EBU’L A’LÂ MEVDUDİ’NİN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA NUR SURESİ 48. ve 52. AYETLER ARASI
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
48- Aralarında hükmetmesi için(77) onlar Allah’a ve Resulüne çağrıldıkları zaman, onlardan bir grup yüzçevirir.(78)
49- Eğer hak onların lehlerinde ise, ona boyun eğerek gelirler.(79)
50- Bunların kalplerinde hastalık mı var? Yoksa kuşkuya mı kapıldılar? Yoksa Allah’ın ve Resulünün kendilerine karşı haksızlık yapacağından mı korkmaktadırlar? Hayır, onlar zalim olanlardır.(80)
51- Aralarında hükmetmesi için, Allah’a ve Resulüne çağrıldıkları zaman mü’min olanların sözü: “İşittik ve itaat ettik” demeleridir. İşte felaha kavuşanlar bunlardır.
52- Kim Allah’a ve Resulüne itaat ederse ve Allah’tan korkup O’ndan sakınırsa, işte ‘kurtuluşa ve mutluluğa’ erenler bunlardır.
AÇIKLAMA
77. Bu ifadeler, Hz. Peygamber’in (s.a) hükmünün Allah’ın hükmü ve Hz. Peygamber’in buyruğunun Allah’ın buyruğu olduğunu açıkça belirtmektedir. Dolayısıyla, Hz. Peygamber’e itaat çağrısı, hem Allah’a, hem de Rasûlüne itaat çağrısıdır. Ayrıca bu ve önceki ayetten açıkça, Allah’a ve Rasûlüne iman etmeden yapılan bir İslâmî çağrının anlamsız olduğu anlaşılmaktadır.
İstenen yaklaşım, Allah’ın ve Rasûlü’nün getirdiği hükümlere kayıtsız-şartsız teslim olmaktır. Aksi takdirde, böyle bir dava münafıkça bir hareketten başka bir şey değildir. (Ayrıca bkz. Nisa: 159-161 ve ilgili açıklama notu.)
-
Bu, yalnızca, hayatında karar vermesi için Hz. Peygamber’e (s.a) getirilen durumlarda değil, bugünkü durumlarla da doğrudan ilgilidir. Dolayısıyla Allah’ın kitabına ve Rasûlullah’ın sünnetine göre hükmeden İslâmî hükümetin mahkemesinin çağrısı Allah ve Rasûlü’nün mahkemesinin çağrısı olup, bunu reddeden de kuşkusuz Allah’ı ve Rasûlü’nü reddeder. Bu gerçek Hasan Basri’nin bir rivayetinde şöyle açıklanmaktadır: “Kim müslümanların hakimlerinden bir hakimin huzuruna çağrılsa, fakat gelmese fasıktır ve haklarını da kaybeder.” (el-Cessas, Ahkâmü’l Kur’an, III: 405) . Bir başka deyişle, böyle birisi üzerine cezayı çektiği gibi, suçlu ve aleyhinde dava açılmasına müstehak olur.
79. Bu ayet, ilâhî kanunun işine gelen kısmını kabul edip, arzu ve çıkarlarına aykırı düşen kısmını reddeder ve bunun yerine beşeri yasaları tercih eden kişinin mümin değil, münafık olduğunu ifade etmektedir. Onun, mümin olduğunu diliyle söylemesi yalandan başka bir şey değildir. Çünkü o, gerçekte Allah’a ve Rasûlü’ne değil, kendi çıkarlarına ve arzularına inanmaktadır. Bu tavrıyla o ilâhî kanunun bir kısmına inanıp uysa da, onun bu inancının Allah katında hiçbir değeri yoktur. - Yani, böyle bir davranış için yalnızca üç neden bulunabilir. 1) Kişi aslında inanmadığı halde, İslâm toplumunun mensubu olmanın avantajlarından yararlanabilmek için müslümanmış gibi görünür. 2) Belki inanmış olmakla birlikte, hâlâ nübüvvet, ahiret ve hatta Allah’ın varlığı konusunda şüpheler taşımaktadır 3) Belki bir mümin olmakla birlikte, Allah ve Rasûlü’nde zulüm ve haksızlık hissetmekte ve bunların hükümlerini şu veya bu şekilde kendi aleyhinde bulmaktadır. Bu üç kategoriden birine girenlerin bizzat kendilerinin zalim olduklarına şüphe yoktur. Bu tür şüpheleri olduğu halde, İslâm toplumunun içine giren ve kendisini bu toplumun bir üyesi göstererek hak etmediği avantajlardan yararlanan bir kişi hiç şüphesiz bir münafıktır, sahtekardır, yalancıdır. Yalnızca kendisine zulmetmek, sürekli sahtekarlıkta bulunmak ve en bayağı karakter özellikleri üretmekle kalmamakta, diliyle mümin olduğunu söylediğinden dolayı onu kendilerinden biri sayan ve böyle olduğu için de onu kendileriyle olan tüm sosyal, kültürel, siyasal ve ahlâkî ilişkilerden de yararlandıran müslümanlara da zulüm ve haksızlık etmektedir.