EBU’L A’LÂ MEVDUDİ’NİN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA AHZAB SURESİ 6. ve 8. AYETLER
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
6- Peygamber, mü’minler için kendi nefislerinden daha evladır(12) ve onun zevceleri de onların anneleridir.(13) Rahim sahipleri (akrabalar) de, Allah’ın Kitabında birbirlerine öteki mü’minlerden ve muhacirlerden daha yakındır. Ancak dostlarınıza maruf üzere yapacaklarınız başka;(14) bunlar Kitapta yazılmış bulunmaktadır.
7- Hani biz peygamberlerden kesin sözlerini almıştık; senden, Nuh’tan, İbrahim’den, Musa’dan ve Meryem oğlu İsa’dan. Biz onlardan sapasağlam bir söz almıştık.(15)
8- Doğru olanlara doğruluk (ve bağlılık) larını (Allah’ın) sorması için.(16) Kâfirlere ise acıklı bir azab hazırlamıştır.(17)
AÇIKLAMA
12. Yani, “Hz. Peygamber’in (s.a) Müslümanlarla, Müslümanların da Hz. Peygamber’le (s.a) olan ilişkileri, diğer insan ilişkilerinin ötesinde yüce bir özelliğe sahiptir. Hz. Peygamber’le (s.a) müminler arasındaki bu ilişki ile karşılaştırılabilecek başka hiçbir ilişki yoktur. Hz. Peygamber müminlere, ailelerinden, hatta kendi nefislerinden bile daha müşfik, yumuşak ve merhametlidir. Aileleri, eşleri ve çocukları onlara zarar verebilir, onlara bencilce davranabilir, onları yanıltabilir, onların hata ve günah işlemelerine neden olabilir ve onları cehenneme sürükleyebilirler.
Fakat Peygamber (s.a) başkadır: O, sadece müminleri ebedi saadet ve huzura yöneltecek davranışlarda bulunur. Müminler kendi felaketleri ile sonuçlanan hatalar işleyebilirler, fakat Hz. Peygamber (s.a) onlar için sadece iyi ve hayırlı olanı diler. Durum böyle olduğuna göre, Hz. Peygamber’in (s.a) müminler tarafından ailelerinden, çocuklarından, hatta kendi nefislerinden bile önde tutulmaya hakkı vardır. Müminlar, onu dünyadaki herkesten, herşeyden daha çok sevmeli; onun seçim ve hükmünü kendilerinkine tercih etmeli ve onun verdiği her emre boyun eğmelidir.
Buhari ve Müslim’in değişik lafızlarla rivayet ettikleri bir hadiste Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur: “Hiç biriniz, ben kendisine, babasından, çocuklarından ve bütün insanlardan daha sevgili olmadıkça gerçek bir mümin olamazsınız.”
13. Yukarıda değinilen özel ilişki nedeniyle Hz. Peygamber’in (s.a.) eşleri müminlere gerçek anneleri gibi haramdır, yani onlarla evlenemezler. Bu durum sadece Peygamber’e (s.a.) mahsus bir durumdur.
Bu hususta, Hz. Peygamber’in hanımlarının Müslümanların onlara saygı göstermesi ve hiçbir Müslümanın onlarla evlenememesi anlamında müminlerin anneleri olduğuna dikkat edilmelidir. Diğer meselelerde müminlerin kendi anneleri gibi değildirler. Mesela, gerçek akrabaları dışında bütün Müslümanlar onlara namahremdir, yani onların yanında tesüttürlü bulunmalıdırlar. Peygamber’in (s.a) eşlerinin kızları müminlerin gerçek kızkardeşleri gibi değildir, yoksa hiçbir Müslüman onlarla evlenemezdi. Onların kız ve erkek kardeşleri müminlerin teyze ve dayıları gibi de değildir. Gerçek akrabası olmadıkça hiç kimse Peygamber’in (s.a) eşlerine varis olamaz.
Bu hususta dikkati çeken bir nokta da, Kur’an’a göre bu statünün Hz. Aişe (r.a) dahil peygamber’in (s.a) bütün eşlerini kapsıyor olmasıdır. Fakat (Müslümanlardan) bir fırka, Hz. Ali’yi, Hz. Fâtıma’yı (r.a) ve onların çocuklarını imanlarının merkezi yaptıklarında, bütün dini onların etrafında bina ettiklerinde ve Hz. Aişe (r.a) dahil birçok sahabeyi bir alay ve lanet hedefi kıldıklarında, bu ayet onlara bir engel teşkil etmektedir. Çünkü bu ayete göre Müslüman olduğunu söyleyen herkes Hz. Aişe’yi (r.a) annesi olarak kabul etmek zorundadır.
Bu yüzden bu zorluğu çözümlemek amacıyla çok garip bir iddia öne sürülmüştür: Hz. Peygamber (s.a) , Hz. Ali’ye (r.a) , ölümünden sonra eşlerini boşama veya müminlerin annesi pozisyonunda bırakma yetkisi vermişti. Ebu Mansur Ahmet bin Ebu Talib Tebrizî, bunu Kitab’ül-İhticac adlı eserinde yazmış ve Süleyman bin Abdullah el-Behrâni, Hz. Peygamber’in (s.a) , Hz. Ali’ye (r.a) şöyle dediğini rivayet etmiştir: “Ey Ebu’l-Hasan; bu şeref, biz Allah’a itaatte sebat ettiğimiz sürece devam edecektir. Bu nedenle, benden sonra sana karşı gelerek Allah’a isyan eden eşlerimden dilediğini boşayabilir ve onu müminlerin annesi olma şerefinden mahrum bırakabilirsin.”
Bu hadis, isnad kurallarına göre bile uydurma bir hadistir. Fakat bu surenin 28-29 ve 51-52 ayetleri incelendiğinde, bu hadisin Kur’an ayetlerine de muhalif olduğu görülür. Çünkü “muhayyerlik” ayetinin (an.29) nüzulünden sonra, artık Hz. Peygamber’in (s.a) her tür zorluğa rağmen kendisiyle kalmayı seçen eşlerinden herhangi birini boşama hakkı yoktur. Ayrıntılı açıklama için bkz. yukarıda an:42 ve aşağıda an:93.
Bunların yanısıra, eğer önyargısız bir kimse hadisi dikkatle incelerse, hadisin çok saçma ve Peygamber’in (s.a) şahsiyetini alçaltıcı nitelikte olduğunu anlar. Allah’ın Rasûlü’nün (s.a) derece ve pozisyonu çok yücedir. Sıradan bir insana bile ölümden sonra karısını boşamayı düşünmesi ve eşiyle onun arasında bir anlaşmazlık çıktığında yeğenine eşini boşama hakkı ve yetkisi vermesi yakıştırılamaz. Bu da, bu fırkaların Ehli Beyt’in Hz. Peygamber’in (s.a) , hatta İlahi Kanun’un şeref ve saygınlığı konusunda ne düşündüklerini göstermektedir.
14. Ayet şu anlama gelir: Peygamber (s.a) için Müslümanların onunla ilişkileri eşsiz bir niteliğe sahiptir. Fakat sıradan Müslümanlar sözkonusu olduğunda, onların arasında ilişki, akrabalık ilişkilerinin diğer ilişkilerden önce gelmesi ilkesine dayanır. Eğer kişi kendi ailesinin, çocuklarının, kız ve erkek kardeşlerinin ihtiyaçlarını görmezden gelir ve başkalarına sadaka verirse, bu sadaka doğru değildir. Zekât da ilk planda fakir akrabalara, daha sonra diğer fakir ve muhtaçlara verilir. Miras, ölenle akrabalığı bulunan yakınlar arasında paylaştırılır. Diğer kimselere ise ölen kişi, hediye olarak servetinden bir miktar verebilir. Fakat ölenin hiçbir şekilde, kendi akrabalarını mahrum bırakıp herşeyini başkalarına verme hakkı yoktur.
Bu ilahi emirden sonra hicreti müteakip Muhacirlerle Ensar arasında kurulan “kardeşlik” müessesi de ortadan kalkmıştır. Çünkü bu müesseseye göre Muhacir ve Ensar, bu iman kardeşliğine dayanarak birbirlerinin varisi olabiliyorlardı. Allah, mirasın sadece kan bağı ilkesine dayanılarak paylaştırılmasını emretmiştir. Bununla birlikte bir kimse iman kardeşine dilerse hediye olarak yardımda bulunabilir.
15. Allah, bu ayetle diğer peygamberlerden aldığı gibi Hz. Peygamber’den (s.a) de sağlam ve güvenli bir söz aldığını hatırlatmaktadır. Bir önceki ayet incelendiğinde bu misakın şu anlama geldiği anlaşılır: “Peygamber ilk planda kendisî Allah’tan gelen her emre uyup itaat etmeli, daha sonra da başkalarını bu emre uymaya çağırmalıdır. O, Allah’ın emirlerini diğerlerine aktaracak ve onları uygulamada zorlama konusunda hiçbir gevşeklik göstermeyecektir.” Bu ahde, Kur’an’da daha bir çok yerde değinilmektedir:
1) “Allah Nuh’a buyurduğu şeyleri size din olarak buyurmuştur. (Ey Muhammed) şimdi sana da vahyettik. İbrahim’e, Musa’ya ve İsa’ya buyurduk ki: ‘Dini ikame edin, onda ayrılığa düşmeyin’.” (Şura: 13)
2. “Hani Allah Ehli Kitap’tan ahid almış ve onlara: “Onu insanlara açıklayacaksınız ve gizlemeyeceksiniz.” diye emretmişti.” (Al-i İmran: 187)
3) “Hani Allah İsrailoğulları’ndan söz almıştı: ‘Allah’tan başkasına kulluk etmeyin…” (Bakara: 83)
4) “Onlardan ‘Size verdiğimiz kitaba sıkıca sarılın, içinde olanı düşünün ki kötü yollardan sakınanlardan olasınız.’ diye ahid almıştık.” (A’raf: 169-171) .
5. “Allah’ın size olan nimetini hatırlayın ve “işittik, itaat ettik” diye söz verdiğinizi unutmayın.” (Maide: 7)
Burada Allah’ın yapılan ahdi hatırlatmasının nedeni, Hz. Peygamber’in (s.a) bir cahiliye adeti olan evlatlık kurumunu kaldırmakla İslam düşmanlarının bundan yararlanacağından korkarak tereddüt etmesidir. Şu düşünceden çekiniyordu: “Mesele, bir kadınla evlenme meselesi. Ben bu meseleyi sadece sosyal bir reform olarak ele alıyorum. Fakat islâm düşmanları benim bunu şehevî duygularımı tatmin etmek için yaptığımı ve ıslahatçı kisvesi altında başkalarını kandırdığımı söyleyecekler.” işte bu nedenle Allah, Peygamber’i (s.a) şöyle temin etmektedir:
“Sen bizim tarafımızdan tayin edilmiş bir peygambersin. Diğer peygamberler gibi sen de, bizim verdiğimiz her emre uyacağına dair verdiğin sağlam söze bağlısın. Bu nedenle başkalarının iftira ve suçlamalarına aldırmamalı, başkalarının alaylarından korkmamalı ve senden istediğimizi hiç tereddüt etmeksizin yerine getirmelisin.”
İnsanlardan bazıları bu misakın (sağlam söz) , Hz. Muhammed’den (s.a) önce gelen bütün peygamberlerden ve onların kavimlerinden, Hz. Muhammed’in (s.a.) peygamberliğine inançlarına ve onunla işbirliği yapacaklarına dair alınan ahid olduğu görüşündedirler. Bu yoruma dayanarak, peygamberlik kapısının hâlâ açık olduğunu ve Hz. Peygamber’in (s.a) de, ümmetinin kendisinden sonra gelecek peygambere inanacağına dair söz verdiğini iddia ederler. Fakat ayetin geçtiği konunun bütünlüğü içinde bakıldığında bu tefsirin tamamen yanlış olduğu anlaşılmaktadır. Konu içinde Hz. Muhammed’den sonra peygamber geleceğine ve onun ümmetinin gelecek peygambere inanması gerektiğine işaret eden hiçbir ifade yoktur. Eğer ayet bu anlamda okunursa, ilgisiz ve manasız olmaktadır. Bundan başka, ayette geçen sözlerde bu misak ile hangi sözleşmenin kastedildiğine dair bir işaret de yoktur. O halde, bu misakın (sağlam söz) mahiyetini anlayabilmek için Kur’an’da, peygamberlerden alınan sözlere değinen diğer ayetlere bakmalıyız. Eğer Kur’an’da sadece bir tür misaktan, yani insanların daha sonra gelecek peygamberleri tasdik edeceklerine dair verdikleri sözden bahsediliyorsa, o zaman burada da misak ile aynı şeyin kastedildiğini düşünmek doğru olur. Fakat Kur’an’ı açık bir zihinle inceleyen herkes, Kur’an’da peygamberlerden ve ümmetlerinden alınan birçok farklı misaktan (sağlam söz) bahsedildiğini bilir. O halde bu birbirinden farklı misaklardan sadece burada konunun akışına uygun olanını ve konu içinde anlamsız kalmayanını kabul etmek zorundayız. Bu tür yanlış tefsirler, Kur’an’dan hidayet almayı değil, onu değiştirerek yorumlamayı amaçlayan kişilerin kafa yapısını göstermektedir.
16. Yani, “Allah sadece misak almakla kalmamıştır, bu söze ne kadar uyulduğunu da sorgulayacaktır. O zaman sadece Allah’a verdiği söze sadık kalanların sadık kullar oldukları açıklanacaktır.”
17. (1-8) ayetlerde bahsi geçen konunun iyi anlaşılabilmesi için bu ayetlerin, aynı surenin 36-41. ayetleri ile birlikte okunması gerekir.