EBU’L A’LÂ MEVDUDİ’NİN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA KASAS SURESİ 38. ve 40. AYETLER
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
38- Firavun dedi ki: “Ey önde gelenler, sizin için benden başka bir ilah olduğunu bilmiyorum.(52) Ey Hâmân, çamurun üstünde bir ateş yak da, bana yüksekçe bir kule inşa et, belki Musa’nın ilahına çıkarım çünkü gerçekten ben onu yalancılardan (biri) sanıyorum.”(53)
39- O ve askerleri yeryüzünde haksız yere büyüklendiler(54) ve gerçekten bize döndürülmeyeceklerini sandılar.(55)
40- Bunun üzerine, onu ve askerlerini tutuverip suya attık. Böylelikle zulmedenlerin nasıl bir sona uğradıklarına bir bak.(56)
AÇIKLAMA
52. Firavun bununla kavminin, yer ve göklerin yaratıcısı olduğunu kastetmiyordu, kastetmiş de olamazdı. Çünkü böyle bir şey ancak bir deli tarafından ortaya atılabilirdi. Bununla birlikte o, kendisinden başka ilahların olmadığını da kasdetmiyordu. Zira Mısırlılar birçok tanrıya ibadet etmekteydiler ve bizzat Firavun, Güneş Tanrısı’nın hulûl ettiği şahıs haline getirilmişti. Kur’an-ı Kerim bizzat Firavun’un birçok tanrıya ibadet ettiğine tanıklık etmektedir: “Firavun kavminin ileri gelenleri şöyle dedi: “Musa ve takipçilerini, ülkede karışıklık çıkarsınlar, seni ve ilahlarını geçersiz kılsınlar diye mi ülkede serbest bırakacaksın?” (A’raf: 127)
Dolayısıyla Firavun kendisi için “ilah” kelimesini kullanırken bunu zaruri olarak yaratıcı ve hakiki ulûhiyet sahibi anlamında değil, tartışmasız yüce iktidar sahibi anlamında kullanmıştı. Demek istediği şuydu: “Bu Mısır Ülkesi’nin sahibi benim. Tüm emir ve yasakların teşriî menbaı ancak ben kabul edilebilirim. Benden başka hiçkimse emir vermeye yetkili değildir. Musa da kim oluyor? Kim bu alemin rabbinin delegesi sıfatıyla karşıma çıkıp da, kendisi hükümdar, ben tâbî imişim gibi bana emirler tebliğ eden adam?” Saray erkanına dönerek onlara: “Ey kavmim! Mısır’ın krallığı bana ait değil mi? Bu altımdan akan ırmaklar benim değil mi.” (Zuhruf 51) diye sorması bundandır. Ve Musa’ya tekrar tekrar: “Bu ülkeyi ele geçiresiniz diye bizi atalarımızın dininden vazgeçirmeye mi geldiniz.” (Yunus: 78) , “Ey Musa, büyücülüğünün kuvvetiyle bizi ülkemizden sürmeye mi geldin!” (Taha: 57) ve “Onun dininizi değiştireceğinden yahut ülkede karışıklığa sebeb olacağından korkuyorum.” (Mümin: 26) şeklinde sorular sorması bundandı.
Eğer mesele bu açıdan ele alınırsa, apaçık hale gelecektir ki, Firavun’un durumu peygamberler tarafından getirilen ilahî kanundan bağımsız olarak siyasî ve hukukî hakimiyet iddiasında bulunan devletlerin durumundan hiç de farklı değildir. Bu devletler kanun koyucu, emir ve yasakları belirleyici olarak ister bir kralı görsünler, isterse millet iradesini ülkenin, Allah’ın koyup peygamberlerin tebliğ ettiği kanun ile değil de kendi kanunlarıyla yönetilmesi durumuna müncer oldukları sürece, Firavun’un durumuyla kendilerininki arasında hiçbir fark yok demektir. Ancak bir fark vardır ki, o da cahil halkın Firavun’u lânetleyip bu devletleri yasal olarak tasdik etmesidir. Hakikati anlayan kimse yalnızca kelime ve ıstılahlara değil, ruha ve mânâya bakacaktır. Firavun “ilah” kelimesini kendisi için kullanmıştır, ancak bu devletler “hakimiyet” kelimesini de aynı anlamda kullanmaktadırlar. (Daha fazla bilgi için bkz. Taha Suresi, 21. açıklama notu.)
53. Bu zihniyet, bugün Rus komünistlerinin sergiledikleri zihniyetle aynıydı. Onlar uzaya Sputnikler, Lunic’ler gönderdi ve dünyaya, bu araçlarının yukarılarda -haşa- Allah falan bulamadıklarını duyurdu. İşte eski zaman aptalı da Allah’ı bir kuleden görmek istemişti. Bu gösterir ki, dalâletteki insanların muhayyile sınırları 3500 yıldır olduğu gibi kalmış; bir santim bile genişlememiştir. Allah’a ibadet edenlerin Alemlerin Rabbi olarak teslim ettiği varlığın inançlarına göre, güya yukarılarda bir yerde olduğunu onlara kimbilir kim söylemiş! Buna göre eğer onlar Allah’ı sınırsız alem içindeyken, yeryüzünün birkaç bin km. yukarıda görmezlerse, bu onun güya hiçbir yerde olmadığına delil teşkil edecektir.
Kur’an, Firavun’un gerçekten böyle bir kule inşa ettirip de onun üzerinden Allah’ı görmeye çalışıp çalışmadığı konusunda herhangi bir açıklama getirmez. Fakat Firavun’un bu aptalca şeyi yapmadığı aşikardır. O yalnızca halkı aldatmak kastıyla böyle söylemişti. Ayrıca Firavun’un, Alemlerin Rabbi olan bir varlığı gerçekten inkâr mı ettiği, yoksa sırf inatçılık yüzünden mi böyle münkirce konuştuğu da açık değildir.
Bu açıdan bakıldığında onun sarfettiği sözler, bir kimsenin Rus komünistinin cümlelerinde rahatça göreceği kafa karışıklığının aynısına tekabül etmektedir. Nitekim Firavun bazen göğe tırmanıp insanlara Hz. Musa’nın tanrısını hiçbir yerde göremediğini söylemek için geri dönmek istemekte, bazen de şu sözleri sarfedebilmektedir: “Niçin ona altın bilezikler gönderilmiyor veya neden bir melekler topluluğu ona eşlik etmiyor?” (Zuhruf: 53) Bu sözler, Rusya sapık başbakanı Kruşçev’in söylediklerinden pek farklı değildir. O bazen Allah’ı inkar eder, bazen de O’na yalvarır, Bazen de O’nun adıyla yemin ederdi.
Bizim görüşümüze göre, “Yusuf (a.s) ve halefleri döneminin geçmesi ardından Mısır Kıptî kavmiyetçiliğinin hakimiyeti altına girmiş; ülkede ırkçı ve kavmiyetçi önyargıların sebeb olduğu siyasî bir ınkılab yaşanmış; kendi kavmiyetçi yargılarına pek düşkün yeni liderler Allah’a ve dolayısıyla Hz. Yusuf (a.s) ile onun izleyicileri olan İsrailoğulları ve Mısırlı müslümanlara karşı düşmanca bir tavır takınmışlardı ve halkı da böyle bir tavır almaya davet etmekteydiler. Onların düşüncesine göre eğer Allah’a inanırlarsa Hz. Yusuf (a.s) tarafından tesis edilmiş olan medeniyetin nüfuz ve etkisinin önüne geçmeleri mümkün olmayacaktı. Çünkü bu medeniyet yaşadığı sürece siyasî etkilerini pekiştirmeleri mümkün değildi. Onlar için Allah’a inanma ile müslümanların hakimiyeti birbirinden ayrılmayan, birbirine bağımlı şeylerdi. Dolayısıyla birini bertaraf etmek için diğerini inkâr etmek gerekiyordu. Her ne kadar bir Allah’a olan inancı kalblerinin derinliklerinden sökemez idiylerse de bu zorunluydu.
54. Yani büyüklenme hakkına sahip olan yalnızca Alemlerin Rabbi olan Allah’dır. Ne varki Firavun ve orduları, yeryüzünün küçük bir bölgesinde mahdut bir güç elde ettiklerinde büyüklendiler.
55. Yani, “Onlar sandılar ki, kendilerine hiçbir şey sorulmayacak. Sonra bu zanla günbegün daha da başıboş davranmaya başladılar.”
56. Allah bu sözlerle, onların büyüklenmesine mukabil ne kadar değersiz, ne denli önemsiz olduklarını vurgulamaktadır. Sandılar ki onlar büyük bir kavim. Fakat Allah’ın kendilerini islah etme yolundaki ikazlarına rağmen kendi akıbetlerine bizzat çağırmalarından sonra süprüntü gibi denize atıldılar.