sohbetlerözlü sözleryazarlarmakalelervideolartefsir derslerikavram derslerimedaricus salikin

EBU’L A’LÂ MEVDUDİ’NİN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA RAHMAN SURESİ 1. VE 6. AYETLER

EBU’L A’LÂ MEVDUDİ’NİN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA RAHMAN SURESİ 1. VE 6. AYETLER
16.11.2022
681
A+
A-

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM

Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.

Rahman Rahim olan Allah’ın adıyla

1- Rahman (olan Allah) .
2- Kur’an’ı öğretti.(1)
3- İnsanı yarattı.(2)
4- Ona beyanı öğretti.(3)
5- Güneş ve ay (belli) bir hesap iledir.(4)
6- Bitki(5) ve ağaç (O’na) secde etmektedirler.(6)

AÇIKLAMA

1. Yani, “Kur’an’daki talimatların kaynağı, bir insan değil, Rahman olan Allah’tır” Burada, bu talimatların nasıl gönderildiğinin açıklanmasına gerek duyulmamıştır, zira bu talimatları zaten Hz. Peygamber’in (s.a) ağzından işittikleri için, kendisine vahyolunduğu doğal olarak bilinmekteydi.
Böyle bir açılışın gerçek maksadı, Kur’an’ın, Hz. Muhammed’in (s.a) bir eseri olmayıp Allah’ın nazil ettiği bir vahiy olduğunun vurgulanmasıdır. Ayrıca Allah’ın diğer sıfatları yerine “Rahman” sıfatının kullanılmış olması da, özel bir anlam içerir. Yani, bu sözleri nazil etmesi, Allah’ın rahmetinin bir gereğidir. Çünkü O’nun Rahmeti, kendi mahlukatını karanlıkta bırakmaya elvermez. İşte bu yüzden Kur’an bir yol gösterici, dünyada ve ahirette kurtuluşun bir vasıtası olmak münasebetiyle gönderilmiştir.
2. Diğer bir ifadeyle, insanı yaratan Allah olduğu için, insana bir gayeye mebni bir yol göstermek de O’na düşer. Bu bakımdan, Allah’ın Kur’an’ı bir yol gösterici olarak göndermesi, Rahman sıfatı yanında “Hâlık” sıfatının bir gereğidir. Çünkü bir şeyi yaratan, onun yaratılış nedenini bileceğinden fonksiyonunu da belirler. Dolayısıyla Kur’an’ın Allah tarafından gönderilmiş olması gayet doğaldır.
Şayet böyle olmasaydı, bu şaşılacak birşey olurdu; zira bir şeyi yaratanın onun nedenini bilmemesi ve fonksiyonunu belirlememesi mümkün değildir. Allah, kainatın ve içindeki her mahlukun yaratılış gayesini belirlemiş, ona bir yol çizmiş ve bu yolda yaratılış gayesine uygun yürümesi için onu görevlendirmiştir. Hatta insanın bedenini, saçının her telini, küçücük hücrelerin fonksiyonlarını bile belirlemiştir. Bu, onların yaratılışından önce takdir edilmiştir. Buna rağmen, insan gibi bir varlığı yol göstericisiz bırakmak nasıl mümkün olabilir? Bu husus, Kur’an’da çeşitli yerlerde ve çeşitli konularla da açıklanmıştır.
“Doğru yola iletmek bize aittir” (Leyl: 12)
“Doğru yolu göstermek Allah’a aittir” (Nahl: 9)
(Firavun) “Rabbiniz kim ey Musa? dedi, (Musa) Rabbimiz, herşeye yaratılışını verip, sonra onu doğru yola iletendir dedi.” (Taha: 49-50)
Yani, Allah bu kainatın nizamı içerisinde herşeyin vazifesini tayin etmiştir. Bu, kendi başına öyle kuvvetli bir delildir ki, ön yargısız düşünen herkes, “İnsana Allah tarafından bir peygamber gelmesini ve bir kitap gönderilmesini” gayet doğal karşılamak zorunda kalır.
3. “el-Beyan” kelimesinin bir anlamı, insanın kendi maksadını açıklaması, diğeri ise, hayır ve şer arasındaki farkın açıklanması demektir. Bu her iki anlamı da taşıyan küçük cümle ile (Ona beyanı öğretti) deliller tamamlanmıştır. Çünkü insanları hayvanlardan ayıran en önemli özellikler, konuşmak ve açıklamaktır. Bu özellikleri, insanın diğer varlıklardan üstünlüğünü ortaya koyar. Bu sadece konuşma özelliği değildir. Zira konuşmanın ardında akıl, şuur, idrak, fehim gibi yenetekler vardır ki, bunlar olmaksızın konuşmak mümkün değildir. Dolayısıyla insanda konuşma melekesinin olması, onun şuur ve irade sahibi olmasının delilidir. Kendisine böylesine yetenekler bağışlandıktan sonra, elbette insanın hidayeti şuursuz varlıklarınki gibi olacak değildir. Ayrıca insanoğlunun bir diğer özelliği de ahlâk duygusudur. İşte bu yüzdendir ki, insan gayet doğal olarak iyi-kötü, haklı-haksız, zulüm-adalet, doğru-yanlış arasındaki farkları anlar ve ahlâksızlık bataklığına gömülse dahi, bu özelliğini tamamen yitiremez. Bu özelliklerinin gereği olarak, insanlığın hidayeti, cebrî ve tabii kanunlara göre değil de vicdana ve şuura dayalı olarak düzenlenmiştir. Örneğin balığın yüzmesi, kuşun uçması ve insanın organlarının faaliyeti için her hangi bir eğitime ve öğretime gerek yoktur. Çünkü fıtraten nasıl görevlendirilmişlerse, o şekilde hareket etmek zorundadırlar. İnsanlar, kendi hayatları için kitapları, tebliğ ve telkinleri, okuma ve yazmayı, mantığı, eğitim ve öğretimin bir vesilesi olarak kabul edip doğal yeneteklerini bu konuda yeterli kabul etmezler. O halde insanı yaratanın, kendilerine verdiği bu görevi daha iyi yerine getirebilmeleri için insanlara yol gösterici olarak peygamberler ve kitaplar göndermesine niçin hayret edilsin? İnsan için hidayetin en uygun yolu budur. Çünkü “beyan” gibi bir nimet ile şereflendirilmiş bir varlığa, en uygun yol göstericilik vazifesini Kur’an yerine getirebilir.
4. Yani, Güneş, Ay ve yıldızların doğuş ve batışı, değişmeyen, muazzam bir kanuna tabidir. Bu kanunun sayesinde insanlar, mevsimlerin vaktini, günlerin sayısını, ürünlerin olgunlaşma zamanlarını tespit edebilmektedirler. Bunca varlığın yeryüzünde yaşayabilmesinin nedeni, Güneşin yeryüzünden belli bir mesafede tutulmuş olmasıdır. Şayet Güneş ölçüsüz hareket etseydi ve yeryüzüne yaklaşsa, ya da uzaklaşsa idi, bunca varlık yok olurdu. Ayrıca Güneş ve Ay birbirleriyle uyum içindedirler ve bizlerin kullandığı takvimler onların hareketlerine bağlıdır.
5. “en-Necm” kelimesi genellikle yıldızlar için kullanıldığı gibi, ayrıca gövdesiz ağaçlar (örneğin, kavun, karpuz, kabak vs.) için de kullanılır. Müfessirler, bu kelimenin anlamı hakkında ihtilaf etmişlerdir. İbn Abbas, Said b. Cübeyr, Süddi ve Süfyan es-Sevri, bu kelimeyi “Nebatat” anlamında kabul etmişlerdir. Çünkü bu kelimenin hemen ardından “ağaçlar” kelimesi gelmektedir. Böylece burada uyum sağlamışlardır. Bu görüşün aksine, Mücahid, Katade ve Hasan Basri, bu kelimenin “yıldızlar” anlamına geldiği görüşündedirler. Çünkü maruf mana budur ve “necm” kelimesinden herkes bu manayı anlar. Zaten güneş ve ay’dan sonra yıldızların zikredilmesi de gayet doğaldır. Çoğu müfessir ve mütercim ilk görüşü tercih etmekle birlikte, ikincisini yanlış kabul etmiştir. Biz ise, İbn Kesir’in “ikinci anlamı yıldızlar, dil ve konu itibarıyla daha uygundur” şeklindeki tercihine katılıyoruz. Çünkü Kur’an’ın diğer bölümlerinde de yıldızlar ve ağaçların secde etme olayı bir arada zikredilmiş ve Necm kelimesinden başka bir anlam çıkarmak mümkün olmamıştır. Örneğin:
“Görmedin mi, göklerde, yerde bulunan kimseler, Güneş, Ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar, hayvanlar ve insanlar bir çoğu hep Allah’a secde etmektedirler” (Hac: 18)
Bu ayette yıldızlar güneş ve ay ile birlikte zikrolunmuşken, ağaçlar, dağlar ve hayvanlarla birlikte zikredilmiştir.
6. Yani, gökyüzündeki yıldızların ve yeryüzündeki ağaçların hepsi de Allah’a tabidirler ve O’nun koyduğu sınırların dışına bir santim bile çıkmazlar.
Bu iki ayette kainatın nizamını Allah’ın yarattığına ve bu nizamın O’na tabi olduğuna işaret edilmektedir. Yeryüzünden gökyüzüne kadar herşeyin hakimi Allah’tır ve yetkiler O’nun elindedir. O’nun yetkilerinde hiçkimse kendisine ortak değildir. Yegane mabud O’dur ve herkes O’na tabidir. Ve O’nun kuludur. Herşeyin tek sahibi ve Hakimi O’dur. Böylece Tevhidi düşünce haktır ve Kur’an işte bu düşünceyi tebliğ eder. Bu düşünceye rağmen küfrün ve şirkin içinde yaşayan bir kimse, tüm kainat nizamına aykırı ve onunla çelişkili bir halde yaşıyor demektir.

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.