EBU’L A’LÂ MEVDUDİ’NİN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA RUM SURESİ 13. ve 14. AYETLER
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
13- (Allah’a eş koştukları) Ortaklarından kendilerine şefaatçi olan yoktur;(16) onlar, ortaklarını da inkâr etmektedirler.(17)
14- Kıyamet saatinin kopacağı gün, (mü’minlerle kâfirler birbirlerinden) ayrılırlar.(18)
AÇIKLAMA
16. “Ortaklar” (Şurekâ) , üç tür varlığı ihtiva eder:
(1) Putperestlerin her çağda ilâhî özellikler atfettikleri ve tanrı kabul edip taptıkları melekler, peygamberler, azizler, şehitler ve salih insanlar. Kıyamet gününde bunlar kendilerine tapanlara şöyle diyeceklerdir: “Siz her ne yaptınızsa, bizim rızamız olmadan, hatta bizim rehberliğimiz ve öğretilerimiz hilafına yaptınız. Bu nedenle bizim sizinle hiçbir ilgimiz yok. Sizin için, herşeye gücü yeten Allah katında şefaatçi olacağımız gibi bir ümide kapılmayın.”
(2) Ay, güneş, gezegenler, ağaçlar, taşlar, hayvanlar gibi cansız veya şuursuz varlıklar. Putperestler onlara ilâh diye tapmışlar ve onlara yalvarmışlardır, fakat bu zavallı varlıkların, Allah’ın halifesinin (İnsanın) kendilerine bu kadar huşu ve iştiyakla taptığından haberleri yoktur. Tabii ki varlıklardan hiçbiri de, ortak koşan kişinin yardımına koşup ona şefaatçi olamayacaktır.
3) Şeytan, dini liderler, zalimler, despotlar gibi ya insanları kandırıp saptırarak, ya da baskı yoluyla Allah’ın kullarını kendilerine ibadete zorlayan baş suçlular. Bu tür varlıkların kendileri de ahirette büyük sorun içinde olacaklardır. Değil başkaları için şefaatçi olmak, Allah’ın huzurunda kendilerine tapanların bu suçtan bizzat sorumlu olduklarını ve onların sapıklıkları yüzünden sorumluluk yüklenmemeleri gerektiğini ispatlamaya çalışacaklardır. O halde orada müşrikler hiçbir yerden şefaat bulamayacaklardır.
17. Yani, “Putperestler de bizzat onların Allah’a ortak koşmalarının hata olduğunu kabul edeceklerdir. Onlardan hiçbirinin ilahlıkta gerçek bir payı olmadığının farkına varacaklardır. Bu nedenle ahirette, dünyada iken ısrarla üzerinde durdukları “şirk”i sahiplenmeyeceklerdir.”
18. Dünyada iken, ırk, ülke, dil, soy, kabile, ekonomik ve sosyal çıkarlara dayalı olarak oluşturulan grup ve topluluklar tamamen çözülecek ve gerçek iman, ahlâk ve karaktere dayalı olarak yeniden gruplandırılacaktır. Bir tarafta inanan ve salih amel işleyen insanlar, diğer milletlerden tamamen ayrılacak, bir grup haline getirilecek, diğer taraftan da dünyada iken her tür yanlış fikri benimseyen ve her çeşit suçu işleyenler, insan toplulukları içinde sınıflandırılıp değişik gruplara yerleştirileceklerdir. Başka bir deyişle, İslâm’ın dünyada iken ayrılık ve birliğin temeli kabul ettiği, cahiliyeye tapanların ise inkâr ettiği şey, ahirette ayrılık ve birliğin temelini oluşturacaktır. İslâm, insanları birleştiren ve birbirinden ayıran gerçek niteliğin iman ve ahlâk olduğunu söyler. İlâhî hidayete inananlar ve hayat tarzlarını buna dayalı olarak inşa edenler, hangi ırk, hangi ülke veya hangi bölgeye mensup olurlarsa olsunlar, bir tek ümmettirler. İlâhî hidayete tabi olanlarla olmayanlar bu millete dahil olamazlar. Onlar ne dünyada ortak bir hayat çizgisinde yürüyebilirler, ne de ahirette aynı akibeti paylaşırlar. Dünya hayatından ahirete dek onlar ayrı yollarda ve ayrı kaderlerde seyredeceklerdir. Bunun tam tersine bâtıla tapanlar her çağda olduğu gibi şimdi de, insanların ırk, ülke ve dillere göre gruplandırılması ve sınıflandırılması gerektiğini savunmaktadırlar. Ortak bir ırk, dil ve ülkeye mensup insanlar, din ve inançlarına bakılmaksızın ayrı bir millet ve başka benzer uluslarla ortak bir cephe oluşturmalıdır. Ve bu ulus, tevhide inananları, müşrik ve ateistleri aynı kanunlara tabi tutan bir düzene sahip olmalıdır. Ebu Cehil, Ebu Leheb ve Kureyş’in diğer ileri gelenlerinin görüşü de buydu. İşte bu nedenle onlar Hz. Muhammed’i (s.a) millet içinde ayrılık çıkarmak ile suçluyorlardı. İşte bu nedenle Kur’an, yanlış temeller üzerine kurulan grup ve ulusların mutlaka bir gün dağıtılacağı ve ardından İslâm’ın bu dünyada iken yapmayı amaçladığı gibi insanların, inançlar, ahlâk, hayat felsefesi ve karaktere dayanan bir gruplandırmaya tabi tutulacağı konusunda uyarıda bulunmaktadır. Ortak bir akibeti paylaşmayan insanlar belirli bir hayat tarzını da paylaşmazlar.