EBU’L A’LÂ MEVDUDİ’NİN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA KAFİRUN SURESİ 4 VE 6. AYETLER
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah(Celle Celaluhu)’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
4- “Ben de sizin taptıklarınıza tapacak değilim.”
5- “Siz de benim taptığıma tapacak değilsiniz.”(4)
6- “Sizin dininiz size, benim de dinim bana.”(5)
AÇIKLAMA
4. Müfessirlerden bir gruba göre bu iki cümle, önceki iki cümlenin tekrarıdır. Bu tekrardan maksat, önceki söyleneni güçlendirmek ve teyid etmektir. Pek çok müfessir de bunu tekrar olarak kabul etmez ve iki cümlenin aynı anlamı taşımadığını söyler. Bize göre de bu cümleler önceki iki cümlenin tekrarı değildir. Burada yalnız “Benim ibadet ettiğime sizler ibadet edenlerden değilsiniz” cümlesi tekrardır. Bu tekrar, önceki cümle ile aynı anlamda tekrar değildir. Bu cümleleri tekrar kabul etmeyen müfessirler, bu iki cümlenin anlamlarında ihtilaf etmişlerdir. Onların görüşlerinin hepsini burada sıralamak mümkün değildir. Çünkü bu konudaki münakaşa çok uzundur. En doğru bulduğumuz görüşü aşağıya alıyoruz.
Bu cümlede “Sizin ibadet ettiklerinize ibadet edenlerden değilim.” ifadesi, ikinci ayetin anlamından tamamen farklıdır. İkinci ayetteki, “Sizin ibadet ettiklerinize ben ibadet etmem” ifadesi ile önceki ifade arasında büyük fark vardır. Birincisi, “Ben falan işi yapmam veya yapmayacağım” şeklindedir. Yani burada şiddetli inkar vardır. Ama bundan daha şiddetli inkar, “Ben falan işi yapanlardan değilim.” cümlesindedir. Çünkü bunun anlamı, o işin çok kötü olmasından dolayı onu işlemek bir yana, onu düşünmenin bile mümkün olamayacağıdır. İkincisi, “ibadet ediyorsunuz” ifadesinin kapsamı, kafirlerin ibadet etmekte oldukları mabudlaradır. Bunun tersine, “ibadet ettikleriniz” ifadesinin kapsamı, ataları da dahil olmak üzere kafirlerin mabudlarının zaman zaman eksildiği ve arttığı bir gerçektir. Kâfirler değişik zamanlarda çeşitli mabudlara tapmışlardır. Bütün kafirlerin mabudları her zaman ve her yerde aynı olmamıştır. Onun için ayetin anlamı, “Yalnız bugünkü mabudlarınızdan değil, atalarınızın mabudlarından da beriyim. Bu mabudlara ibadet etmek aklımdan bile geçmez” olur. İkinci cümle, beşinci ve üçüncü ayetlerdekilerle aynı kelimeleri taşımasına rağmen, suredeki yeri nedeniyle değişik anlam taşımaktadır. Üçüncü ayet, “Sizin ibadet ettiklerinize ibadet etmiyorum.” cümlesinden sonra gelmiştir.
Onun için anlamı, “benim ibadet ettiğim vasıflardaki tek İlah’a sizler ibadet edenlerden değilsiniz.” cümlesinden sonra gelmektedir. Onun için anlamı, “Ve siz de benim ibadet ettiğim tek İlah’a ibadet edenlere benzemiyorsunuz.” olur. Diğer ifadeyle, “Benim için sizin ve atalarınızın taptığı tanrılara tapmak mümkün değildir. Sizin de pek çok tanrıya ibadeti terkederek bir tek İlah’a ibadet etmeye karşı inadınız vardır. Onun için, tek ilah’a ibadet etmeniz ümit edilmiyor.”
5. Yani benim dinim ayrı, sizin dininiz ayrıdır. Ben sizin mabudlarınıza tapanlardan değilim, siz de benim taptığım ilah’a tapmıyorsunuz. Ben sizin mabudlarınıza ibadet edemem. Siz de benim mabuduma ibadet için hazır değilsiniz. Onun için benim yolum ve sizin yolunuz hiç bir zaman birleşmez. Bu ifade, kafirlere hoş görünmek için değil, gittikleri yolda devam ettikleri sürece onlardan kesinlikle beraat ve ilişki kesmeyi ilan etmek içindir. Aynı zamanda kafirlerin, din konusunda Allah’ın Rasulü ve O’na iman edenler ile hiçbir zaman uzlaşmayacağını belirtmeyi ve bu konuda ümitlerini kesmelerini de kapsamaktadır. Bu beraat ilanı, bu sureden sonra nazil olan Mekki surelerde peşpeşe tekrarlanmıştır. Yunus suresi 41. ayette şöyle buyurulmuştur: “…benim yaptığım bana, sizin yaptığınız size. Siz benim yaptığımdan uzaksınız, ben de sizin yaptığınızdan uzağım” Aynı surenin 104. ayetinde şöyle buyurulmuştur: “De ki ey insanlar, benim dinimden kuşkuda iseniz, ben sizin Allah’tan başka taptıklarnıza tapmam. Sizi öldürecek olan Allah’a taparım. Bana mü’minlerden olmam emredilmiştir.” Şuara suresi 216. ayette ise şöyle buyurulmuştur: “Şayet sana, karşı gelirlerse, ben sizin yaptıklarınızdan uzağım de.” Sebe suresinde 25 ve 26. ayetlerde de şöyle buyurulmuştur: “Bizim işlediğimiz suçtan siz sorulacak değilsiniz, biz de sizin işlediğinizden sorulacak değiliz. De ki, Rabbimiz hepimizi biraraya toplayacak sonra aramızda hak ile hükmedecektir. En adil hüküm veren, bilen O’dur.” Zümer suresi 39 ve 40. ayetlerde şöyle buyurulmuştur: De ki ey kavmim, durumunuza göre çalışın, ben de çalışıyorum. Yakında bileceksiniz, kendisini rezil edecek azab kime geliyor ve sürekli azab kimin üzerine konuyor?” Aynı ders Medine’de bütün müslümanlara şöyle verilmiştir: “İbrahim’de ve O’nunla beraber bulunanlarda sizin için güzel bir misal var. Onlar kavimlerine demişlerdi ki: Biz sizden ve sizin Allah’tan başka taptıklarınızdan uzağız. Sizi tanımıyoruz. Siz bir tek Allah’a inanıncaya kadar sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve nefret belirmiştir…” (Mümtehine:4) Kur’an-ı Kerim’in bu peşpeşe açıklamaları ve ‘lekum dinukum veliyedin’ ifadesinin anlamı, “siz kendi dininize devam edin, ben de kendi dinime devam edeyim” değildir. Aslında maksat Zümer suresi 14. ayetde buyurulduğu gibidir: “De ki, ben dinimi yalnız Allah’a halis kılarak O’na kulluk ediyorum.”
İmam Ebu Hanife ve İmam Şafii, bu ayetten (Kafirun,3) , kafirlerin kendi aralarındaki dinleri ne kadar farklı olursa olsun onların topluca bir millet olduklarını istidlal etmişler ve Yahudi’nin Hristiyan’a, Hristiyan’ın da Yahudi’ye veya bir kafirin, başka dinden bir kafire mirasçı olabileceklerini söylemişlerdir. Veraset; nikâh, neseb veya başka bir ilişki dolayısıyla olabilir. Bunun tersine İmam Malik, Evzaî ve Ahmed, bir dinin inananlarının, diğer dinin inananlarına varis olamayacağını söylerler. Onlar şu hadisi bu görüşe delil gösterirler: İbn Ömer b. As’tan rivayet edilmiştir ki, Resulullah: “iki değişik millet (din) birbirine varis olamaz” buyurmuştur. (Müsned-i Ahmed, Ebu Davud, İbn Mace, Darekutnî) Bunun benzeri bir hadisi Tirmizî Cabir’den, İbn Hibban İbn Ömer’den, Bezzar Ebu Hureyre’den nakletmişlerdir. Bu mesele üzerinde ayrıntılı olarak söz eden meşhur Hanefî fakihi Şemsü’l Eimme Serahsî şöyle der: “Müslümanların birbirlerine varis olmaları gibi, kâfirler de birbirlerine varis olurlar. Onların arasındaki bazı veraset şekilleri müslümanlar arasında yoktur… Hakikat, Allah’ın iki din üzerinde karar kıldığıdır. Biri hak din, diğeri batıl dindir. Bundan dolayı Allah (c.c.) -lekum dinukum veliyedin- buyurdu.. O’nun indinde iki fırka vardır. Bir fırka cennet ehlidir, onlar mü’minlerdir. İkinci fırka cehennem ehlidir, onların hepsi de kafirlerdir. Allah, bu iki grubu birbirine muhalif kılmış ve şöyle buyurmuştur: “İşte şunlar, Rabb’leri hakkında çekişen iki hasım taraf, inkar edenler için ateşten giysi biçildi, başlarının üstünden de kaynar su dökülüyor.” (Hac, 19) . Yani bir fırka topluca bütün kafirlerdir. Onlar iman edenler ile çekişme halindedirler… Biz onları itikadlarına göre ayrı ayrı millet olarak kabul edemeyiz. Onlar Müslümanlar karşısında tek millettirler. Çünkü Müslümanlar Hz. Muhammed’e (s.a.) ve Kur’an’a inanmakta, onlar ise bunları inkar etmektedirler. Onun için onlar kafir olarak tanımlanmış ve Müslümanlar karşısında tek millet oldukları belirtilmiştir… (İki ayrı millet birbirine varis olamaz) hadisi, zikrettiğimiz gibi bu iki milletin birbirine varis olamayacağını hükme bağlar. Yani Müslüman kâfire, kâfir de Müslümana varis olamaz. (el-Mebsut c.3, s.30’dan, 32’ye) İmam Serahsî’nin burada verdiği hadis, Buharî, Müslim, Neseî, Ahmed, Tirmizî, İbn Mace ve Ebu Davud’da Usame b. Zeyd’den rivayet edilmiştir.
KÂFİRUN SURESİNİN SONU