EBU’L A’LÂ MEVDUDİ’NİN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA MÜLK SURESİ 21. VE 26. AYETLER
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah(Celle Celaluhu)’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
21- Eğer O, rızkını tutup-kesecek olsa, sizin rızkınızı verecek olan kimmiş? Hayır; onlar, bir azgınlık ve nefret içinde inatla direnmektedirler.
22- Şu halde yüzükoyun sürünerek yürüyen(32) mi daha çok hidayete erer, yoksa dosdoğru yol üzerinde dümdüz yürümekte olan mı?
23- De ki: “Sizi inşa edip-yaratan, size kulak, gözler ve gönüller veren O’dur. Ne kadar az şükrediyorsunuz?”(33)
24- De ki: “Sizi yeryüzünde üretip-türeten O’dur. Siz O’na toplanıp götürüleceksiniz.”(34)
25- Derler ki: “Eğer siz doğru sözlüler iseniz, şu tehdit (ettiğiniz azab) ne zamanmış?”(35)
26- De ki: “(Bununla ilgili) Bilgi ancak Allah’ın katındadır. Ben ancak apaçık olan bir uyarıcı-korkutucuyum.”(36)
AÇIKLAMA
32. Yani, “Sizler hayvanlar gibi, bir yola sevkedilmiş gitmektesiniz.”
33. Allah, sizleri hayvan olarak değil, insan olarak yaratmıştır, dolayısıyla sizler yanlış yol doğru yol nedir, hiç düşünmeden her sapık yolu takip etmekle görevlendirilmediniz. Allah size duyma yeteneğini (sem’) , doğru yolu anlatan kimseleri duyabilmeniz ve doğru yolda yürümeye karar verebilmeniz için vermiştir. Yine size görme yeteneğini (ebsâr) kainattaki, Allah’ın birliğine işaret eden her türlü tezahüratı görerek, ardında bir yaratıcının olduğunu anlayın diye vermiştir. Size anlama yeteneğini (ef’ide) , bu yeteneği kullanıp doğru ve yanlışı ayırabilesiniz diye ihsan etmiştir. Ancak, Allah sizlere bu ilm, akıl, görme, duyma nimetlerini Hakkı bilmeniz için lütfetmiş olmasına rağmen, sizler onları her işte kullanıyor ama hakkı öğrenmede kullanmayarak, nankörlük yapıyorsunuz. (İzah için bkz. Nahl an: 72-73, Müminun an: 75-76, Secde an: 17-18, Ahkaf an: 31)
34. Yani, “ölümden sonra tekrar dirildiğinizde, bulunduğunuz yerlerden alınarak, Allah’ın huzuruna getirileceksiniz.”
35. Müşrikler, “Kıyamet ne zaman gelecek?” sorusunu, gerçekten onun vaktini öğrenmek için sormuyorlardı. Yani yıl, ay, gün ve saatini öğrenmek suretiyle hazırlık yapmayı düşünmüyorlardı. Gerçekte onlar Kıyametin gelişini imkansız sanıyorlardı. Dolayısıyla bu tür soruları, “Kıyamet ve diriliş (ba’s) diye bir hikaye anlatıyorsun. Güya bu hikaye gerçekleşecekmiş. Ancak bunu bize gösterirsen, sana inanırız” diyorlardı. Şurası iyice anlaşılmalıdır ki, şayet bir kimse kıyamet hakkında ikna olabilecek bir kapasitede ise, Kur’an’da verilen birçok akli delille, rahatlıkla ikna olması gerekir. Buna rağmen bir kimsenin kıyametin vaktini sorması, o kimsenin cehaletini ortaya kor; zira farzedelim ki tarih ve saat bildirilmiş olsun, o zaman da bu kimse “Ben ancak gördükten sonra inanırım” diyecektir. (İzah için bkz. Lokman an: 63, Ahzab an: 116, Sebe an: 5, 48, Yasin an: 45)
36. Yani, “Kıyametin muhakkak geleceğini biliyorum ve sizlere sadece ondan haber veriyorum. Onun ne zaman geleceğini bildiren bilgi Allah katındadır. Ben sadece sizi haberdar ediyorum, onun ne zaman vuku bulacağı beni ilgilendirmez.” Bu meseleyi şu örnekle açıklayabiliriz. Kimin, ne zaman öleceğini Allah’tan başka hiç kimse bilemez. Fakat herkesin birgün mutlaka öleceği kesindir. Şimdi biz bu bilgiye dayanarak, bir dostumuza ölmeden önce işlerini yoluna koymasını pekala tavsiye edebiliriz. Bizim bu uyarıyı yapabilmemiz için, dostumuzun ne zaman öleceğini bilmemiz gerekmez.