imkansız bir şeydir. Bu yönlerden imanın azlığı veya çokluğu sözkonusu değildir ve işte bu anlamda İmam Ebu Hanife: “İslâm’da iman eksilip artmaz.” demiştir. Bkz. Enfal an: 2, Feth an: 7.

 

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.