sohbetlerözlü sözleryazarlarmakalelervideolartefsir derslerikavram derslerimedaricus salikin

EBU’L A’LÂ MEVDUDİ’NİN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA NEML SURESİ 1. ve 4. AYETLER

EBU’L A’LÂ MEVDUDİ’NİN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA NEML SURESİ 1. ve 4. AYETLER
06.08.2021
756
A+
A-

Rahman Rahim olan Allah’ın adıyla

1- Tâ,sîn. Bunlar, Kur’an’ın ve apaçık(1) olan Kitabın ayetleridir.
2- Mü’minler için bir hidayet ve bir müjdedir.(2)
3- Ki onlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı(3) verirler ve onlar, ahirete kesin bilgiyle iman edenlerdir.
4- Ahirete(4) inanmayanlara gelince; biz onlara kendi yapmakta olduklarını süsleyivermişiz; böylece onlar, ‘körlük içinde şaşkınca(5) dolaşmaktadırlar.’

AÇIKLAMA

1. “Kitab-ı Mübin” terkibinin üç anlamı vardır. 1) Bu Kitap, öğreti, talimat ve emirlerini apaçık ortaya koyan, gösteren bir kitaptır. 2) Hak ile bâtılı açıkça ayırır ve 3) Onun ilâhî bir Kitap oluşunda şüphe yoktur. Uyanık bir gözle inceleyen herkes onun bizzat Hz. Peygamber (s.a) tarafından uydurulmuş olmadığını anlar.

2. Yani ayetlerin bizzat kendileri birer “hidayet” (rehber) ve müjdedirler. Çünkü onlar en mükemmel anlatımla müminlere hidayeti gösterir ve müjde verirler.

3. Yani, bu ayetler, yalnız şu iki vasfı taşıyanlara doğru yolu gösterir ve mutlu sonun müjdesini verir: 1) İmanı benimseyenler, yani Kur’an ve Hz. Muhammed’in davetini kabul edenler, rab ve ilah olarak Bir Allah’a inananlar, Kur’an’ı Allah’ın Kitap’ı kabul edenler, Hz. Peygamber’i (s.a) gerçek bir peygamber ve kendisinin önderi olduğunu, dünyadaki hayattan başka bir hayat bulunduğu inancını kabul edenler, orada yaptıklarının hesabını vermek zorunda olduğunu ve buna göre ödül veya ceza alacağına inananlar.

2) Ayetlerin müjdelerine layık olmak isteyenlerin imanı yalnızca dille ikrar etmeleri yetmez. Aynı zamanda ilâhî emirlere itaat etmeleri ve fiiilen uygulamaları gerekir. Bu teslimiyetin ilk göstergesi de namaz kılmak ve zekat vermektir. Kur’an ancak bu şartları taşıyan kimselere doğru yolu (hidayet) gösterir. Hayatın her aşamasında onlara hak ve bâtıl arasındaki farkı açıklar, hayatın her dönüm noktasında onları bâtıldan korur ve dünyadaki Hak Yol’u takip etmenin mutluluk ve zevkleri ile mükafatlandırır. Şüphesiz bu sayede ahirette ebedî kazanç sahibi olacak ve dolayısıyla Allah’ın rızasını kazanacaklardır. Nitekim bir kimsenin öğretmenden tam olarak faydalanabilmesi için herşeyden önce öğretmenine güvenmesi, sonra ona talebe olmayı kabul etmesi, daha sonra da talimatları doğrultusunda çalışması gerekir. Doktordan şifa görmeyi uman hastanın durumu da buna benzer. Hastanın öncelikle o kimseyi doktor olarak kabul etmesi ve ona güven duyması, sonra da ilaçların dozajı ve alacağı tedbirler konusunda kendisine verilecek talimata uyması ve dikkat etmesi gerekir. Ancak bu takdirde hekim hastaya, istenen neticeleri elde etme hususunda umut verebilir.

Bu ayetteki “yu’tûnez-zekat” ibaresini bazı kimseler “ahlak temizliğini benimseyenler” anlamında tefsir etmişlerdir. Fakat Kur’an’da “ikamet-i salat” tabiri ile birlikte kullanılan bütün “ita’üz-zekat” ibareleri “zekat vermek” anlamını dile getirir. Bilindiği gibi Zekat, ‘Namaz’dan hemen sonra gelen İslam’ın ikinci temel direğidir. Ayrıca Kur’an burada ‘Zekat’ vermek manasında olan ‘itâ’ tabirini değil de, takva ve temizlenmek (arınma) anlamına gelen “tezekka” kelimesini kullanmıştır. Gerçekte, burada vurgulanmak istenen mânâ şudur: Kur’an’ın hidayetinden hakkıyla faydalanabilmek için, İman’ı kabul, ‘Namaz’ı ifa ve ‘Zekat’ı verdikten sonra kişinin benimseyeceği ilk açık hareket, hayatı yaşarken itaat ve teslimiyet tavrını fiilen kabul edip yaşamasıdır. Şayet görünürde böyle bir teslimiyetin alametleri yoksa, kişinin asi olacağı açıktır. Bu haliyle o, bir idarecinin varlığını kabul etmekle birlikte onun emirlerini yerine getirmekten kaçınan kişi gibi olur.

4. Ahiret’e inanmak imanın bir rüknüdür. Tevhîd ve peygamberlik müessesesiyle beraber bir mümin, buna da inanır. Ancak bu husus burada, onun asıl önemli yönünü özellikle ortaya koymak için ayrıca zikredilmiştir. Burada gaye, ahirete inanmayan kimseler için, Kur’an’ın ta’lim ettiği yolu takip etmenin imkansızlığını vurgulamaktır. Çünkü bu şekilde düşünen kimselerin, hayır ve şer konusundaki ölçülerini, tabiî olarak, bu dünyada görülen sonuçları tayin eder. Bundan dolayı, bu gibi insanların hayrı ve şerri ahiretteki kazanç veya kayıp ölçüsüyle tayin etmeyi hedef alan herhangi bir nasihatı veya hidayeti kabul etmeleri mümkün değildir.

İlk örnekteki kimseler, öğretilerine asla aldırmazlar. Ancak herhangi bir sebebten ötürü müminler arasında sayılsalar da iman ve İslâm yolunda ilk adımları atmak bile güç gelir. Bu da, ahirete olan inanç eksikliğinden dolayıdır. Onlar, dünyevî kazanç ve ahiretle ilgili menfaat arasında kaldıkları ilk durumda, ahiret kayıpları hususunda en ufak kaygı duymaksızın kendilerini rahatlıkla dünya menfaatlerinin bulunduğu yöne bırakıverirler.

5. Yani, “Bu, Allah’ın tabiattaki kanununun (=Sünnetullah) ve insan ruh yapısının tabiî mantığının bir sonucudur: İnsan, hayattaki mücadele sonuçlarının sadece bu dünya ile sınırlı olduğuna, dünyada yaptığı işlerinden dolayı hesaba çekilmeyeceği ve neticede, yaptıklarının hayır ve ya şer olduğu konusunda karar verecek herhangi bir mahkemenin varlığına inanmadığı zaman, bunun kaçınılmaz bir sonucu olarak hayata karşı, kendi iç dünyasında maddeci bir görüş ve anlayış geliştirir. Yine aynı şekilde kişi, dünya hayatında işlediği amellerin gerçek değerleriyle mütenasip olarak mutlaka karşılık göreceği bir öte dünya hayatının varlığına inanmazsa, o kimse, tabiî olarak hayat konusunda bencil bir kanaate sahip olur. Bunun neticesi olarak, Hakk ile bâtıl, hayır ile şer ve ahlâk ile ahlâksızlık arasında geçen her türlü mücadele bu insana bütünüyle mânâsız gelir. O takdirde kendisine, zevk ve neşeyi, maddî gelişme ve serveti, güç ve otoriteyi sağlayan herşey ona göre iyi olacaktır. Bunları sağlayan hayat anlayışı, hayat tarzı ve ahlâk sisteminin şu veya bu felsefeye dayanmış olması onun için önemli değildir. Neticede, böyle bir kimsenin, hak ve gerçekle alâkası kalmaz. Onun tek düşüncesi, sadece bu dünya hayatının başarılarını elde etmek ve nimetlerini devşirmek olacaktır. Bunları elde etme kaygısı tabiî olarak onu, her hususta yoldan çıkaracaktır. Daha sonra bu kanaatle dünya menfaatini elde etmek için yapacağı her hareket, ona güzel ve hoş görünecektir. Ayrıca, kendisi gibi dünya nimetlerini elde etme konusunda aşırı tutku göstermeyen, bu hususta fazla bir şey yapmayan ve bu gaye için hiçbir ahlâkî sınırlamayı tanımadan herşeyi göze almayanları da saf kimseler olarak görecektir.

Kur’an’da kafirlerin amellerinin kendilerine güzel gösterilmesi olayı, bazı yerlerde Allah’a, bazı yerlerde ise Şeytan’a atfen zikredilir. Kişinin dalâlete saplanıp, fıtratının bozulması durumunda yaptığı kötü işler kendine hoş gelir. İşte bu durumlarda kişinin amellerinin kendisine hoş gösterilmesi Allah’a izafe edilir. Kişinin şeytan tarafından kötü yola sürüklenmesi ve şeytanın ona bu yolu güzel göstermesi durumunda ise, tabiatı icabı burada şeytan zikredilir.

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.