EBU’L A’LÂ MEVDUDİ’NİN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA MÜRSELÂT SURESİ 1 VE 6. AYETLER
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah(Celle Celaluhu)’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
1- Birbiri ardınca gönderilenlere andolsun;
2- Derken kökünden koparıp savuranlara.
3- Yaydıkça yayanlara,
4- Böylece ayırdıkça ayıranlara,
5- Zikr (vahy, öğüt) bırakanlara;
6- Özür (suçu, eksikliği ortadan kaldırmak) olarak veya uyarıp-korkutmak için.(1)
AÇIKLAMA
1. Yani, rüzgar gelmediği zaman kıtlık korkusu dolayısıyla bazen kalpleri yumuşar ve Allah’tan af dilemeye başlarlar. Bazen kendilerine yağmur getirdiği için de Allah’a şükrederler. Bazı zaman da rüzgar sert estiği ve fırtına getirdiği için korkarlar. Helak olma korkusundan dolayı Allah’a rücu ederler.
Bu ayetlerde ilk önce, peşpeşe esmeye başlayan ve yağmur getiren rüzgarların tertibi açıklanmıştır. Rüzgarların, bazen fırtına şekline dönüşmesinin ve bulutları yaymasının, sonra da yağmur indirmesinin zikredilmesi huzur veya korku şeklinde kalplerin Allah’ı hatırlaması içindir. Yani böyle bir olayda insanın kalbinde korku oluşur ve dolayısıyle Allah’ı zikretmeye mecbur kalır. Ya da insan, günahlarını itiraf ederek dua eder. Helakten kurtuluş ve merhamet için yağmur vesilesiyle Allah’a yalvarır. Uzun bir süre yağmur yağmasa ve insanlar bir damla suya hasret kalsalar, rüzgarların estiğini ve bulutların geldiğini gören en katı kafirler bile Allah’ı zikretmeye başlarlar. Ancak kıtlığın hafifliği ya da şiddetine göre bu durum farklılık arz eder. Eğer kıtlık hafifse, Allah’ın zikrinden uzak olmayan normal bir insan hemen Allah’ı hatırlar.
Ama diğer insanlar bunu tabiat olayı olarak kabul eder ve korkuya gerek duymazlar. Allah’a yalvarmayı ise hurafe sayarlar. Fakat eğer kıtlık uzun müddet sürmüşse ve ülke felaketle karşı karşıya ise, o zaman en katı kafirler bile Allah’ı hatırlamaya başlarlar. Dil ile ifade etmekten utanırlarsa da, kalpleriyle günahları ve nankörlüklerinden dolayı mahçup olurlar. Bulutları getiren rüzgarların bütün ülkede yağmura vesile olması için Allah’a dua ederler. Bu, özel olarak onların kalplerine Allah’ın bir ilkasıdır. Fırtına büyük bir tufan halini aldığında ve şehirler harap olduğunda ilka “nüzr (korku) ” şeklindedir. Yağmur çokça yağdığı ve her yeri sel almaya başladığında en katı kafir bile korku içinde Allah’a yalvarmaya başlar. Böyle bir ortamda korkudan tufan ve seller hakkındaki bilimsel açıklamaları unutur gider.. Rüzgarların tertip edilmesi açıklandıktan sonra, bu rüzgarların huzur ve korku olarak Allah’ı hatırlattığı belirtilmiştir. Diğer bir ifadeyle, dünyada görünen nizam ve kainat, insana sürekli olarak kainattaki yetkilerin tamamen kendi elinde olmadığını hatırlatmaktadır. Ayrıca takdiri tayin eden ve her şeyin üstünde bir güç vardır. O’nun iktidarı o kadar güçlüdür ki, ancak o dilediği zaman tabii unsurlar insana hizmet etmektedir, o istemediği zaman aynı unsurlar insanın felaketine sebep olmaktadır.
Bundan sonra rüzgarlar, vaadedilen kıyametin mutlaka geleceğine işaret olmak üzere bu dünyadaki nizamın varlığına delil gösterilmiştir. Rüzgarlar kıyamete nasıl delil olabilir?
İnsan, kıyamet ve ahiret hakkında genellikle iki soru ile karşıkarşıyadır. Birincisi, kıyametin gerçekleşmesinin mümkün olup olmadığı, ikincisi ise gerçekleşmesinin gerekip gerekmediğidir. Bu iki gerçek hakkında şüpheye düşen veya bunların bir efsane olduğuna inananlara karşı Kur’an’da yer yer kainat nizamı delil gösterilerek kıyametin imkanı ve gerekliliğinin gerçekliği ispatlanmıştır. Bazı yerde de Allah’ın yarattığı evrendeki sayısız eserden bazıları üzere yemin edilerek delil getirilmiş ve kıyametin muhakkak gerçekleşeceği belgelenmiştir. Bu istidlallerde kıyametin vuku bulmasının imkanı üzerine de, gerekliliği üzerine de deliller mevcuttur.
Burada takip edilen istidlal tarzı, rüzgarın esmesi ile yağmurun gelmesine dikkat çekilmesidir. Bu iki olaya işaret edilerek kainat nizamının belli bir kaideye bağlı olduğu, Hakim ve Kadir-i Mutlak’ın tedbiri ile kaim bulunduğu açıklanmıştır. Yani kainat bir tesadüfün sonucu değildir. Bu nedenle yeryüzünde işler kendi kendine yürümemektedir. Sözgelimi, denizlerden buhar yükselir.
Rüzgarlar bunları taşıyarak muhtelif parçalara böler ve yeryüzünün değişik kısımlarına yağmur olarak bırakır. Bu nizam, kör ve sağır bir sultanın kurduğu nizam değildir ki tesadüfi işlemekte olsun. Tersine bu, ciddi ve tam ölçülü tasarlanmış bir nizamdır ve belli kanunlara göre işlemektedir. Bunun için, denizlerden güneşin ısısıyla buhar yükselir ama hiçbir zaman buz olmaz. Bu olay her zaman da böyle olur. Hiçbir mevsimde rüzgarlar buharı yukarıya kaldırmasının tersine denizin içinde bastırılmasına neden olacak şekilde değişik biçimde esmez. Bulutun meydana gelmesine engel olacak böyle bir olay hiçbir zaman cereyan etmez. Dolayısıyla, rüzgarların bulutları kurak bölgelere taşımasının da önüne geçilemez. Bu nedenle yeryüzünde yağmurun yağması kesilmez. Milyonlarca yıldan beri kara veya su aynı şekilde devam etmektedir. Eğer böyle olmasaydı insanın yaşaması imkansız olurdu.
Bu nizamda apaçık bir maksat vardır ve belli bir kanun ve düzene bağlıdır. Açıkça görülmektedir ki, yeryüzünde insan, hayvan, bitki hayatıyla rüzgar ve yağmur arasında derin bir ilişki vardır. Kainat nizamı, suyun yaratılması ve tüm yaratıkların ihtiyacını karşılayacak şekilde takdir edilmesine, ayrıca kesin bir kanuna tabi olmasına apaçık şehadet etmektedir. Bu amaç ve düzen bütün kainat nizamında mevcuttur. İnsanlığın bilimsel ilerlemeleri buna dayanmaktadır. Yeryüzü nizamının hangi gaye için ve hangi usule göre işlemekte olduğunu araştırıyorsunuz. Hangi kanuna tabi olduğunu, ne maksat için yaratıldığını, yaratılış kanunun ışığında çeşitli unsurların kullanımı için yeni yeni yolların neler olduğunu ararsınız. Böylece yeni icatlar yaparak bir medeniyet oluşturursunuz. Eğer dünyanın yaratılmasında bir maksat olduğu ve onun içindeki her şeyin bir kanuna bağlı olarak sürdüğü şekilde zihninizde bir tasavvur olmasaydı, onu nasıl kullanabileceğinize ilişkin bir soru da aklınıza gelmezdi.
Bu dünya ve içindeki herşeyin bir maksadı vardır. Bu dünya ve içindeki herşey bir kanuna bağlıdır. Bu sistem milyonlarca yıldan beri durmadan aynı gaye için ve belli kanuna bağlı olarak yürümektedir. Gördüğü halde, ancak inatçı bir insan bunu inkar edebilir. O insan, kainatı yaratan Alim, Hakim ve Kadir-i Mutlak olan Allah hakkında, yarattıktan sonra kainatı işletebileceğini ancak yok ederek yeniden yaratmaktan aciz olduğunu düşünür. Madde konusundaki yerleşik tasavvur olan, maddenin yok edilemeyeceği düşüncesi, kadim cahillerin en çok güvendikleri delildi.
Ama bilimin gelişmesi bunu da çürütmüştür. Günümüzde maddenin enerjiye çevrilebileceği gerçeği, bilimsel olarak kabul edilmiştir. Kuvvetin de madde şeklini alabileceği artık bilinmektedir. Bunun için Hayy ve Kayyum (diri ve her şeyi koruyan) olan Allah’ın, istediği zamana kadar maddi dünyayı devam ettireceği, ne zaman onu bir enerjiye tebdil etmek isterse bir işaretin yeteceği, diğer bir işareti ile de aynı şekilde aynı maddi şekle sokabileceği ilim ve akla uymaktadır.
Bu da, hiçbir ilmi ve akli delile dayanarak inkar edilemeyecek olan kıyametin imkanı hakkındadır. Diğer soru, insanın iyi amellerine mükafat, kötü amellerine ise ceza görebilmesi için kıyametin muhakkak vukubulması hakkındadır. Bir kimse insanın ahlâki sorumluluğuna kail ise ve iyi bir işe karşı mükafat, suça karşı da ceza verilmesini ahlâki sorumluluğun gereği olduğunu söylüyorsa, bu düşüncenin sahibi ahiretin muhakkak olduğunu kabul etmek zorunda kalır. Dünyada her suça tamtamına ceza ve her iyi amele tamtamına mükafat verebilecek hiçbir toplum ve devlet yoktur. Bu demektir ki bir suçlunun kendi vicdanî ızdırabı yeterli cezadır, bir iyilik yapan için de vicdanî tatmin yeterli bir mükafattır. Bu, şüphesiz yanlış bir sözdür. Mesela bir kimse suçsuz bir insanı öldürmüşse ve katil de hemen sonra herhangi bir kaza dolayısıyla ölmüşse, bu kişi o suçtan ızdırab çekmek için ne zaman fırsat bulacak ki? Veya bir şahıs hak ve adalet için savaşmış ve savaşta bir bomba ile parçalanmış, ölmüşse bu kişi kalbinde itminan oluşması ve yüksek bir amaç uğrunda can verdiği için onun mükafatını görmesi ne zaman gerçekleşecek?
Görülüyor ki, ahiret inancından kaçış için öne sürülen bütün deliller gülünçtür. İnsanın akıl ve mantığının gereğidir ki, kendi fıtratı adalet ister. Ama dünyanın mevcut hayatında adaleti yerine getirmek ve tamtamına ceza ve mükafat vermek mümkün değildir. Bu, ancak ahirette vukubulabilir. Adalet ancak Alim ve Habir olan Allah’ın emriyle yerine gelebilir. Ahireti inkar etmek aslında adaleti inkar etmektir.
Aklın insanı ulaştırdığı nokta, ahiretin mümkün olduğu ve vukubulması gerektiğidir. Ancak, buna “yakîn” ve bunun “ilm”i sadece vahiy aracılığıyla hasıl olur. Vahiy vasıtasıyla bildirilmiştir: “Size vaad edilen şey muhakkak gerçekleşecektir.” Bu ilmi biz aklî delillerle elde edemeyiz. Ancak bize vahiy aracılığıyla ulaşan bilgi ile kıyametin hakk olduğuna yakîn hasıl edebiliriz. Ayrıca onun mümkün olduğunu ve aynı zamanda gerekliliğini biliriz.