sohbetlerözlü sözleryazarlarmakalelervideolartefsir derslerikavram derslerimedaricus salikin

EBU’L A’LÂ MEVDUDİ’NİN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA FETİH SURESİ 1. VE 4. AYETLER

EBU’L A’LÂ MEVDUDİ’NİN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA FETİH SURESİ 1. VE 4. AYETLER
11.08.2022
597
A+
A-

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM

Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun

1- Şüphesiz, biz sana apaçık bir fetih verdik.(1)
2- Öyle ki Allah, senin geçmiş ve gelecek (her) günahını bağışlasın,(2) üzerindeki nimetini tamamlasın (3) ve seni dosdoğru bir yola yöneltip-iletsin.(4)
3- Ve Allah, sana ‘üstün ve onurlu’ bir zaferle yardım etsin.(5)
4- Mü’minlerin kalplerine sükünet indirdi(6) ki imanlarına iman katsınlar.(7) Göklerin ve yerin orduları O’nundur. O Allah her şeyi bilendir. Ve hikmet sahibidir.(8)

AÇIKLAMA

1. Hudeybiye barışından sonra Allah tarafından zafer müjdesi bildirilince, müslümanlar bu barışın nasıl bir fetih (zafer) olabileceği konusunda hayrete düşmüşlerdi. İmanlarından dolayı Allah Teala’nın buyruğuna inanmalarına rağmen, onun bir fetih olması fikri kimsenin idrakine sığmıyordu.
Hz. Ömer (r.a) bu ayeti dinleyince şöyle sordu: “Ey Allah’ın elçisi! Bu bir zafer midir?” Hz. Peygamber de (s.a) “Evet” dedi. (İbn Cerir.)
Başka bir Sahabi gelerek o da aynı soruyu sordu. Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurdu: “Muhammed’in varlığı elinde olan Allah’a yemin olsun ki, şüphesiz bu bir fetihtir.” (Müsned-i Ahmed, Ebu Davud)
Medine’ye ulaştıktan sonra bir başka Sahabi de arkadaşlarına: “Bu nasıl bir fetihtir? Kabe’yi ziyaret etmemiz yasaklandı; kurbanlık develerimiz daha ileri gidemedi, Allah’ın Rasulü Hudeybiye’de durmak zorunda kaldı ve bu barış yüzünden iki mazlum kardeşimiz (Ebu Cendel ve Ebu Basir) zalimlerin eline terk edildi.” diye serzenişte bulundu. Bu sözler Peygamber’e (s.a) ulaşınca şöyle buyurdu: “Çok yanlış söz söylenmiştir. Bu, gerçekte çok büyük bir zafer ve fetihtir, siz müşriklerin yurtlarına kadar ilerlediniz, onlar da gelecek yıl Umre yapmanız konusunda söz vererek sizi geri dönmeye razı ettiler. Onlar savaşa son vermeyi ve barış yapmayı kendiliklerinden istediler. Halbuki onların kalplerinin size karşı ne kadar kinle dolu olduğunu biliyorsunuz. Allah sizi onlara üstün kılmıştır ve galibiyet lutfetmiştir. Siz Uhud Savaşı’ndan kaçarken ben de arkanızdan bağırıyordum. O günü unuttunuz mu? Hendek Savaşı’nda her taraftan düşmanın korkunç bir manzara ile saldırıya geçtiği günü unuttunuz mu?” (Beyhaki-Urve b. Zübeyr’in rivayetiyle)
Fakat uzun zaman geçmeden bu barışın bir fetih ve zafer olduğu tamamen açığa çıktı. Herkes açıkça anladı ki, gerçekten Hudeybiye Anlaşması’yla İslam fethi de başlamıştır.
Hz. Abdullah ibn Mes’ud, Hz. Cabir ibn Abdullah ve Hz. Bera b. Azib’ten ayrı ayrı fakat aşağı yukarı aynı manadaki şu sözler rivayet edilmiştir: “İnsanlar, Mekke’nin fethine zaferdir diyorlar, halbuki biz asıl zafer olarak Hudeybiye barışını kabul ediyoruz” (Buhari, Müslim, Müsned-i Ahmed, İbn Cerir)

2. Bu ayetin nazil olduğu yer-durum göz önüne alınırsa, açıkca anlaşılmaktadır ki burada zikri geçen bağışlanan günahlardan maksat, geçmiş 19 sene içerisinde Hz. Peygamber (s.a) önderliğinde İslam’ın yayılması için yapılan mücadeleler, çalışmalar ve savaşlarda müslümanların yaptığı bir takım hatalardır. Bu hataları hiç kimse bilmemektedir. Hatta insan aklı, bu samimi gayretler içinde bir eksiklik arayıp bulmakta da acizdir. Ama Allah Teala nazarında, en güzel ve en yüce olma ölçüsüne göre bu çalışmalarda öyle bir takım kusurlar oluyordu ki bunlardan dolayı müslümanlara müşriklere karşı kesin bir zafer nasib olmuyordu.
Allah Teala’nın buyruğunda şu denmek istenmektedir: “Eğer siz bu hatalarla çalışmalarınıza ve cihadınıza devam etseydiniz, müşrik Arabları yenmeniz, onları alt etmeniz için daha uzun zaman gerekirdi. Ama biz bütün bu kusurları ve hataları bağışlayarak, sadece kendi kerem ve lütfumuzla onları gidererek, Hudeybiye denen yerde size bu fetih ve zafer kapısını açtık. Bu zaferi kendi gayretinizle başaramazdınız.
Burada şu nokta iyice anlaşılmalıdır: Herhangi bir gaye uğruna bir topluluk bir çaba gösteriyorsa, bu çabanın eksiklikleri, kusurları, hataları, o topluluğun liderine yönelir. Bu kusurlar ve hatalar, liderin şahsi hatalarıdır anlamına gelmez. Aslında bu hatalar bütün o topluluk tarafından işlenir. Bizatihi o topluluğun hareketlerinin sonucudur. Ama sorumluluk liderde olduğu için suçlamalar lidere yöneltilir ve “Davranışlarında şu kusurlar var” denir.
Nitekim söz Peygamber’edir (s.a) ve “Allah senin gelmiş geçmiş bütün günahlarını bağışlamıştır”, diye buyurulmuştur. Bu bakımdan bu genel ifadeden şu mana da çıkar: Allah nezdinde masum Peygamber’in (s.a) bütün sürçmeleri -onun yüksek makam ve mevkiinden dolayı sürçme denir- bağışlanmıştır. Daha sonra Sahabe-i Kiram, Hz. Peygamber (s.a) ibadet yaparken ağır meşakkatlere ve tahammülü güç uzun süreli ibadetlere katlandığını gördüklerinde: “Sizin gelmiş geçmiş bütün günahlarınız affedilmiştir. O halde kendi canınıza bu kadar eziyeti niçin yüklüyorsunuz?” demişlerdi ve Peygamber (s.a) cevap olarak: “Şükreden bir kul olmayayım mı?” diye cevap vermişti. (Müsned-i Ahmed, Buhari, Müslim, Ebu Davud)

3. Nimetin tamamlanmasından maksat; müslümanların kendi yurtlarında her tehlike, endişe ve dış müdahaleden korunmuş bir halde tam olarak İslam medeniyeti, ahlakı ve İslam kanunları ve hükümlerine uygun olarak yaşamaları için hür ve serbest olmaları ve onların, Allah’ın dinini, Kelime-i Tevhid’i yükseltebilmeleri için güçlü olmalarıdır. Allah’a kulluk yolunda bir engel ve Kelime-i Tevhid’i yayma gayretine karşı bir zorluk olan küfr ve fasıklığın üstün gelmesi, Kur’an-ı Kerim’in “fitne” diye isimlendirdiği olay müslümanlar için büyük bir musibettir. Müslümanların bu fitneden kurtularak Allah’ın dininin eksiksiz olarak yaşanıp tatbik edildiği bir İslam beldesine (Dar-ül İslam’a) sahip olmaları, bununla birlikte Allah’ın arzında küfr ve fasıklık yerine iman ve takvanın yerleşebileceği fırsat ve vasıtaların ellerine geçmesi, Allah’ın nimetinin onlar üzerine tamamlanması anlamına gelir.
Bu nimetin müslümanlara Allah’ın Rasulü yüzü suyu hürmetine verilmesine işaret olarak, Allah, Peygamber’e (s.a) “Biz sana nimetimizi tamamlamak istedik, bundan dolayı da bu fethi lutfettik” buyurmuştur.

4. Burada, Peygamber’e (s.a) doğru yolu göstermekten maksat, fetih ve zafer yolunu göstermektir. Diğer bir ifade ile Allah Teala Hudeybiye’de bu barış anlaşmasını yaptırarak, İslam’ın yayılmasına engel olan bütün güçleri mağlub edebilecekleri en uygun ve en güzel yolu göstermiştir.

5. Diğer bir tercüme de şu olabilir: “Sana emsalsiz bir yardım (zafer) lutfetti (bahşetti) “. Burada “Nasran Azizen” ifadesi kullanılmıştır. “Aziz”, çok güçlü ve benzersiz anlamına gelir. Ayrıca emsalsiz ve nadir anlamlarında da kullanılır. İlk anlamına bağlı olarak bu ifadeden kastedilen anlam şudur: Allah size bu barış sebebiyle düşmanlarınızı aciz bırakacak bir yardım yapmıştır. Kelimenin ikinci anlamı gözönüne alındığında kastedilmek istenen şu olabilir: “Çok nadir de olsa bazen birine yardım etmek için öyle ilginç bir yol seçilir ki, insanlara görünüşte sadece mağlup sayılan bir barış antlaşması gibi geldiği halde gerçekte kesin bir zaferin ve fethin başlangıcı olabilir.

6. “Sekinet” Arapça’da sakinlik, gönül huzuru, itminan ve kalb huzuru anlamına gelir. Bu ayette Allah, mü’minlerin kalbine sekineti, kalb huzurunu indirmesini, Hudeybiye’de müslümanlara nasip ettiği o fethin sonuçlarından biri olarak zikretmektedir.
O günkü durumlara birazcık dikkat edilirse bunun nasıl bir sakinlik ve kalb huzuru olduğu ve bu huzurun da nasıl bu fethin sonucu olduğu iyice anlaşılacaktır.
Hz. Peygamber (s.a) , Umre için Mekke-i Muazzama’ya gitme arzusunu açıkladığında, müslümanlar korku ve endişeye kapılarak münafıklar gibi bunun apaçık ölüme gitmek demek olduğunu düşünselerdi veya daha yolda iken Kureyşlilerin zorlu bir savaşa hazır olduklarını öğrenip bundan dolayı içlerine bir korku düşse idi, şüphesiz Hudeybiye’de ortaya çıkan sonuçlar asla olmayacaktı.
Hudeybiye’de kafirler müslümanları yollarına devam etmekten alıkoyduğunda, gizli baskınlar ve saldırılar yaparak müslümanları tahrik etmeye çalıştıklarında Hz. Osman’ın şehid edildiği haberi geldiğinde ve Ebu Cendel perişan haliyle müslümanların gözleri önüne dikildiğinde müslümanlar tahrike kapılarak Hz. Peygamber’in (s.a) kurduğu disiplini ve düzeni bozsalardı, bu olaylar herşeyi berbat etmeye yetecekti.
Dahası, Hz. Peygamber (s.a) barış antlaşmasını müslümanların hiç beğenmedikleri şartlara rağmen yaparken müslümanlar Peygamber’e (s.a) itaatsizlik yapsalardı, Hudeybiye’nin büyük zaferi büyük bir hezimete dönüşecekti.
Allah’ın büyük bir lutfu olarak o nazik zamanda müslümanların kalblerine, yüce Peygamber’in önderliği, Hak dine bağlılıkları ve temsilcilerinin doğru yolda olduğu hususunda, huzur ve sükunet (mutmain olma) verilmişti. Böylece onlar kalb huzuru ve sükunet içinde Allah yolunda meydana gelebilecek herşeye sabredeceklerine karar verdiler. Bunun sonucu olarak da korku, endişe, tahrik, ümitsizlik gibi her türlü olumsuzluktan korunmuş oldular. Kamplarında tam bir disiplin ve düzen hüküm sürdü. Yine o sükunet ve kalb huzuru sayesinde müslümanlar, barış şartlarından dolayı çok üzgün olmalarına rağmen Hz. Peygamber’in (s.a) kararına boyun eğdiler ve Umre yapmak için çıkılan bu tehlikeli yolculuk bir zaferin sebebi oldu.

7. Yani, bu olay sırasında karşılaştıkları zorluklar karşısında gösterdikleri samimiyet, takva ve itaatteki sebatları sebebiyle, onlarda mevcut bulunan imana ek bir iman onlara nasip oldu. Bu ayet de imanın durgun ve donuk olmadığını, bilakis onda yükselme ve alçalma olabileceğini belirten ayetler dizisindendir. İslam’ı kabul ettikten sonra müslüman, hayatında adım başına birçok olaylarla karşılaşır. Bu olaylar o insanın Allah’ın dini üzerine yaşarken, canını, malını, duygularını, isteklerini, vakitlerini, huzur ve menfaatlerini feda etmeye hazır olup olmadığını ölçen birer imtihan niteliğindedir.
Bu imtihanlarda mü’min fedakarlık yolunu seçerse imanında yükselme ve yücelme olur. Ve eğer fedakarlıktan yüz çevirirse imanı donar kalır. Hatta başlangıçtaki imanı bile tehlikeye girer. Halbuki o imanı sayesinde İslam’a girmişti. (Bkz. Enfal an: 2, Ahzab an: 38)

8. Anlatılmak istenen şudur: “Allah katında öyle bir ordu vardır ki isterse Allah, onunla kafirleri birden yok eder. Fakat hikmetine binaen bu işi mü’minlerin omuzuna yükledi. Böylece gerçek mü’minler, kafirlere karşı mücadele edecekler, didinecekler, savaşarak Allah’ın dinini yüceltecekler, Kelime-i Tevhid’i yayacaklar, bunun karşılığında da yüksek derecelere ve ahirette mükafatlara nail olacaklardır.” Nitekim daha sonraki ayette bu durum bildirilmektedir.

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.