EBU’L A’LÂ MEVDUDİ’NİN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA HADİD SURESİ 11. VE 14. AYETLER
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
8- Size ne oluyor ki, Rasul sizi Rabbinize iman etmeye çağırıp-dururken(11) Allah’a iman etmiyorsunuz? Oysa O, sizden kesin bir söz almıştı.(12) Eğer mü’min iseniz (inanıp sözünüzü gerçekleştirin) .
9- Sizi karanlıklardan nura çıkarması için kuluna apaçık ayetler indiren O’dur. Şüphesiz Allah, size karşı elbette şefkatli olandır, esirgeyendir.
10- Size ne oluyor ki, Allah yolunda infak etmiyorsunuz? Oysa göklerin ve yerin mirası Allah’ındır.(13) İçinizden, fetihten önce infak eden ve savaşanlar (başkasıyla) bir olmaz. İşte onlar, derece olarak sonradan infak eden ve savaşanlardan daha büyüktür. Allah, her birine en güzel olanı va’detmiştir.(14) Allah, yapmakta olduklarınızı haber alandır.(15)
AÇIKLAMA
11. Yani, Müslüman olduğunuzu söylemenize rağmen, kafirler gibi davranıyorsunuz. Oysa Allah’ın Rasulü aranızda bulunmakta ve sizlere doğrudan doğruya Allah’ın vahyini aktarmaktadır.
12. Bazı müfessirler bu ifadeden, Allah’ın, yaratılıştan sonra Adem’in zürriyetinden aldığı “misakın” kastolunduğu anlamını çıkarmışlardır. Bazıları da, “Bu ifade de her insanın fıtratında ve vicdanında Allah’a itaat duygusunun mevcut olduğuna işaret ediliyor” demişlerdir. Doğrusu ise, bu misak ile Allah’a ve Rasülü’ne itaat ve tabi olmanın bilinciyle, her Müslümanın İslâm’ı kabul ettiğinde Rabbiyle yaptığı anlaşmanın kastolunuyor olmasıdır. Kur’an’ın başka bir yerinde bu anlaşmaya şöyle değinilmiştir:
“Allah’ın size olan nimetini hatırlayın: Hani “işittik ve itaat ettik” demiştiniz. Allah’tan korkun; çünkü Allah göğüslerin özünü bilir.” (Maide: 7)
Bir hadiste Hz. Peygamber’in (s.a) bu olayı nasıl anlattığını Ubade bin Samit şöyle rivayet ediyor: “Rasulullahsa bizden şu esaslar üzerine biat aldı. İyi veya kötü herhalükarda beni dinleyecek, bana itaat edeceksiniz. Yoksulluğunuzda veya zenginliğinizde Allah yolunda infak edeceksiniz. Marufu emr, münkeri nehyederek, Allah için doğru söz söyleyecek ve bu konuda hiç kimseden çekinmeyeceksiniz.” (Müsned-i Ahmed)
13. Bu ifade iki anlama da gelebilir. Birincisi, bu mal sizlerin elinde ebedi kalacak değildir. Muhakkak bir gün bu maldan ayrılacaksınız ve bu mal Allah’a kalacaktır. Oysa şimdiden, yani hayatta iken bu malı Allah yolunda sarfetmelisiniz ki öbür dünyada bu davranışınız dolayısıyla, Allah sizi mükafatlandırsın. Bu malı Allah yolunda sarfetmeyecek olsanız bile, yine de o Allah’a kalacaktır. Fakat aradaki fark, infak etmediğiniz takdirde sizlerin hiç bir mükafata hak kazanamayacak olmanızdır. İkincisi, “mali sıkıntıya ve yoksulluğa düşme korkusuyla Allah yolunda sarfetmekten kaçınmayın, kâinatın tüm hazinelerinin sahibinin Allah olduğunu bilmelisiniz. Dolayısıyla O, size elinizde bulunandan daha fazlasını bağışlamaya kadirdir.” Bu hususa Kur’an’ın diğer bir ayetinde şöyle değinilmiştir.
“De ki: Rabbim, kullarından dilediğine rızkı yayar ve ona tekrar rızkı kısar. Siz Allah için ne infak ederseniz, Allah onun yerine başkasını verir. O rızk verenlerin en hayırlısıdır.” (Sebe: 39)
14. Yani, her iki grup da mükafatı haketmiştir fakat birinin mertebesi diğerinden üstündür. Çünkü onlar en nazik ve en zor durumlarda Allah yolunda canlarını tehlikeye attılar ve zafer ümidi olmadığı zamanlarda bile Allah rızası için mallarını çekinmeden sarfettiler.
İşte böylesine bir dönemde İslâm’ın küfür karşısında mücadeleyi kaybetme tehlikesi söz konusuydu, ama buna rağmen o kimseler, dünyada yaptıklarının karşılığını alma şansları olmadığı halde, mallarını harcadılar. Müfessirlerden Mücahid, Katade ve Zeyd bin Eslem, bu ayette geçen “Fetih” kelimesi ile Mekke’nin fethinin kastolunduğu görüşündedirler. Şa’bi ise, “Bu kelime ile Hudeybiye antlaşması kastedilmektedir” diyor. Ancak çoğu müfessirler birinci görüşü tercih etmişlerdir. İkinci görüşe gelince, Ebu Said el-Hudri’den rivayet olunan bir hadis onu teyid etmektedir. “Rasulullah Hudeybiye Antlaşması’nda şöyle buyurdu. Çok yakında öyle bir grup gelecektir ki, sizler kendi amellerinizi, onların amelleri yanında küçük göreceksiniz. Ama onların dağ kadar altınları olsa ve Allah yolunda sarfetseler dahi, yine de sizlerin bir veya iki rıtlınıza (rıtl, çok küçük bir ölçü birimi muhtemelen 8 kg. çev.) eşit olmaz. (İbn Cerir, İbn Ebi Hatim, İbn Merduye, Ebu Naim el-İsfehânî) Yine İmam Ahmed’in Hz. Enes’ten rivayet ettiği bir başka hadis bu görüşü desteklemektedir: “Bir defasında Abdurrahman bin Avf ile Halid bin Velid arasında bir münakaşa vuku bulur.Halid bin Velid, Abdurrahman bin Avf’a “Eski hizmetlerinizden ötürü, her zaman üstünlük taslıyorsunuz” der ve Rasulullah’a bu söz iletilince, O “Canımı elinde tutan Allah’a yemin ederim ki Uhud Dağı kadar altınınız olsa ve sarfetseniz, yine de onların amelleriyle eşit olamazsınız” buyurdu. Bu hadisten anlaşılıyor ki fetih kelimesi ile Hudeybiye Antlaşması kastolunmuştur. Çünkü Halid bin Velid, Mekke’nin fethinden önce Müslüman olmuştur ve Mekke’yi fetheden ordu içindedir. Gerçi sözkonusu “fetih”, ister Mekke’nin fethi ister Hudeybiye Antlaşması ile ilgili de olsa, verilmek istenen mesaj sadece o döneme mahsus değildir. Bu İslâm’ın temel ilkelerinden biridir. Yani, küfre karşı İslâm’ın içinde bulunduğu zor ve nazik dönemlerde ve İslâm’ın zafer kazanma ümidinin olmadığı zamanlarda Allah rızası için mallarıyla ve canlarıyla savaşanların mertebesi, İslâm’ın kafirleri yenmesinden sonra, canlarını ve mallarını feda edecek olanlardan elbette üstündür.
15. Yani, Allah bir kimsenin mertebesini tayin etmeden önce o kimsenin niyet ve amellerine bakacak ve fedakarlığın hangi şartlarda yapılmış olduğunu dikkate alacaktır. Çünkü O’nun mükafatı gelişigüzel dağıtılmayacaktır. Allah herkesin yaptığı fedakarlıklardan haberdardır.