EBU’L A’LÂ MEVDUDİ’NİN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA KAMER SURESİ 1. VE 5. AYETLER
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
Rahman Rahim olan Allah’ın adıyla
1- Kıyamet-saati yakınlaştı ve ay da yarıldı.(1)
2- Onlar bir ayet (mucize) görseler, sırt çevirirler ve: “(Bu,) Süregelen bir büyüdür”(2) derler.
3- Yalanladılar ve kendi heva (istek ve tutku) larına uydular;(3) oysa her iş sonunda kendi amacına varıp karar kılacaktır.(4)
4- Andolsun, onlara (kendilerini şirkten ve bozulmalardan) caydırıp vazgeçirtecek nice haberler geldi.
5- (Ki her biri) Doruğunda-olgunlaşmış hikmettir. Fakat uyarıp-korkutmalar bir yarar sağlamıyor.
AÇIKLAMA
1. “Ay yarıldı” ifadesi kıyametin meydana geleceği saatin yakın oluşunu ve bu kainatın çöküşünün başladığına bir işarettir. Ayrıca Ay gibi büyük bir kürenin yarılması, meydana geleceği bildirilen kıyametin apaçık bir delilidir. Çünkü Ay yarılabiliyorsa eğer, yıldızların da bulundukları eksenden ayrılmaları mümkündür. Dolayısıyla kainattaki nizam her an alt-üst olabilir. Kainat nizamı içerisinde hiçbir şey, bir diğerinden bağımsız olmadığı için sonsuza değin devam etmesi, bu nizam için mümkün değildir. İşte kıyamet, bu imkansızlığın doğal bir sonucudur.
Bazıları bu ifadeden “Ay yarılacak” şeklinde bir anlam çıkarmışlardır. Gerçi Arapça bakımından böyle bir anlam mümkün görülüyorsa da, ayetin siyak ve sibakından bu anlam çıkmaz.
Çünkü birincisi, böyle bir anlam verdiğimizde, birinci cümle (Kıyamet yaklaştı) manasız olur. Şayet Ay, bu ayetin indiği zamana kadar yarılmamışsa ve gelecekte yarılacaksa, o takdirde “Kıyamet yaklaştı” demek bir anlam ifade etmez. Zira, gelecekte meydana gelecek bir olay, kıyametin geleceğine nasıl delil teşkil eder? İkincisi, böyle bir anlam verdiğimizde, önceki cümle ile daha sonraki cümle arasında bağlantı kopar ve ilk ayet ile irtibat kesilir. Nitekim ilerideki ibareden, sözkonusu mucizenin kıyametin vukuuna delil olmak üzere açıkça gösterildiği anlaşılmaktadır. Ancak kafirler, bu mucizeden bir ders almadıkları gibi, üstelik onu bir sihir olarak nitelemişler ve kıyametin vukuunu inkar etmişlerdir. Dolayısıyla ifadeyi (aslında olduğu gibi) “Ay yarıldı” şeklinde kabul edersek şayet, o zaman siyak ve sibaktan anlamlı bir cümle ortaya çıkar. Aksi takdirde, aşağıdaki gibi anlamsız olur.
“Kıyamet yaklaştı, Ay yarılacak (!) Bir mucize görseler hemen yüz çevirirler ve “süregelen bir büyüdür” derler. Yalanladılar, nefislerinin arzusuna ve heveslerine uydular. Halbuki her iş, yerini bulacaktır.”
Özetlersek, Kur’an’ın ayetlerinden, Ayın yarılması hadisesinin vukû bulduğu, yani Ayın yarıldığı açıkça anlaşılmaktadır. Nitekim, bu konuda gelen rivayetleri dikkate almasak dahi, Kur’an’ın kendi ifadelerinden bile, bu olayın vuku bulduğunu anlayabiliriz. Yine, hadis ve tefsir kitaplarının bu olayın vuku bulduğunu bize aktardığını belirtmeliyiz. Bu rivayetler, Buhari, İbn Cerir, Beyhaki, Taberani, İbni Merduye, Ebu Naim el-İsfehani gibi bir çok muhaddisten Hz. Ali, İbn Mes’ud, İbn Abbas, İbn Ömer, Huzeyfe, Enes b. Malik ve Cübeyr b. Mutim gibi bir çok sahabe kanalıyla nakledilmiştir. Bu sahabelerden üçü (İbn Mes’ud, Huzeyfe ve Cübeyr) hadiseyi bizzat görmüşlerdir. İki sahabeden biri (İbn Abbas) o dönemde daha doğmamıştı ve diğeri (Enes b. Malik) küçük bir çocuktu. Ancak her ikisi de Hz. Peygamber’in (s.a) sahabesi olması nedeniyle, bu bilgilerini diğer sahabelerden almış olmalıdır.
Tüm bu rivayetler, birlikte ele alındığında bu olayın hicretten 5 yıl önce vuku bulduğu anlaşılır. Olayın vuku bulduğu gün ayın ondördü idi ve ay yeni yeni yükseliyordu. Aniden ikiye ayrılıp bir parça, dağın bir tarafında, diğer parça, dağın öbür tarafında görülmüş ve bu manzara bir saniye kadar sürmüştür.
Bu esnada Hz. Peygamber (s.a) Mina’da bulunuyordu ve halka bu manzarayı işaret ederek, “Şahit olunuz” dedi. Ancak kafirler, “Muhammed bizi büyülediği için ay bize bu şekilde görüldü” dediler. Fakat bazıları da, “Muhammed bizleri (buradakileri) etkileyebilir, ama herkesi etkileyemez. Böyle bir hadiseye şahit olup olmadıklarını dışarıdan gelenlere soralım dediler ve başkalarına bu olayı görüp görmediklerini sordular. Onlar bu olayı gördüklerini söylediler.
Enes b. Malik’den rivayet edilen hadislerde, bu hadisenin iki kez vuku bulduğuna dair bazı yanlış anlamalar vardır. Onun dışında sahabeden hiçkimse bu hadisenin iki kez vuku bulduğuna dair bir şey söylememiştir. Enes’in (r.a) rivayet ettiği hadislerde “merreteyn” (iki kez) , “fırkateyn” (iki parça) “şakkateyn” gibi ifadeler kullanılmıştır. Kur’an ise, bir kez vuku bulduğunu öne sürer. Doğrusu da, bu olayın bir kez vuku bulmasıdır. Ayrıca, Hz. Peygamber’in (s.a) bir parmağını Ay’a doğru uzattığı ve Ay’ın ikiye bölündüğü, bir parçasının Rasûlullah’ın (s.a) yakasından içeri girip kolundan çıktığı şeklindeki efsanelere gelince, bunların aslı yoktur.
Bu bağlamda şu tür sorular sorulabilir:
a) Bu mucizenin hakikati nedir?
b) Bu, Rasululah’ın peygamberliğini ispat sadedinde bir mucize miydi?
c) Bu, Allah tarafından gerçekleştirilen bir hadise olup, Rasûlullah’ın (s.a) bu olayla kıyametin vuku bulması ve yakın olması konusunda halkın dikkatini çektiği bir delil midir?
İslâm alimlerinin önemli bir bölümü, bu olayı, kafirlerin isteği üzerine Rasûlullah’ın (s.a) gösterdiği bir mucize olarak niteler. Bu görüş Enes b. Malik’ten gelen rivayetlere dayanmaktadır. Oysa Enes’in dışında hiçbir sahabe olayı bu şekilde rivayet etmemiştir. İbn-i Hacer Fethu’l-Bari adlı eserinde, “Enes’in dışında hiçbir sahabeden Rasûlullah’ın (s.a) bu mucizeyi kafirlerin isteği üzerine gösterdiği şeklinde bir rivayete rastlamadım.” demektedir. (Şakk’ul-Kamer Babı) Ayrıca Ebu Naim el-İsfehani, “Delailü’n-Nübüvve” adlı eserinde, bu konuda İbn Abbas’dan bir rivayet nakletmiştir, ama senet bakımından zayıftır. Sağlam senedlerle bu konuda İbn Abbas’tan ne kadar hadis rivayet edilmişse, hiçbirinde bu mucizenin kafirlerin isteği üzerine vuku bulduğundan bahsedilmemiştir. Üstelik Enes b. Malik ve İbn Abbas, bu olayın çağdaşı değillerdir. Çağdaş olan sahabeden hiçbirisi de (İbn Mes’ud, Huzeyfe, Hz. Ali, Cübeyr b. Mutim, İbn Ömer) bu mucizenin, kafirlerin Hz. Peygamber’den (s.a) nübüvvetini ispat etmesi için mucize talebinde bulunmaları üzerine meydana geldiğini zikretmemişlerdir.
Zaten bu olayın, Kur’an’da nübüvvetin (peygamberliğin) bir delili olarak vuku bulması, Kureyşlilere kıyametin geleceğini haber veren Hz. Muhammed’in (s.a) nübüvvetini dolaylı olarak doğrular.
Bu mucizeye karşı itiraz edenler, iki şekilde itiraz etmişlerdir.
a) Koskoca Ay Küresinin ikiye ayrılması ve yüzbin millik bir mesafeden sonra, tekrar birleşmesi mümkün değildir.
b) Şayet bu hadise vuku bulmuş olsaydı Dünya Tarihi ve Yıldız Bilimleri kitaplarında olması gerekirdi.
Fakat bu her iki itiraz da çok yüzeyseldir. İlk itiraz, insan bugünkü bilgi seviyesinde olmasaydı, belki tereddütte kabul edebilirdi, ancak elimizde bugünkü bilimsel veriler varken, bu itirazı kabul etmek imkansızdır. Çünkü son bilimsel verilere göre, büyük yıldızlar patlama dolayısıyla koca parçalara ayrılabilir ve sonra tekrar çekim kuvvetiyle birleşebilirler. Bu hadise olduğunda patlama vs. şeklinde bir tezahür sözkonusu olmadığından her yerde ve aynı anda görülmesi gerekmeyeceğinden, ikinci itiraz da anlamsızdır. Zaten bu olay, Arabistan ve diğer doğu ülkeleri tarafından görülebilirdi. Ayrıca tarih bilimleri ve teknoloji şimdiki kadar gelişmediğinden, bu olayın hemen kayıtlara geçmesi ve bu kayıtların incelenerek karşılaştırma yapılması mümkün değildir. Fakat yine de, Hindistan’ın bir vilayeti olan Malabar tarihinde bu olay kaydedilmiştir. Olaya bir Reca (hükümdar) şahit olmuştur. Bu noktada takvimlerin değişmediği sorusuna, ayın hızında bir değişme olmadığı ve meteoroloji biliminin şimdiki gibi anında olayı tespit edebilecek derecede gelişmediğinden dolayı, olayın kaydedilmediği şeklinde cevap verebiliriz.
2. Bu, birkaç anlama gelebilir:
a) Gece ve gündüz Muhammed’in elindedir ve bu bir sihirdir.
b) Bu, çok mükemmel ve sağlam bir sihirdir.
c) Her sihir geçici olduğu gibi bu da geçicidir.
3. Yani, onlar kıyameti inkar etmekte kararlıdırlar ve apaçık mucizeleri gördükten sonra bile yalanlıyorlar. Çünkü kıyameti kabul etmek, onların nefsani arzu ve heveslerinin peşlerinden gitmelerine engel olur.
4.Yani, Rasûlullah’ın (s.a) hak davetine karşı, sürdürdüğünüz inatçı tavır, sonsuza değin süremez. Her iş gibi bunun da bir sonu vardır. Dolayısıyla Rasûlullah (s.a) ile aranızdaki tartışma sona erecek ve neticede onun Hak, sizlerin ise batıl üzerinde olduğunuz ispatlanacaktır.