EBU’L A’LÂ MEVDUDİ’NİN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA FİL SURESİ 1 VE 5. AYETLER
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah(Celle Celaluhu)’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
Rahman Rahim olan Allah’ın adıyla
1- Görmedin mi,(1) Rabb’in fil sâhiplerine ne yaptı?(2)
2- Onların ‘tasarladıkları planlarını'(3) boşa çıkarmadı mı?(4)
3- Onların üzerine ebabil (sürü sürü) kuşlarını gönderdi.(5)
4- Onlara ‘pişirilip-sertleştirilmiş balçık taşları’ atıyorlardı;(5)
5- Sonunda onları, yenik ekin yaprağı gibi kıldı.(7)
AÇIKLAMA
1. Burada muhatabın Rasulullah olduğu görülse de aslında muhatap Kureyşlilerdir. Aynı zamanda, Arabistan’da bulunan ve bu kıssaya vakıf olan herkes muhataptır. Kur’an-ı Kerim’in pek çok yerinde “elem tere” (görmedin mi?) kelimesi kullanılmıştır. Burada kastedilen Nebi (s.a) değil, bütün insanların muhatap olmasıdır. (Mesela bkz. ibrahim 19, Hacc 18 ve 65, Nur 43, Lokman 29-31, Fatır 27, Zümer 21) Ayrıca, buradaki “görmedin mi?” kelimesi, Mekke’de onun çevresinde ve Arabistan’ın Mekke’den Yemen’e kadar genişliği olan bölgesinde, fil olayına şahit olan ve hayatta bulunan insanlar için de kullanılmıştır. Çünkü bu olay 40-45 sene önce vuku bulmuştu. Bütün Arabistan bunu mütevatir haberlerle almış ve duymuştu. Bu olay oradaki insanlar için, kendi gözleriyle görmüş kadar kesin bir olay olarak bilinmekteydi.
2. Burada Allah, ehl-i fil’in kim olup nereden geldiklerini, ne maksatla geldiklerini açıklamamıştır. Çünkü bunların hepsi bilinen şeylerdi.
3. Burada “keyd” kelimesi kullanılmıştır. Bu bir şahsa zarar vermek için “gizli tedbir” manasında kullanılır. Burada bu gizli şeyin ne olduğu sorulabilir. 60.000 asker ve filler ile Yemen’den Mekke’ye hareket eden Ebrehe’nin Kabe’yi yıkmak için geldiği gizli değildi. Onun için buna gizli tedbir diyemeyiz. Fakat Habeşistanlıların gizli amacı, Kâbe’yi yıkarak Kureyş’i ezmek idi. Bütün Arapları korkutarak Güney Arabistan’dan Şam ve Mısır’a uzanan ticaret yolunu ele geçirmek istiyorlardı. Onlar bu maksatlarını gizli tutmaktaydılar. Kabe’ye saldırmaları zahiren, Arapların kiliseye saygısızlık yapmalarının intikamı olarak gözüküyordu.
4. Buradaki kelime, “tatlil”dir. Yani onların tedbirlerini saptırmıştır. Istılahta bir tedbiri saptırmaktan maksat onu zayi etmektir. Kendi maksadını elde etmek için onu başarısız kılmaktır. Okun nişanına oturmaması gibi. Kur’an-ı Kerim’de bir yerde şöyle buyurulmuştur: “Kâfirlerin tuzağı hep boşa çıkar.” (Mü’min 25) Diğer bir yerde şöyle buyurulmuştur: “Hainlerin tuzağını Allah’ın başarıya ulaştırmayacağını bilsin.” (Yusuf 52) Araplar, İmru’l Kays’a “el-meliku’l zelil” (ziyan eden kral) diyorlardı. Çünkü o, babasından aldığı krallığı kaybetmişti.
5. Burada “tayran ebâbile” kelimesi kullanılmıştır. Urduca’da “ebabil” kelimesi bir kuş için kullanılır. Onun için bizde genellikle Ebrehe’nin üzerine ebabil kuşları gönderildiği zannedilir. Oysa Arapça’da “ebabil”, çeşitli yönlerden gelen sürüler anlamındadır. Bunlar insanlar da hayvanlar da olabilir. İkrime ve Katade, bu kuş sürülerinin Kızıldeniz tarafından geldiklerini söylerler. Said b. Cübeyr ve İkrime, bu kuşların daha önce hiç görülmediklerini, daha sonra da görülmediklerini belirtirler. Bu kuşlar Necid’de bulunan kuşlardan değillerdi. İbn Abbas, bunların gagalarının kuşlar gibi, ama pençelerinin köpek pençeleri gibi olduğunu söyler. İkrime, başlarının av kuşlarına benzediğini söyler. Yaklaşık olarak bütün raviler müttefiktirler ki, her bir kuşun gagasında bir taş pençelerinde ise iki taş vardı. Mekkelilerin bazıları, o taşları uzun süre saklamışlardı. Ebu Nuaym, Nevfel b. Ebu Muaviye’den şöyle nakledilmiştir: “Ben Ashab-ı fil üzerine düşen taşlardan gördüm. Onlar bezelyenin küçük taneleri kadardı ve siyaha çalan kırmızı renkteydi.” İbn Abbas, Ebu Nuaym’dan taşların çam fıstığı kadar olduklarını nakletmiştir. İbn Merduye’nin rivayetine göre taşlar, keçinin tersi kadardı. Anlaşılıyor ki, bu taşlar aynı büyüklükte değildi.
6. Buradaki kelime “bi hicâretin min siccîl”dir. Yani siccîl’den bir taş. İbn Abbas bu kelimenin, aslen Farsça bir kelime olan “seng” ve “gil”den alınma olduğunu söyler. Bundan murad, çamurdan yapılmış ve pişirilerek sertleştirilmiş taştır. Kur’an-ı Kerim de bunu teyid etmektedir. Hud suresi 82 ve Hicr suresi 74’te Lut kavmi üzerine siccîl taşlarından yağmur yağdırıldığı açıklanmıştır. Aynı taşlar hakkında Zariyat suresi 33’te “hicâretin min tîn”, yani toprak ve çamurdan yapılmış taş buyurulmuştur.
Bu devirde Kur’an’ın anlamı hakkında çok değerli araştırmalar yapan merhum Mevlana Hamîdüddin Ferahî, bu ayetteki “termî-him”de failin, “gördünüz mü?”de muhatab alınan Mekke ehli ve diğer Araplar olduğunu söylemiştir. Kuşlar hakkında ise, onların taş atmadıklarını, aslında Ashab-ı fil’in cesetlerini yemek için geldiklerini belirtir. Bu konuda verdiği deliller kısaca şöyledir: Ona göre Abdulmuttalib’in, Ebrehe’nin yanına giderek Kabe hakkında konuşmak yerine develerini talep etmesi rivayeti kabul edilemez. Ayrıca Kureyşlilerin ve hac için gelmiş diğer Arapların, Ebrehe’nin hücumuna karşı koymayarak Kabe’yi Allah’ın takdirine bırakmaları ve dağlara çekilmelerini de kabul etmek mümkün değildir. Bu olayın gerçekliği ona göre şudur: Araplar Ebrehe’nin askerlerini taşladılar. Allah (c.c.) da tufan göndererek taşlar yağdırdı ve Ebrehe’nin askerlerini helak etti. Daha sonra onların cesetlerini yemek için kuşlar gönderildi. Ama girişte açıkladığımız gibi, rivayet Abdulmuttalib’in sadece develerini almak için gittiği şeklinde değildir. Hatta bir rivayette develerden söz edilmemiş ve Ebrehe’nin Kabe’yi yıkmaktan vazgeçmesine çalışıldığı kaydedilmiştir. Bütün güvenilir rivayetlere göre Ebrehe’nin ordusunun hücumu Muharrem ayında vuku bulmuştur. O zaman hacılar hac görevlerini bitirip dönmüşlerdi. Biz ayrıca Kureyşlilerin, 60.000 askere karşı koyamayacaklarını, bu sayının çevredeki Arap kabilelerin gücünün de üstünde olduğunu söylemiştik. Onlar Ahzab savaşı sırasında çok büyük hazırlıklara rağmen ve bütün müşrik Araplar ve Yahudi kabileleri birleştikleri halde ancak 10-12.000 kişi toplayabilmişlerdi. 60.000 askere karşı çıkmaya nasıl cesaret edebilirlerdi? Buna rağmen, bu delilleri bir kenara bırakıp Fil suresinin sadece söz dizimi üzerinde düşünsek bile söz konusu tevil uygunluk arzetmez. Eğer taşları Arapların attığı ve bundan dolayı Ashab-ı fil’in de yenilmiş ekin gibi olduğu, kuşların ise onların cesetlerini yemek için geldiği söylenseydi o zaman söz dizimi şöyle olurdu: “Onlara, pişirilmiş taşlar atmıştınız. Sonra Allah (c.c.) onları yenilmiş ekin gibi yapmıştı ve üzerlerine kuş sürüleri göndermişti.”
Ama biz görüyoruz ki, Allah (c.c.) burada önce kuş sürülerini zikretmiş, hemen sonra üzerlerine pişirilmiş taş yağdırıldığını belirtmiş, daha sonra da onların yenilmiş ekin haline döndüklerini açıklamıştır.
7. Buradaki kelime “ke asfin me’kul”dur. “Asf” kelimesi Rahman suresi 12. ayette de kullanılmıştır: “zu’l asfi ve’r reyhan” (yaprak, taneler ve hoş kokulu bitkiler) . Buradan anlaşılıyor ki, “asf”in manası, dışı kabuk olan tanedir. Çiftçi onların tanelerini çıkararak kabuklarını hayvanlara yem olarak atar. Hayvanlar da bir kısmını yer, bir kısmını ayakları altına düştüğü için çiğner. “Keasfin me’kul” de bu demektir.
FİL SURESİNİN SONU