EBU’L A’LÂ MEVDUDİ’NİN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA HAKKA SURESİ 41. VE 52. AYETLER
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah(Celle Celaluhu)’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
41- O, bir şairin sözü değildir. Ne kadar az inaniyorsunuz?
42- Bir kâhinin de sözü değildir. Ne kadar az öğüt alıp-düşünüyorsunuz?
43- Alemlerin Rabbinden bir indirilmedir.(24)
44- Eğer o, bize karşı bazı sözleri uydurup-söylemiş olsaydı,
45- Muhakkak onun sağ- elini (bütün güç ve kudretini) çekip-alıverirdik.
46- Sonra onun can damarını elbette keserdik.
47- O zaman, sizden hiç kimse araya girerek bunu kendisinden engelleyip-uzaklaştıramazdı.(25)
48- Çünkü o (Kur’an, Allah’tan sakınan) muttakiler için bir öğüttür.(26)
49- Elbette biz, içinizde yalanlayanların bulunduğunu biliyoruz.
50- Gerçekten o (Kur’an) , kafirler için (kahırlı) bir hasrettir.(27)
51- Ve şüphesiz o, kesin bir gerçektir (hakku’l-yakin) .
52- Öyleyse, büyük Rabbini ismiyle tesbih et.
AÇIKLAMA
23. “Ne kadar az inanıyorsunuz”. Arapça konuşma tabiriyle “iman etmiyorsunuz, inanmıyorsunuz” anlamına gelir. Diğer bir anlamı da şöyle olabilir: “Bazen Kur’an’ı işitince vicdanın, “bu insan sözü olamaz” diyor ama sonra inadından dolayı iman etmiyor, inkar ediyorsunuz.”
24. Kısaca; gördüğün görmediğin şeyler üzerine yemin ederim ki bu Kur’an bir büyücü veya kahinin sözü değildir. Alemlerin Rabbi tarafından inzal edilmekte ve şerefli Rasül tarafından size aktarılmaktadır. Şimdi, üzerine yemin edilen bu görünen şeyler nelerdir bakalım 1) Bu sözleri çok şerefli birisi size takdim ediyor. Bunun böyle olduğu da Mekkelilerin gizlisi değildi. Çünkü ahlaki bakımdan kavminin en iyi kişisiydi. Böyle bir kişiden Allah’a iftira edeceği, kendi uydurduğu şeyleri Allah’a nisbet edeceği düşünülemezdi bile. 2) Şunu da açıkça biliyorlardı ki, Hz. Muhammed (s.a) bu kelamı tebliğ ederek şahsî bir menfaat temin etmiyordu. Üstelik böyle yapmakla pekçok şahsî çıkarlarını feda etmekteydi. Mesela ticareti mahvolmuştu, rahatı bozulmuştu. Toplumda herkesin gözbebeği iken şimdi insanlar ona küfretmekteydiler. Ayrıca yalnızca kendisi değil çoluk çocuğu da toptan aynı eziyetlere maruz kalmaktaydı. O halde, şahsi menfaat peşinde olan bir insan niye kendini bu hallere soksun? 3) Şuna da açıkça şahit oluyorlardı ki; içlerinden iman edenler eski hayatlarından döndüklerinde onlarda ne kadar büyük değişiklikler görülüyordu. Şimdiye kadar ne zaman bir şairin ya da bir kahinin sözleri insanlarda bu kadar büyük ahlaki değişmeyi ve ona inananların onun için her türlü belâ ve tehlikeyi göze almalarını sağlayacak tesirde olmuştu. 4) Şiirin dili ile bir kahinin sözlerinin nasıl olduğunu gayet iyi biliyorlardı. O zaman ancak inatçı olan kimse hâlâ Kur’an’a “bir şiir veya kehanet dilidir” diyebilir. (İzah için bkz. Enbiya an: 7; Şuara an: 142-145; Tur an: 22.) 5) Bütün Arabistan’da hiçbir kimsenin Kur’an gibi fasih ve beliğ bir sözü getiremeyeceğini, değil onun fesahat ve belağatine ulaşmak, yanına bile yaklaşamayacaklarını biliyorlardı. 6) Yine bilmekteydiler ki Allah Rasulü’nün edebî lisanıyla Kur’an’ın edebî uslubu aynı değildi. Ve hiçbir dil alimi Hz. Muhammed’in (s.a) konuşma lisanıyla Kur’an lisanının aynı seviyede olduğunu söyleyemedi. 7) Allah Rasulü’nün peygamberlik davasına başladığı ana kadar, daha önce O’nun ağzından şimdi Kur’an’ın işlediği konular ve içerdiği malumatlar gibisini işitmemişlerdi. Ayrıca Rasulüllah’ın, bu bilgileri başka bir yoldan tedarik edebilmesinin de mümkün olmadığını biliyorlardı; Muhalifleri her ne kadar O’nu bütün bu malumatları gizli bir vasıtayla elde etmekle itham ediyorlardıysa da Mekke’deki diğer insanları buna inandıramıyorlardı. (Bkz. Nahl an: 107; Furkan an: 12) . 8) Yerden göğe kadar bu muhteşem nizamın işleyişini müşahade ediyorlardı. Kainatta her şey belli bir nizam içerisinde ve muayyen bir kanuna bağlı olarak işlemekteydi.
Ve bu nizamda O’na bir şirk ve kıyametin inkârı hakkında bir delil bulamıyorlardı. Aksine her tarafta tevhid ve ahiretin hak oluşu hakkında Kur’an’ın da belirttiği işaretler vardır. Bu kainatın yaratıcısının, sahibinin ve hakiminin gerçekten Allah olduğunu, ve kainatta var olan herşeyin O’nun kulu, kölesi olduğunu, onların sahibinin yalnızca Allah olduğunu, Hz. Muhammed’in (s.a) hakikaten Allah (c.c) tarafından Rasul olarak vazifelendirildiğini ve Kur’an’ın O’na Allah tarafından inzal edildiğini ve yukarıdaki ayetlerde bu iki gerçek üzerine yemin edildiğini görmüyorlardı.
25. Bundan asıl maksat, peygamberin kendi kendine vahiy üzerinde herhangi bir eksiltme ya da artırma yetkisinin olmadığıdır. Eğer böyle yapacak olsa biz onu şiddetle cezalandırırız. Bu husus öyle bir üslupla söylenmekte ki gözünün önüne sanki, kendi tayin ettiği bir memura “Eğer benim adımı kullanarak sahtekarlık yaparsan senin kafanı uçururum” diyen bir kralın manzarası gelmektedir. Bazı kimseler bu ayetten yanlış bir istidlalle “Peygamberlik iddiasında bulunanlar eğer bu konuda yalancı ve sahtekâr iseler Allah’ın, hemen onların şah damarını koparıp boğazlarını keseceğini ve eğer kesmemişse o zaman onların iddialarında haklı olduklarını gösterdiğini” ileri sürmekteler. Halbuki bu ayet gerçek bir peygamber hakkındadır. Yalancı peygamberler hakkında değildir. Bırakın yalancı peygamberleri, ilahlığını iddia eden insanlar bile bu dünyada yıllarca hüküm sürebilmektedirler. Ama bu onların hak olduklarına delalet etmez. İzah için bkz. Yunus dipnot: 23.
26. Yani kim kötü yoldan ve o yolun sonuçlarından sakınmak isterse Kur’an onlar için bir nasihattır. İzah için bkz. Bakara an: 3.
27. Yani, en sonunda Kur’an’ı niye yalanladık diye pişman olacaklardır.
HAKKA SURESİNİN SONU