EBU’L A’LÂ MEVDUDİ’NİN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA MÜCADELE SURESİ 20. VE 22. AYETLER
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun
20- Hiç şüphesiz Allah’a ve Resulüne karşı (onların koydukları sınırları tanımayıp kendiler sınır koymağa kalkışmakta) başkaldıranlar; işte onlar, en çok zillete düşenler arasında olanlardır.
21- Allah, yazmıştır: “Andolsun, ben galip geleceğim ve peygamberlerim de.”(36) Gerçekten Allah, en büyük kuvvet sahibidir, güçlü ve üstün olandır.
22- Allah’a ve ahiret gününe iman eden hiç bir kavim (topluluk) bulamazsın ki, onlar Allah’a ve Rasulüne karşı başkaldıran kimselere bir sevgi (ve dostluk) bağı kurmuş olsunlar; bunlar, isterse babaları, ister çocukları, ister kardeşleri, isterse kendi aşiretleri (soyları) (37) olsun. Onlar, öyle kimselerdir ki, (Allah) onların kalplerine imanı yazmış ve onları kendinden bir ruh ile desteklemiştir. Onları, altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacaktır; orda ebedi olarak kalacaklardır. Allah, onlardan razı olmuş, onlar da O’ndan razı olmuşlardır. İşte onlar, Allah’ın fırkasıdır. Dikkat edin; şüphesiz Allah’ın fırkası olanlar, felah (umutlarını gerçekleştirip kurtuluş) bulanların ta kendileridir.
AÇIKLAMA
36. İzah için bkz. Saffat an: 93.
37. Bu ayette, prensip (usül) itibarıyla, iki hususa değinilmiştir. Prensib bakımından, hem hak dine iman etmek, hem de bu dine düşman olan kimselere sevgi beslemek gibi iki zıt tavrın, bir kişide aynı anda bulunması imkansızdır. Kesinlikle bir yanda iman, diğer yanda Allah ve Rasulü’nün düşmanlarına sevgi beslemek gibi bir tavır olamaz. Çünkü bir insan hem kendi nefsini, hem de nefsinin düşmanlarını aynı zamanda sevemez. Dolayısıyla müminlik iddiasında bulunan bir kimse, aynı zamanda İslâm düşmanıyla da dostluk ilişkilerini sürdürüyorsa şayet, bu kimsenin müminlik iddiasının doğru olabileceği şeklinde bir tereddüte düşülmemelidir. Ayrıca bir yanda Müslüman olduğunu söyleyip, diğer yandan, İslâm düşmanlarıyla dostluklarını devam ettiren kimselerin, (kendileri hakkında) mümin mi, münafık mı olduklarını tekrardan ciddi bir şekilde düşünmeleri gerekir. Yani mümin mi, münafık mı olmak istiyorlar, buna karar vermelidirler. Şayet dürüst kimselerse, bunun ahlâkî bakımdan iki yüzlülüğün en aşağı tabakası olduğunu anlayacaklardır. Sonuçta da aynı anda iki ata birden binmekten vazgeçmelidirler. İman, onlardan açıkça şu iki seçenekten birini tercih etmelerini ister: Mümin olmak istiyorlarsa, İslâm’a zarar veren her türlü ilişkiyi kesmelidirler, fakat ilişkileri onlar için İslâm’dan daha önemli ise, bu sefer müminlik iddialarından vazgeçmelidirler.
Bu anlatılanlar ilke itibarıyla böyledir. Fakat Allah Teâlâ sadece bu konuda ilkeleri beyan etmekle kalmamış, ayrıca yalan yere Müslümanlık iddiasında bulunan kimselere gerçek örnekler vermiştir. Ki zaten onlar bizzat bu kimseleri biliyorlardı. Yani onlar, gerçek müminlerin, İslâm’a zarar veren tüm ilişkilerini keserek, bir cemaat haline geldiklerini bizzat görüyorlardı. Bu öyle bir vakıadır ki, tüm Araplar Bedir ve Uhud savaşlarında bunu açıkça müşahede etmişlerdir. Mekke’den Medine’ye hicret eden sahabe, Allah rızası için kendi akraba ve kabilelerine karşı savaşmaktan asla çekinmemişlerdir. Ebu Ubeyde (r.a) babası Abdullah b. Cerrah’ı, Mus’ab b. Umeyr (r.a) kendi kardeşi Ubeyd b. Umeyr’i ve Hz. Ömer (r.a) kendi dayısı As bin Hişam bin Muğiyre’yi öldürmüştür. Hz. Ebubekir (r.a) , oğlu Abdurrahman ile çarpışmaya hazırlanırken, Hz. Ali (r.a) , Hz. Hamza (r.a) ve Hz. Ubeyde bin Haris (r.a) en yakın akrabaları Utbe, Şeybe ve Velid bin Utbe’yi öldürmüşlerdir. Hz. Ömer (r.a) Bedir esirleri hakkında, Hz. Peygamber’e (s.a) “Bunların hepsini öldürelim, üstelik herkes kendi akrabasını bizzat öldürsün” demiştir. Aynı savaşta Musab bin Umeyr’in (r.a) öz kardeşi Ebu Aziz bin Umeyr esir düşer. Ensardan bir sahebinin onu bağladığını gördüğünde Musab bin Umeyr, onu bağlayan sahebeye, “Onu sıkıca bağla, çünkü annesi çok zengindir.
Bu yüzden sana oldukça fazla miktarda fidye verir” der. Bunun üzerine kardeşi Ebu Aziz, “Kardeşim olmana rağmen nasıl böyle konuşursun” diye söylenir. Musab ise, “Şimdi sen benim kardeşim değilsin. Benim kardeşim, seni şu anda bağlayan kimsedir” diye cevap verir. Yine Bedir Savaşı’nda, Hz. Peygamber’in (s.a) damadı, Ebu-l As esir düşer ve hiç kimse kendisine özel bir muamele yapmayarak, diğer esirlere nasıl davranıyorlarsa aynı şekilde davranırlar.
İşte böylece İhlâslı müminlerin nasıl davrandıkları ve Allah’ın dinine nasıl bağlı oldukları gerçek bir şekilde sergilenmiştir.
Deylemi, Hz. Muaz’dan mervî olarak, Hz. Peygamber’in (s.a.) şu duasını nakleder. “Ey Allah’ım! Bana bir facirin, bir fasıkın bir şey ihsan etmesine izin verme ki, kalbimde ona karşı bir sevgi meydana gelmesin. Çünkü sen, inzal ettiğin vahiyde, Allah’a ve Ahiret gününe iman edenlerin, Allah ve Rasulüne düşman olanlarla dostluk ettiğini göremezsin diye buyurdun.”
MÜCADELE SURESİNİN SONU