EBU’L A’LÂ MEVDUDİ’NİN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA ANKEBUT SURESİ 46. ve 47. AYETLER
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
46- İçlerinde(80) zulmetmekte olanları hariç olmak üzere,(81) Kitap Ehliyle en güzel olan bir tarzın dışında mücadele etmeyin.(82) Ve deyin ki: “Bize indirilene ve, size indirilene iman ettik; bizim ilahımız da, sizin ilahınızda birdir ve biz O’na teslim olmuş olanlarız.”(83)
47- İşte biz sana böyle bir Kitap indirdik.(84) Bundan dolayı kendilerine Kitap verdiklerimiz ona iman etmektedirler.(85) Bunlar (putatapıcılar) dan da ona iman edecek olanlar vardır.(86) Küfre sapanlardan başkası bizim ayetlerimizi inkâr etmez.(87)
AÇIKLAMA
80. Surenin biraz daha ilerisinde müminlerin hicret etmeye teşvik edildiklerine dikkat edilmelidir. O dönemde Habeşistan, müslümanların hicret edebileceği tek emin yerdi ve o sıralarda hristiyan yönetiminde bir ülkeydi. Bu nedenle bu ayetlerde müslümanlara, öyle bir durumla karşılaştıklarında Kitab Ehliyle nasıl tartışacakları öğretilmektedir.
81. Yani, “Zulmedenlere karşı, işledikleri zulmün derece ve şekline göre daha değişik bir tavır takınılabilir. Başka bir deyişle kişi Hakk’a çağıranın zayıf pısırık olduğunu zannettirecek şekilde herkese, her zaman aynı yumuşaklık ve nezakette davranmamalıdır. İslâm, kendisine tabi olanların yumuşak huylu, nazik ve mutedil olmalarını ister, fakat onlara zalim ve günahkârların kendilerini hiç dikkate almayacakları şekilde zayıf ve pısırık olmalarını da söylemez.”
82. Yani, “Tartışma, karşıdaki kişinin fikirlerinin düzeltilebilmesi için medenî ve saygılı bir dilde ölçülü bir şekilde yapılmalıdır. Tebliğ eden kişinin asıl amacı, muhatabının kalbini uyandırmak, ona hakkı ulaştırmak ve onu doğru yola getirmek olmalıdır. O, tek gayesi karşısındakini yenmek olan pehlivan gibi davranmamalıdır. Daha çok, kendi yaptığı bir hatayla hastasının daha kötüye gitmemesi için çok dikkatli davranan ve onu mümkün olduğunca az sorun çıkararak iyileştirmeye çalışan bir doktor gibi olmalıdır. Bu talimat burada özellikle Kitab Ehli ile tartışmalar için verilmiştir, fakat bu dini tebliğ etme konusunda verilmiş genel bir talimattır ve Kur’an’ın birçok yerinde buna değinilmiştir. Mesela: “Ey Peygamber! Hikmetle ve güzel öğütle Rabbinin yoluna çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et.” (Nahl: 125) “İyilikle kötülük bir olmaz. Sen kötülüğü en güzel olan şeyle sav. O zaman seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki sıcak bir dost oluvermiştir.” (Fussilet: 34) “Ey peygamber! kötülüğü en güzel olanla sav. Biz onların nitelediklerini en iyi bileniz.” (Müminun: 96) “Ey Peygamber, af yolunu tut, iyiliği emret ve cahillerle lüzumsuz tartışmalardan sakın. Ne zaman şeytandan kötü bir düşünce seni dürtüklerse, Allah’a sığın.” (A’raf: 199-200)
83. Bu cümlelerde Allah bizzat, hak yol davetçilerinin takip etmesi gereken en iyi yolu göstermektedir. Bu metod şöyledir: “Karşıdaki insanın hatasını veya sapıklığını, tartışmanın temeli yapmayın, bilakis, karşınızdaki ile aranızda varolan ortak doğruları mücadeleye başlangıç noktası yapın. Yani tartışma, ihtilaflı noktalardan değil ortak ve üzerinde anlaşmaya varılmış noktalardan başlanmalıdır. Daha sonra üzerinde anlaşılan noktalardan yola çıkılarak muhataba sizin farklı olduğunuz noktaların, üzerinde anlaşılanlara uygun olduğu, onunkilerin ise bu noktalara aykırı olduğu anlatılmalıdır.
Bu bağlamda Kitab Ehlinin, Arabistan müşrikleri gibi vahy, peygamberlik ve tevhid gibi gerçekleri inkâr etmediğine, bilakis aynen müslümanlar gibi bu gerçeklere, inandıklarına dikkat edilmelidir. Bu temel noktalarda anlaştıktan sonra, aralarında ihtilafa neden olabilecek asıl mesele, müslümanların, Kitab Ehline indirilen kitaplara inanmadığı iddiasıdır.
Bundan sonra müsülmanlar Kitab Ehlini kendilerine indirilen Kitab’a inanmaya davet eder ve ona inanmazlarsa Kitab Ehlini kafir ilan edeceklerini söylerler. İşte bu çok güçlü bir ihtilafın temelini oluşturabilir. Fakat burada müslümanların konumu yine çok farklıdır. Onlar, Kitab Ehline indirilen bütün kitabların doğruluğuna ve Hz. Muhammed’e (s.a) indirilen vahye de inanırlar. Bundan sonra mesele, Kitab Ehlinin Allah tarafından gönderilen kitaplardan bir kısmına inanıp diğerine inanmamaları konusunda açıklama yapmalarına bağlanır. İşte bu nedenle Allah burada müslümanlara, Kitab Ehli ile tartışacaklarında ilk önce meselenin olumlu yönlerini ele almalarını emretmektedir. “Onlara de ki: Tanrımız ve tanrınız birdir ve biz O’na teslim olanlarız. Biz, size indirilmiş olsun, bize indirilmiş olsun O’ndan gelen bütün emir ve talimatlara boyun eğdik. Biz bir ülkeye, bir topluluğa veya bir ırka itaat eden kimseler değiliz ki, bir yere indirildiğinde Allah’ın emirlerine itaat edelim de başka bir yere indirildiğinde inkâr edelim: Biz ancak Allah’a itaat eden kullarız.” Bu mesele Kur’an’ın birçok yerinde ele alınmıştır. Özellikle Kitab Ehlinden bahsederken daha da şiddetli vurgulanmıştır. Bkz. Bakara: 4, 136, 177, 285, Al-İ İmran: 84, Nisa: 136, 150-152, 162, 164, Şuara: 13.
84. Bu ifade iki anlama da gelebilir: 1) “Nasıl daha önceki peygamberlere kitaplar göndermişsek, bu kitabı da sana indirdik.” 2) “Biz bu kitabı, daha önceki kitaplarımızı reddetmesi için değil, onları tasdik etmesi ve böyle olduğuna inanılması için gönderdik.”
85. Konunun akışından bunlarla tüm Kitap Ehlinin değil, kendilerine ilâhî kitapları doğru anlama ve kavrama yeteneği bahşedilmiş ve gerçek anlamıyla “Kitab Ehli” olan kimselerin kastedildiği anlaşılmaktadır. Onlar, daha önceki ilâhî kitapları da tasdik ederler. Allah’ın son kitabı geldiğinde, inatçılık ve kibir göstermeyip daha önceki kitapları kabul ettikleri gibi onu da samimiyetle kabul etmişlerdir.
86. “Şu insanlar”; Arabistan halkı. Burada anlatılmak istenen şudur: Hakkı seven insanlar, kendilerine daha önceden ilâhî bir kitab indirilmiş olsun veya olmasın, imanı her yerde tasdik ederler.
87. Burada, “kafirler” ile önyargılarından vazgeçip hakkı kabul etmeye hazır olmayan veya arzu ve sınırsız özgürlüklerine kısıtlama ve sınırlama getirilmesini istemedikleri için hakkı reddeden kişiler kastedilmektedir.