EBU’L A’LÂ MEVDUDİ’NİN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA AHZAB SURESİ 67. ve 73. AYETLER
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
67- Ve dediler ki: “Rabbimiz, gerçekten biz, efendilerimize ve büyüklerimize itaat ettik, böylece onlar bizi yoldan saptırmış oldular.”
68- “Rabbimiz, onlara azabtan iki katını ver ve onlara büyük bir lanet ile lanet et.”(117)
69- Ey iman edenler,(118) Musa’ya eziyet edenler gibi olmayın; ki sonunda Allah onu, demekte olduklarından temize çıkardı. O, Allah katında vecihti.(119)
70- Ey iman edenler, Allah’tan korkup-sakının ve sözü doğru olarak söyleyin.
71- Ki O (Allah) , amellerinizi islah etsin ve günahlarınızı bağışlasın. Kim Allah’a ve Resulü’ne itaat ederse, artık o en büyük kurtuluşla kurtulmuştur.
72- Gerçek şu ki, biz emanetleri(120) göklere, yere ve dağlara sunduk da onlar bunu yüklenmekten kaçındılar ve ondan korkuya kapıldılar; onu insan yüklendi. Çünkü o, çok zalim, çok cahildir.
73- Şundan ki: Allah, münafık erkekleri ve münafık kadınları, müşrik erkekleri ve müşrik kadınları azablandıracak; mü’min erkeklerin ve mü’min kadınların da tevbesini kabul edecektir. Allah çok bağışlayandır, çok esirgeyendir.
AÇIKLAMA
117.Bu konuya Kur’an’da birçok yerde değinilmiştir. Mesela bkz. Araf: 187, Naziât: 42-46, Sebe: 3-5, Mülk: 24-27, Mutaffifin: 10-17, Hicr: 2-3, Fürkan: 27-29, Fussılet: 26-29.
118. Kur’an-ı Kerim’in bazı yerlerde gerçek Müslümanlara, bazı yerlerde münafıkların, zayıf imanlı Müslümanların ve müminlerin tümüne birden, bazı yerlerde de münafıklara “Ey iman edenler” diye hitap ettiğine dikkat edilmelidir. “Ey iman edenler” diye hitap edildiğinde bu hitapla onları utandırmak murad edilmektedir. “İman ettiğinizi söylüyorsunuz, fakat davranışlarınız ve amelleriniz bu iddianızı desteklemiyor.” Konunun akışı incelendiğinde nerede hangi gruba hitap edildiği hemen anlaşılabilir. Burada Müslümanlara hitap edilmektedir.
119. Başka bir deyişle şu anlama gelir: “Ey Müslümanlar, Yahudiler gibi davranmayın. Peygamberinize, İsrailoğullarının Musa’ya davrandıkları gibi davranmayın.” İsrailoğulları bizzat Musa’nın (a.s) kendilerine büyük nimetler verdiğini kabul ederler. Onların bir millet olarak kazandıkları ne varsa Musa (a.s) sayesinde olumuştur, aksi taktirde onlar Mısır’da, Hindistan’daki Shudra sınıfından daha kötü akibete uğrarlardı. Fakat İsrailoğullarının, kendilerine bunları sağlayan kimseye nasıl davrandıkları Kitab-ı Mukaddes’in şu bölümlerine bir göz atmakla anlaşılabilir: Çıkış: 5: 20-21, 14: 11-12, 16: 2-3, 17: 3-4; Sayılar, 11: 1-15, 14: 1-10, 16 (Babın hepsi) , 20: 1-5
Kur’an, İsrailoğullarının bu nankörlüğüne değinerek Müslümanları şöyle uyarmaktadır; “Muhammed’e (Allah’ın selamı onun üzerine olsun) böyle davranmaktan sakının, aksi takdirde Yahudilerin akibeti ile karşılaşırsınız.”
Hz. Peygamber (s.a) de bu konuya birçok def’a değinmiştir. Bir defasında, Allah Rasûlü (s.a) Müslümanlar arasında bazı malları paylaştırıyordu. İnsanlar paylaştırmadan memnun olmayınca içlerinden biri: “Muhammed, taksiminde Allah’ı ve ahiret gününü hesaba katmıyor”dedi. Hz Abdullah bin Mes’ud bunu duydu ve Hz. Peygamber’e (s.a) kendisi hakkında o gün söylenenleri haber verdi. Hz. Peygamber şu cevabı verdi: “Allah Musa’ya rahmet etsin. O bundan daha ağır suçlamalara maruz kalmış, fakat sabretmişti.” (Müsned-i Ahmed, Tirmizi, Ebu Davud)
120. En sonunda Allah insandan dünyadaki konumunun farkına varmasını istiyor. Eğer bu durumda insan dünya hayatını sadece oyun ve eğlence olarak kabul ediyor ve dikkatsizce yanlış bir tavır takınıyorsa, sadece kendi kötü akibetini hazırlıyor demektir.
Burada “emanet” kelimesi, Kur’an’a göre yeryüzünde insana verilen “hilafet” görevi yerine kullanılmıştır. İnsana isyan ve itaat etme seçeneğinin ve bu özgürlüğü kullanırken kendisine sayısız yaratık üzerinde hakim olma yetkisinin verilmesi kaçınılmaz olarak insanın yaptığı hareketlerden sorumlu olmasını ve iyi amelleri için mükafatlandırılıp, kötü amelleri için cezalandırılmasını gerektirir. İnsan bu güç ve yetkileri kendisi kazanmadığı gibi, bilakis bunlar kendisine Allah tarafından ihsan edildiği ve Allah’a bu güçlerin iyiye veya kötüye kullanılmasının hesabını vereceği için bunlar, Kur’an’ın başka yerlerinde hilafet, burada ise emanet olarak tanımlanmıştır.
Bu emanet’in ne kadar önemli ve ağır olduğu konusunda bir fikir verebilmak için Allah, göklerin ve yerlerin büyüklüklerine, dağların da sabitlik ve muazzam ölçülerine rağmen bu emaneti yüklenme güç ve cesaretini göstermediklerini bildirir. Fakat insan, zayıf ve cahil insan, bu ağır yükü üzerine almıştır.
Emanetin göklere ve yerlere teklif edilmesi ve onların bunun ağırlığından korkup kabul etmemeleri gerçekten vaki olmuş olabilir, ama mecazî olarak böyle söylenmiş olması da muhtemeldir. Bizler Allah’ın yaratıkları ile olan ilişkisini asla anlayıp kavrayamayız. Yeryüzü, güneş, ay ve dağlar, bize göre kör, sağır ve cansızdırlar, fakat Allah’a göre böyle olmayabilirler. Allah yarattıklarından hepsiyle konuşmaya kadirdir ve biz anlayamasak da yarattıkları O’na cevap verebilirler. O halde Allah’ın bu emaneti onlara sunmuş olması ve onların da bundan korkup çekinerek yaratıcıları ve Rablerine teslim olup şöyle demiş olmaları muhtemeldir:
“Rabbimiz, biz senin güçsüz kulların olarak kalsak bizim için daha iyi. Çünkü isyan etme yetki ve özgürlüğüne sahip olup onun hakkını vermeye ve hakkını veremediğimizde ise senin azabına çarptırılmaya casaretimiz yok.”
Aynı şekilde bu yaşadığımız hayattan önce Allah’ın insanlığa farklı bir yaratılış ve varlık vermiş ve onu kendi huzuruna çağırmış olması, insanın da isteyerek bu güç ve yetkileri kabul etmiş olması muhtemeldir. Bunun imkansız olduğunu iddia edebilecağimiz hiçbir delil ve dayanağa sahip değiliz. Ancak kendi zihni yetenek ve güçlerini tam anlamıyla kavrayamayan kimseler bunun imkansız olduğunu düşünebilirler.
Bununla birlikte Allah’ın bunları mecazî olarak ifade etmiş olması da mümkündür. Bu meselenin olağanüstü önemini vurgulayabilmek için, insanların gözünde kendi huzurunda bir tarafta gökler, yeryüzü ve Himalayalar gibi büyük dağların, diğer tarafta da 5-6 fit boyundaki insanın yeraldığı bir manzarayı canlandırmayı murat etmiş olabilir. Bu karşılaşmada Allah şöyle sormuştur:
“Yarattıklarımdan birine, benim mülkümün bir kulu olarak, dilerse üstünlüğümü kabul etme ve emirlerime itaat etme gücünü vermek istiyorum. Diğer taraftan bu yaratık beni inkar etme, hatta bana isyan etme gücüne de sahip olacaktır. Ona bu seçme özgürlüğünü verdikten sonra kendimi ondan sanki yokmuşum gibi gizleyeceğim. Bu özgürlüğünü kullanabilmesi için ona büyük güçler, sınırsız yetenekler ve kainatta istediğini yapabilmesi için sayısız yaratıklarım üzerinde hakimiyet hakkı vereceğim. Daha sonra onu belirli bir zamanda hesaba çekeceğim. Benim emanet ettiğim özgürlüğü kötüye kullanan kimse büyük ve acıklı bir azaba çarptırılacak; isyan etmesi için elinde birçok fırsat ve şans olduğu halde bana itaati seçen kimse ise yaratıklarımdan hiçbirinin ulaşamayacağı yüce makamlara ulaştırılacak. Şimdi söyleyin bakalım, hanginiz bu imtihanı yaşamaya hazırsınız?
Bunu duyunca bütün kâinat bir müddet için büyük bir sessizliğe gömülmüş olmalı. Daha sonra muhtemelen Allah’ın yarattığı büyük varlıklardan her biri huzura gelip secde etmiş ve bu şiddetli imtihandan bağışlanmaları için yalvarmışlardır. En sonunda bu zayıf yaratık kalkmış ve emaneti kabul etmiştir: “Rabbim, ben bu imtihana girmeye hazırım. İmtihanı geçtiğimde senin mülkünün en yüce makamının bana lütfedileceği ümidi ile bu seçme özgürlüğü ve bağımsızlıkta varolan bütün tehlikeleri göğüsleyeceğim.”
İnsan ancak böyle bir manzarayı gözü önünde canlandırarak, kâinatta ne kadar hassas bir konumda olduğunun farkına varabilir. Allah bu ayette imtihan alanında dikkatsiz bir hayat süren, ne kadar büyük bir yükü omuzladığının ve dünya hayatında bir davranış veya tavrı seçerken aldığı yanlış veya doğru kararların hangi sonuçlara yol açacağının farkında olmayan kimseleri “zalim ve cahil” olarak tanımlamaktadır. Böyle bir kimse cahildir, çünkü bu zavallı insan hiçkimseye hesap vermeyeceğini zannetmektedir; zâlimdir, çünkü kendi kötü akibetini ve kendisiyle birlikte daha nicelerin felaketini hazırlamaktadır.
AHZAB SURESİNİN SONU