EBU’L A’LÂ MEVDUDİ’NİN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA HADİD SURESİ 22. VE 25. AYETLER
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
22- Yeryüzünde olan ve sizin nefislerinizde meydana gelen herhangi bir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce,(39) bir kitapta (yazılmış) olmasın.(40) Şüphesiz bu, Allah’a göre pek kolaydır.(41)
23- Öyle ki, elinizden çıkana karşı üzüntü duymayasınız ve size (Allah’ın) verdikleri dolayısıyla sevinip-şımarmayasınız.(42) Allah, büyüklük taslayıp böbürleneni sevmez.
24- Ki onlar, cimrilik ederler ve insanlara da cimriliği emreder (önerir) ler.(43) Her kim yüz çevirirse, artık şüphesiz Allah, ganiy (hiç bir şeye muhtaç olmayan) , Hamîd (övülmeye layık olan) O’dur.(44)
25- Andolsun, biz peygamberlerimizi apaçık belgelerle gönderdik ve insanlar adaleti ayakta tutsunlar diye,(45) onlarla birlikte kitabı ve mizanı indirdik. Ve kendisinde çetin bir sertlik ve insanlar için (çeşitli) yararlar(46) bulunan demiri de indirdik; öyle ki Allah, kendisine ve peygamberlerine gayb ile (görmedikleri halde) kimlerin yardım edeceğini bilsin (ortaya çıkarsın) . Şüphesiz Allah, büyük kuvvet sahibidir, üstün olandır.(47)
AÇIKLAMA
39. Burada, insanın kendisinden ya da diğer mahlukattan veya yeryüzünden gelen musibetlere işaret edilmiştir.
40. “Kitap” ile alınyazısı kastolunmaktadır.
41. Yani yarattığı mahlukatın takdirini önceden ve ayrı ayrı tayin etmek Allah için güç değildir.
42. Bu noktada, ayetin nazil olduğu şartların gözönüne alınması gerekmektedir. O dönemde Müslümanlar kafirlerin tehdidi altında ve her yandan kuşatılmış olmanın meydana getirdiği bir halet-i ruhiye içindeydiler. Kafirlerin ekonomik boykotu sonucu perişandılar ve tüm Arabistan’da Müslümanlar zulüm altında inliyorlardı. Kafirler, Müslümanların bu halini, onların yanlış yolda olmalarının delili olarak kullanırlarken, münafıklar bu durumu istismar ederek, Müslümanların kalbine şüphe sokuyor ve böylece kendi şüphelerinin doğruluğunu ispatlamaya çalışıyorlardı. Öte yandan, ihlaslı müminler, bu musibetlere her ne kadar tahammül ediyorlarsa da, zaman zaman bu musibetlere dayanmak kendilerine zor geliyordu. İşte bu şartlar içerisinde bulunurlarken Allah Teâlâ, bu musibetlerin kendi bilgisi dışında olmadığını bildirerek onlara teselli vermiştir. Yani, tüm bunlar Allah’ın hikmeti ve herşeyi bilenin planı dahilindedir ve önceden yazılı Kitap’ta mevcuttur: “Sizleri bu safhalardan geçirmenin amacı, büyük bir görevi yüklenecek olmanızdandır. Dolayısıyla hazırlanmanız ve eğitilmeniz gerekmektedir. Çünkü bu eğitim olmaksızın, sizler o görevi yerine getiremez, kafirlere ve batıla karşı koyamazsınız.”
43. Bu, münafıkların herkes tarafından bilinen karekterlerine işarettir. Görünüşte onların diğer Müslümanlardan pek farkı yoktur; zira onlar da kelime-i şehadet getirmişler ve Müslüman olarak kabul edilmişlerdi. Ancak bu kimseler ihlastan yoksun bulunduklarından dolayı, ihlaslı müminlerin tabi tutuldukları eğitim dışında kaldılar. Çünkü onlar biraz refaha kavuştuklarında ve çevrelerinden biraz itibar gördüklerinde, hemen kibirleniyorlardı. Ayrıca Allah’a ve Rasulü’ne iman ettiklerini söylemelerine ve o Rasul’ün tebliğ ettiği dini kabul etmelerine rağmen, mallarını sarfetmemeleri konusunda telkinde bulunuyorlardı.
Onlar başkalarına “malınızı niçin boş yere harcıyorsunuz?” diyorlardı. Şayet Müslümanlar böyle bir imtihandan geçmemiş olsalardı, altın ile curuf birbirinden ayrılmayacaktı. İlhaslı müminler ile münafıkların bir arada karışık olduğu bir toplumun, insanlığın önderi olacak bir makama gelmesi mümkün değildi. Nitekim bu mükemmel önderliğin bereketlerini, dünya, Dört Halife döneminde açıkça görmüştür.
44. Yani, tüm nasihatlara rağmen Allah’ın dininde ihlaslı olmayan, Allah’a itaat etmeyen ve fedakarlıkta bulunmayarak, sapık yolda yürümeye devam eden kimselerden Allah müstağnidir, onlara ihtiyacı yoktur. O hamde layık olandır, iyi sıfatlarla muttasıf olanlardan razı olur, kötü sıfatlı kimseler ise O’nun iltifatına mazhar olamaz.
45. Burada kısa bir cümleyle özetlenen peygamberlerin misyonunu iyice kavramak gerekir. Peygamberlerin tümüne şu üç şeyin verildiği görülmektedir:
1) Beyyinat: Yani onların, Allah’ın gerçek peygamberleri olduğuna dair açık işaretler. Hakk’ın ve bâtılın ne olduğu ayet ve delillerle ispat edilmiş, ayrıca akide, ahlâk ve beşerî münasebetler konusunda doğru ve yanlış yolun özellikleri, açıkça ve hiç şüpheye mahal bırakmadan izah edilmiştir.
2) Kitap: İnsanoğluna, muhtaç olduğu hidayetin yolunu bulabilmesi için verilmiştir.
3) Mizan: Tartı yapıldığında hak ve bâtılın arasındaki farkı gösteren, düşünce, ahlâk ve muamelat konusunda ifrat, tefrit ve itidal noktalarını ortaya koyan ölçü.
Bu üç şeyin peygamberler ile birlikte dünyaya gönderilmesinin nedeni, onların bireysel ve toplumsal hayata adalet ve itidali hakim kılmaları içindir. Böylelikle onlar bir yanda, Allah’ın kulları üzerindeki haklarını, nefsinin insan üzerindeki haklarını ve muamelatta insanların birbirleri üzerindeki haklarını ortaya koyup, bunları hakkıyla uygularlar; diğer yanda bu ilkelere dayanarak, toplumda zulmü kökten kaldıracak şekilde sosyal hayatı düzenlerler. Toplumun her üyesinin kendi hakkını elde edebilmesi ve başkalarının hakkını verebilmesi için, kültürel, ahlâkî, ekonomik vs. her sahada ifrat ve tefritten uzak olarak dengeyi kurarlar. Başka bir ifadeyle peygamberlerin hedefi, dünyada kişisel ve sosyal anlamda adaleti tesis etmektir. Kişisel anlamda, herkesin hayatının adalet üzere inşa edilip, her ferdin düşünce, ahlâk ve münasebetlerinde mükemmel bir olgunluğa ulaşılmasıdır hedeflenen.
Sosyal anlamda ise, toplum hayatının adalet ilkeleri üzerinde tesis edilerek, fert ve toplum arasında, ruhsal, ahlâkî ve maddî refah bakımından çelişkilerin değil, uyumun sağlanmasıdır.
46. “Demir’in indirilmesi” demirin yaratılması anlamında kullanılmıştır. Sözgelimi Zümer Suresi’nin 6. ayetinde “Allah, hayvanları sekiz erkek, sekiz dişi indirdi (kıldı) ” buyurulmuştur. Çünkü kâinattaki her zerreyi Allah yaratmıştır. Kur’an, bu yaratma işlemini zaman zaman “nâzil etti” şeklinde ifade eder.
Peygamberlerin misyonlarının açıklanmasından hemen sonra demirin indirilmesi zikredilmiş ve “onda kuvvet ve insanlar için faydalar vardır” denilmiştir. Bu ifade ile siyasi ve askeri kuvvete işaret edilerek, peygamberlerin sadece, “adaleti tebliğ” ile görevlendirilmedikleri ve bunun yanısıra adaleti fiilen uygulamaya geçirmekle de sorumlu oldukları kastedilmektedir. Böylece kuvveti elde ederek, adalet üzere kurdukları nizamı yıkmak isteyenleri ezebilmelidir.
47. Yani, Allah’ın, dinini galip kılabilmesi için yardıma ihtiyacı yoktur. O, bu düzenlemeyi insanoğlu için bir imtihan sebebi kılmış ki böylece insanlar bu imtihanı vererek ilerleyip yükselebilsinler. Aksi takdirde Allah için, Rasullerini kafirler üzerine galip kılmak çok kolaydı. Fakat böyle olsaydı, insanların peygamberlere iman etmeleri ne anlama gelecek ve Allah onları niçin mükafatlandıracaktı? Bu nedenlerden ötürü, Allah, dinini kudretiyle galip kılmak yerine, peygamberlerine, beyyinat, kitap ve mizan vererek, onları insanlara göndermiş, bunun yanısıra peygamberleri insanlara hak ve adaleti tebliğ etmeleri, zulüm v adaletsizlikten men etmeleri konusunda görevlendirmiştir. İnsanlar da dileyenin peygamberleri kabul etmesi, dileyenin de reddetmesi hususunda serbest bırakılmışlardır. Kabul edenlere, adalet nizamını tesis etmeleri, Rasul’e yardımcı olup, zulüm ve haksızlık düzeninin koruyucularına ve yöneticilerine karşı savaşmaları için çağrıda bulunulmuştur. Böylece Allah; insanlardan kimin hakkı kabul ettiğini, kimin zulüm ve adaletsizliğin devamı için çırpındığını, kimin hakkı kabul etmesine rağmen, hakk uğruna fedakarlıktan kaçındığını ve kimin Allah’ı görmediği halde, O’nun rızasını kazanmak, hakkı galip getirmek için canıyla, malıyla savaştığını, sonuçta bu imtihanı vererek istikbali için nasıl mücadele ettiğini görmek ister.